15 Nisan 2007 00:00

asıl felaket kapitalizm

22 Nisan tarihi, 1970 yılından bu yana dünyanın sembolik doğum günü olarak kabul ediliyor. Art arda açıklanan raporlara bakılırsa, gelişmiş ülkelerin sorumlu olduğu kirlenme, dünyayı yaşanabilir olmaktan çıkarıyor. Kuraklıktan açlığa, canlı türlerinin yok olmasından yerleşim yerlerinin haritalardan silinmesine kadar bir dizi sonuçları barındıran küresel ısınmayı ve konunun tartışma biçimlerini, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Eylem Tuncaelli ile konuştuk.

Paylaş

Küresel ısınma tabirini artık hepimiz kullanıyoruz. Peki doğru kullanıyor muyuz? Nedir küresel ısınma?
Atmosferde artan sera gazlarının küresel ısınmaya neden olduğu, iklimi giderek değiştirdiği herkes tarafından çok iyi biliniyor. Artık hava şartlarındaki beklenmedik her değişiklik, “küresel iklim değişikliği” senar-yolarının gerçekleştiğine işaret olarak gösteri-liyor. Ancak gündelik olağan dışı hava olaylarını sadece bir iklim değişikliği sorununa bağlamak da doğru ve bilimsel bir yaklaşım değil. Çünkü iklim, belirli bir yerde sıklıkla gözlenen hava şartlarının bir genellemesidir. Dolayısıyla bir iklim değişikliğinden söz edilebilmesi için belirli hava şartlarının uzun yıllar sıklıkla gözlenmesi gerekiyor. Bu da en az 80 ya da 100 yıllık bir dönemi; yani ortalama insan ömrünü aşan bir dönemi kapsıyor.
Aslında iklimler sürekli olarak değişiyor. Doğal koşullarda iklim değişiklikleri oldukça uzun dönemler içerisinde gerçekleşmektedir. İklimlerdeki bu değişiklikler tüm canlıları doğrudan etkilemiş, ancak bu değişikliklerin çok uzun bir süreç içerisinde gerçekleşmesi nedeniyle canlıların büyük bir kısmı değişikliklere kendilerini uyarlayabilmişlerdir. 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başındaki Sanayi Devrimi’nden sonra işler uyum içinde gitmemeye başlayınca, iklim değişiklikleri ve nedenleri tartışılmaya başlanmıştır.

İklim değişiklikleri ve küresel ısınma tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bazı çevreler, “geri dönülemez” tespitini abartılı buluyor ve kullanılan dile dikkat edilmesi gerektiğini söylüyorlar. Sizce de abartılıyor mu?

Küresel ısınmaya neden olan sera gazlarının atmosfere salımının artması ve bu gazları absorbe eden ekosistemlerin azalması nedeniyle 20. yüzyıldan bugüne yer yüzeyi sıcaklığı 0.8 derece artmıştır. Bu artış, son bin yıldaki en büyük artıştır. Bunun yanında ortalama deniz seviyesi, yaklaşık 0.1-0.2 m. arasında yükselmiş ve okyanusların ısı içerikleri artmıştır. Yağışlar, kuzey yarımkürenin orta ve yüksek enlem bölgelerinde her on yılda yaklaşık yüzde 0.5 ile yüzde 1 arasında artmış, subtropikal karaların önemli bir bölümünde her on yılda yaklaşık yüzde 3 azalmıştır.
Ozon tabakasındaki incelmeyle verilen uyarı, küresel bazda bir ısınmayla devam ediyor. İçinde yaşadığımız dünyanın karmaşık ve canlı yapısını tam anlamıyla çözerek yönetmeyi başaramayan insanoğlunun yeni senaryosu, küresel ısınmanın giderek devam edeceği ve sonunda yaşamın son bulacağı üzerine kurulmuş durumda. Ancak milyarlarca yılda oluşmuş bu dengede, insan eliyle yaratılan yüz yıllık birikimin sonunda bozulan dengenin, tekrar eski haline geri dönmek için vereceği tepkiler de tam olarak hesaplanmış değildir.
Küresel ısınmaya karşı alınması gereken önlemleri almadan felaket senaryoları yazanların aslında, önce ekolojik krizi yaratan sonra da “timsah gözyaşları” döken politikacılar, kâr hırsı ile gözü dönmüş sanayiciler, doğayı ve yaşam alanlarımızı yağmalayan uluslararası tekeller ve son olarak sahte “çevreciler” olduğunu biliyoruz.
Sorun, üretim-tüketim ilişkileri göz önünde bulundurulmadan, bilimsel bilgi ve verilerle doğru analizler yapılmadan ve doğru çevre politikaları hayat bulmadan çözümlenemez.
Kapitalist küreselleşmenin yarattığı ekolojik krizin ve bu noktada küresel ısınmaya dayalı iklim değişikliği olgusu dahil olmak üzere, bir dizi çevre sorununun çözümü, radikal ve köklü bir politik değişimde yatıyor.

ABD ve Avustralya dışında Türkiye’nin de imzalamadığı Kyoto Protokolü, sözünü ettiğiniz çözümlerden biri mi?

Kyoto Protokolü’nün ortaya koyduğu hedef-ler, kürsel ısınmaya dayalı küresel iklim değişikliğine çözüm getirmek için bile tek başına yetersiz. Atmosferdeki salınan sera gazı miktarı ve buna bağlı sıcaklık artışına göre yapılan modellemelerde, emisyon sınırlamasının 2030 yılına kadar yüzde 60; 2050 yılına kadar da yüzde 80 olması öngörülmekte. Protokolde ise gelişmiş taraf ülkeler, sera gazı salımlarını en az yüzde 5 indirmekle yükümlü.
Protokolün 17. maddesi ise emisyon hedefini belirlemiş ülkelerin taahhüt ettikleri hedef indirimini tutturmak için kendi aralarında emisyon ticareti yapabilmelerine olanak tanı-yor. Bir yaptırım getirmeyen protokolün, yaptırım gücünü sağlama adına “havayı kirletme hakkı” olarak tanımlanabilecek emisyon ticaretine kapıyı açması, fakir ülkelerin emisyon salımı haklarını gelişmiş ülkelere satmalarına yol açmakta. Bu haliyle protokolün amaçladığı yüzde 5.2’lik indirimle, görünüşte bir indirime gidilebilirken gerçekte, atmosfere aynı miktarda gaz, emisyon ticareti sayesinde salınabilecek. Hava, alınır-satılır bir meta haline geti-rilmek istenmekte.

Emisyon ticaretine başlayan ülkeler var mı?
Örneğin Kanada, protokolün öngördüğü esneklik mekanizmaları içinde, karbon borsasında, Brezilya’dan sağladığı kota ile emisyon ticareti olarak tarif edilen bir sürecin sonunda, üretim tarzında ve tüketiminde bir değişiklik yapmadan Kyoto Protokolü’ne “uygun” davranmış görünmüştür. Böyle bakıldığında protokol, havayı kirletme hakkının alınıp satılabildiği bir sözleşmeye dönüşmekte.
Bu haliyle Kyoto Protokolü, küresel ısınmaya dayalı küresel iklim değişikliği sorununa çözüm bulmaktan uzak, sembolik bir girişim özelliği olmasının yanında, duruma neo-liberal bir hava da katmakta.
Yani küresel iklim değişikliğine ve ekolojik krize bu protokol ile çözüm getirilebileceğini öne sürmek ya da tüm umutları bu protokole bağlamak, “ham” bir hayaldir. Sorunun nedenlerini masaya yatırmadan, sonucu tartışmak ve bu sonuç üzerinden “çözüm” üretmek ise bi-limsel olmaktan uzak bir yaklaşım.
Ekolojik krizi ve bu bağlamda küresel ısınma olgusunu, üretim ilişkilerinden bağımsız tartışmak mümkün değil. Bugün dünyanın ve insanlığın karşı karşıya olduğu sorun, “kapitalist ekonomik kalkınmanın” bir sonucu ve geldiği aşamadır. Bunun çözümü de Kyoto Protokolü’nü imzalamaktan geçmemektedir.

