22 Nisan 2007 00:00

eğitimde cinsiyet ayrımcılığı

Türkiye’de kız öğrenciler, erkek öğrencilerle birlikte eğitim görme olanağını ilk kez 1926’da Medeni Yasa’nın kabul edilmesiyle kadınlara verilen medeni haklar sayesinde elde ettiler.

Paylaş

Türkiye’de kız öğrenciler, erkek öğrencilerle birlikte eğitim görme olanağını ilk kez 1926’da Medeni Yasa’nın kabul edilmesiyle kadınlara verilen medeni haklar sayesinde elde ettiler.
Peki, karma eğitim, cinsiyet ayrımcılığının yeniden üretilmesinde caydırıcı oluyor muydu?
Bu konu ilk kez, 80’li yıllarda ivme kazanan kadın hareketleri tarafından sorgulandı.
Cinsiyet ayrımcılığının çocuk doğar doğmaz başladığını biliyoruz. (“Kız doğunca dört duvar ağlarmış” atasözümüz her şeyi açıklıyor.) Aslında bugün ultrasonografi gibi modern tekniklerle çocuğun cinsiyeti anne karnında saptanıyor ve pek çok ülkede istenmeyen kız çocuklarının “çaresine” bakılıyor. Araştırmalara göre, cinsiyet yüzünden yapılan kürtajlarda yitirilen kız bebek sayısı, dünya genelinde milyonlarla ifade ediliyor.
Demek ki toplumların erkek çocuk takıntısı yüzünden kadın cinsi, yaşamdan yoksun bırakılırken, annenin de üreme hakkı elinden alınıyor!
Yine araştırmalara göre, cinsel rollerin öğrenilmesi ve cinsel kimliğin kazanılması 3-6 yaş arasında gerçekleşiyor.
Kız çocuk aile içinde küçük yaşta baskılarla karşılaşıyor. Hele erkek kardeşi varsa baskıları daha yoğun hissediyor.Okul eğitimi sırasında da değişen bir şey olmuyor. Evde annelerine ev işlerinde yardım eden kızlar, okullarda temizlik koluna seçiliyorlar!

Toplumdaki genelgeçer anlayış zaten belli: Erkek çocuk okumalı, kız okumazsa evlenir. Kızların meslek sahibi olmaları şart değildir, nasıl olsa evlenecektir. Kızlar ileride meslek sahibi olsalar da ev işlerini öğrenmelidirler. Kızların erkek mesleklerine yönelmeleri ileride aile yaşamlarında sorun yaratır. Kızlar en çok öğretmen olmaya yönlendirilirler. (Yaz tatili, eşine ve çocuklarına zaman ayırabilme olanağı vb.)
Üniversitelilerin kaldıkları yurtların giriş saatleri bile kız ve erkek öğrencilere göre farklılık gösterir. Erkek öğrenci gece geç saatlere kadar dışarıda kalabilir.Kısacası eğitim kurumları da cinsiyet ayrımcılığını yansıtır ve yeniden üretir. Çocuklar, gençler, zamanlarının büyük bir bölümünü okulda geçirdiklerinden bundan etkilenirler.
Kentlere göç eden ailelerin kız çocuklarının ise, sahip oldukları yerel kültürel değerlerin de etkisiyle cinsiyet ayrımcılığı gördüklerini fark etmeleri zordur.
Ülke geneline baktığımızda hem kız, hem de erkek çocukların, kadınlık ve erkeklik olarak tanımlanan cinsiyet rollerini oynamaya adeta zorlandıklarına tanık oluyoruz.
Kadının toplumda ikincil konumda görünmesi ataerkil sınıflı toplumlarda başlamış, bugüne kadar süregelmiştir.
Erkek çocuğu erkeklik rolü içinde tutma görevi toplum tarafından anneye verilmiştir. Anne, toplumda erkek çocuk sahibi olmanın avantajlarından yararlandığından görevini seve seve yerine getirir. Tek korkusu oğlunun kimlik bunalımına girmesidir. O yüzden son yıllarda şiddet tırmandıkça -özellikle okullarda- televizyonlara çıkan annelerin, “erkek çocukları biz yetiştiriyoruz, sonra da şiddetten onları sorumlu tutuyoruz” yollu yakınmaları, gerçeği yansıtmaz.
Eğitim kurumlarının rolü
Peki, eğitimdeki cinsiyetçi ayrımcılık için neler yapılabilir?
Eğitim sistemimizi var olan genel kültürel politikadan ayıramayız. “Bu politikayla ne amaçlanıyor”, sorusu önemli. Okulların -anaokulundan yüksek öğrenime- cinsiyet ayrımcılığını üreten kurumlar olmaktan çıkarılması hedefleniyor mu?
Burada öğretmen, okul müdürü, idareci vb. yetkililerin tutumu belirleyicidir. Cinsiyet ayrımcılığının yeniden üretilmesinde eğitim kurumları rol oynuyorsa, engellenmesinde de iş gene bu kurumlara düşüyor demektir. Eğitimcilerin her şeyden önce, “aynı davranışı kız yaparsa ayrı, erkek yaparsa ayrı” tepki vermekten kaçınmaları gerekir.
Ancak kimi eğitimciler, 80’li yıllardan itibaren çocuk kitapları, ders kitapları ve sınav sorularında cinsiyetçi öğelerin artış gösterdiğini iddia ediyorlar. (Kadınlar şunu yapar. Erkekler bunu yapar.) Ve Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu’nun ders kitaplarına yaklaşımının da cinsiyetçiliği önleme konusunda umut vermediğini belirtiyorlar.
Günümüzde gelişen teknolojiye karşın eğitim alanında kitap, hâlâ etkili bir eğitim aracı olma işlevini sürdürüyor. Kitapların cinsiyet ayrımcılığından bütünüyle arındırılması ise mümkün görünmüyor.
Çocukları bu konuda duyarlı kılmak için yeni politikaların geliştirilmesi gerekiyor. Bunun temel koşulu ise genel anlamda eğitimin, dogmalara kapalı, bilimsel, araştıran, sorgulayan bir anlayışla yapılmasıdır. Bu tarz eğitim, kadınlara hak ve özgürlüklerinin bilincine varma fırsatını verir. Onlara siyasileşmeleri, özgürleşmeleri yönünde katkıda bulunur.
Kadın ve erkek arasındaki ilişkilerin dönüştürülmesi büyük ölçüde eğitim sisteminde yapılacak düzenlemelere bağlıdır.
Sonuç olarak; cinsiyet ayrımcılığı içselleştirildiğinde tepki görmez; ancak günümüzde, özellikle büyük kentlerde dirençle karşılaşıyor. Kızlar, cinsiyetçi önyargıların yol açtığı toplumsal baskılar yüzünden davranışlarının kısıtlanmasını istemiyorlar. Kadın hareketlerinin de desteği ve çabalarıyla buna karşı mücadele veriyorlar.
Tülin Tankut
ÖNCEKİ HABER

sokakta yemenin tadı bir başkadır

SONRAKİ HABER

asıl felaket kapitalizm

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa