22 Nisan 2007 00:00
SADEDE GELELİM
14 Nisan mitingi üzerine tartışmada taraflar mitingi kendi açılarından yorumlamaya ve mitinge anlam vermeye çalışmaktadır. Şüphesiz katılan kitle sınıfsal olarak homojen değildi ve siyasî eğilimlerini tam tespit etmek zordur
14 Nisan mitingi üzerine tartışmada taraflar mitingi kendi açılarından yorumlamaya ve mitinge anlam vermeye çalışmaktadır. Şüphesiz katılan kitle sınıfsal olarak homojen değildi ve siyasî eğilimlerini tam tespit etmek zordur. Eleştirenler mitinge katılanları darbecilikle ve milliyetçilikle suçlamaktadır; mitingi destekleyenler ise muarızlarını AB taraftarlığı ile, bölücülükle suçlamaktadır.
Mitinge katılanların yüzde kaçı darbe taraftarı idi bilinmez. Fakat mitingi destekleyenlerin ılımlı (Atatürkçü sıfatıyla kutsanmış) milliyetçiliğinin sakıncası bir kere daha ortaya çıktı. Malatyada üç Hristiyan misyoner katledildi.
14 Nisan mitingi misyonerlere karşı bir miting değildi. Ama (ADDnin internet sitesine göre) miting kürsüsünde bir konuşmada AKP iktidarında misyonerlerin faaliyetinin başını alıp gittiğinden şikâyet edilmiştir. Bu cümle, AKPnin samimî müslüman olmadığını kanıtlamak için söylenmiş olsa dahi, misyonerlerden rahatsızlık ifade etmez mi? AKP samimî müslüman değilse, bu kusur mudur? Elbette ki kürsüden söylenmiş bu cümle ile cinayet arasında doğrudan ilişki kurulamaz. Fakat cinayet aklı fikri olan herkese AKPnin veya işbirlikçi burjuva sınıfının veya emperyalizmin milliyetçiliği ve dinsel duyguları istismar çabalarına karşı, anti-emperyalizm adına milliyetçiliği ve dinsel duyguları istismar etme gayretinin ne kadar tehlikeli ve isabetsiz olduğunu göstermektedir. Nitekim şimdi cinayetin 14 Nisan toplantısını karalamak için düzenlendiğini söyleyenler var.
Neoliberal dönüşüm (ücretlerin bastırılması, çalışmanın esnekleştirilmesi, işsizlik, sosyal güvenliğin tahribi, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, eğitim sisteminin yozlaşması) insanları iflahını kesip karamsarlığa iterken, gençlere anlayamadıkları olayların bütün kabahatini bir ötekine yükleyen kolay açıklamalar cazip gelmektedir.
Anti-emperyalist propaganda yapmak isteyen aydının vazifesi patrikhane ile, misyonerler ile uğraşmak değil, emperyalizm ile kapitalizm ve egemen sınıf arasındaki ilişkiyi anlatmaktır. AKPnin misyonerlere göz yumduğunu veya Papa ile dostane ilişkisi olduğunu değil, AKPnin ve temsil ettiği sermayedar sınıfın ülkeyi yabancı sermayeye teslim ettiğini, ihracata bağladığı ekonomide ücretlerin Çindeki ücretlere endekslendiğini teşhir etmek gerekir.
Mitinge anti-emperyalist hava katmak isteyen konuşmacılar belki miting meydanında kürsüden şirketlerden, ticaret serbestisinden, kaçırılan servetlerden, ücretlerden bahsetmekle kitleyi coşturamayacaklarını hesaplayarak böyle konulara değinmemiş olabilir. Oysa yapmak gereken bu idi; budur. Tutarlı anti-emperyalist mücadele kolay iş değildir; gerçeklerden ve doğru siyasî ilkelerden sapmamayı gerektirir. Anti-emperyalist mücadele, yanlış hedefler göstermek bir yana, psikolojik puanlar toplamak için alâkasız sorunlar yaratmayı dahi kaldırmaz. Misyonerlerden şikâyet eden sözler gibi, ama tam tersinden Erdoğanla ilgili yazılmış takunyalı ve mollalı dövizler de Türkiyenin ahvali hakkında kimseyi bilinçlendirmemiştir, olsa olsa bilinçleri bulandırmış olabilir.
Burada kolay yoldan anti-emperaylizm yapmaya girişen aydınlar eleştirilmektedir. Misyonerlik faaliyetini sakıncalı görerek rapor eden istihbarat örgütlerinin tavrı da ayrı bir sorundur. İstihbarat örgütlerinin vatandaşın din değiştirmesini izlemesi, toplumun dinsel inanç veya aidiyetini takip etmesi herhâlde laiklikle zor bağdaşır. Malatya cinayeti sonrasında bu anlayışın neticesinde yurdumuzda Hristiyanların maruz kaldığı, utanç veren baskılar ve suimuamele su yüzüne çıkmaktadır.
14 Nisan mitingine katılan ve mitingi destekleyen, emperyalizme karşı duran kişilerin anlaması gereken, milliyetçiliğin ılımlısının dahi sakıncalı olduğudur. Dünya sisteminden kopmanın yolu bütün emekçileri birleştirmekten geçer; sahte umacılar ve ötekiler yaratarak emekçileri bölmekten geçmez.
Cem Somel