BM’nin iklim raporunda, küresel ısınmanın nedeni olarak gösterilen “insan” tespitine bilim insanlarından itirazlar geldi ve bunun, kapitalizmin sorgulanmasını önlemek için yapıldığı ifade edildi. Siz bu tespit için neler söylersiniz?

Evet, işin içinde bir insan faktörü yatmaktadır. Ama hangi insan? Size birkaç veriden bahsedeceğim. En büyük 500 şirketin yıllık kârı, bir milyar insanın üretiminden fazla; en zengin 3 dolar milyarderin servetinin değeri, nüfusu 640 milyon olan 48 ülkenin milli gelirleri toplamından fazla. 1965’te dünya nüfusunun en zengin yüzde 20’si, toplam gelirin yüzde 69.5’ini; 1980’de yüzde 75.5’ini; 1990’da ise yüzde 83.4’ünü almaktaydı. İşte insan faktörü, işte hoyratça sömürenler... Elbette ki bu bir sistem sorunu. Kapitalizm açlık, sefalet yaratmadan ve çevreyi tahrip etmeden kendi varlığını sürdüremez. Çözüm, küresel iklim değişiklikleri üzerine yazılan felaket senar-yolarını değerlendirmekte değil, az önce söylediğim tablonun değişmesinde yatmakta. Bir-iki kişinin daha zengin olması için milyarlarca insanın daha yoksul olması gerektiğini savunan ve uygulayan bu sistem masaya yatırılmalı. Sorun burada.

AKP Hükümeti, İklim Değişiklikleri Eylem Planı’nı hazırladı. Planı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hükümet, “küresel ısınma” olgusunu tartışırken nükleer santrallardan vazgeçilmesi gerektiğini, Cargill’e tahsis edilen tarım alanlarının bu tür sorunlara yol açtığını ve yaptıkları yanlıştan döneceklerini, yargı kararına rağmen çalıştırılan termik santralların küresel ısınmayı tetiklediğini veya hızlı sanayileşme ve çarpık kentleşmenin doğal kaynakları tükettiğini, tüm bunların da sorumlusunun kendilerinin ve yıllardır iktidar olan benzer siyasi oluşumların olduğunu belirtmedi. Oysa ki mevcut durumun ve koşulların nedenlerini masaya yatırmadan soruna çözüm bulunamayacağı çok net.
Bir yandan sonsuz bir tüketim çılgınlığına yeşil ışık yakıp bunun için gerekli ortam ve koşulları yaratarak doğa ve insanlık karşıtı bir politika izleyeceksiniz, öte yandan hiçbir özeleştiri yapmadan, “Ayşe Teyze”den, sorunun çözümüne katkı sağlamasını isteyeceksiniz. Bu politikanın adı da “küresel ısınma ile mücadele programı” olacak ve “çevre meselesini çözme-ye çalışan” hükümet olacaksınız! Bu, ancak bir komedi filmi senaryosu olabilir.

2B kanunu gibi girişimler ya da Beyşehir gibi göllerimizin tamamen kurumaya başladığı göz önüne alınırsa, Türkiye’nin acilen harekete geçmesi gereken konular neler?

Önce bir çevre politikası oluşturulmalı. “Kirleten öder” deyip parası olana kirletme hakkı veren anlayış, tarihin çöplüğüne gönde-rilmeli. Çevre, kirlilik önleme prensipleri hayata geçirilerek yönetilmeli. Hızlı ve çarpık sanayi-leşmeye, çarpık kentleşmeye son verilmeli. Nükleer enerji ısrarından vazgeçilmeli; tarım arazilerimiz tarım arazisi, sulak alanlarımız sulak alan, ormanlarımız orman olarak kalmalı ve korunmalı. Atılan her adım, önce kamu yararı denilen mihenk taşına vurulmalı ve ona göre atılmalı.
Türkiye’de çevre, rotası ve dümeni olmayan bir gemi gibi... Ve ne yazık ki demir almış bir gemi!..
Şahin Doğan
ÖNCEKİ HABER

eğitimde cinsiyet ayrımcılığı

SONRAKİ HABER

SANSÜRE HAYIR!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa