25 Nisan 2007 00:00

UZUN MESAFE

Adettendir, her 23 Nisan’da çalışkan, zekası yerinde, sağlıklı çocuklar bir günlüğüne Cumhurbaşkanı, Başbakan, Vali, Kaymakam vb. makamlarına otururlar. Bu adeta cumhuriyete övgüdür. Ben de kısmen bu adetin izinden giderek bir çocukla ama bir farkla, kalbimizin yarası Uğur Kaymaz ile köşemi paylaşmak istedim

Paylaş

Adettendir, her 23 Nisan’da çalışkan, zekası yerinde, sağlıklı çocuklar bir günlüğüne Cumhurbaşkanı, Başbakan, Vali, Kaymakam vb. makamlarına otururlar. Bu adeta cumhuriyete övgüdür. Ben de kısmen bu adetin izinden giderek bir çocukla ama bir farkla, kalbimizin yarası Uğur Kaymaz ile köşemi paylaşmak istedim. Henüz onüç yaşındayken kurşunlardan koruyamadığımız çocuk kalbini yaşasaydı hastalıklardan koruma adına tüm yaşıtları gibi kalbini bekleyen olası ölümcül sağlık sorunlarından birisini Akut Romatizmal Ateşi (ARA) irdeleyerek anmak istedim.
Son yıllarda azalmakla birlikte Akut Romatizmal Ateş (ARA) ülkemizde önemli bir sağlık sorunu olmaya devam ediyor. Eklem, cilt, sinir sistemi yanı sıra kalbi de tutabilmesi önemli özelliği. Bu yüzden halk arası sohbetlerde sıklıkla “çocukken kalp romatizması geçirmişim” cümlesine sıkça rastlanır. Bir dönem ülkemizde öylesine sık görülmüştür ki etkisi hekimler üzerinde bir baskıya dönüşmüş ve gelen romatizmal yakınmalı hastalarda hatalı bir tıbbi yaklaşımla nedeni ne olursa olsun ARA gibi tedaviye başlanmıştır.
Oysa ARA sıklıkla 5-18 yaş arasında ve dünyanın her yerinde görülebilen, kız erkek ayrımı yapmayan bir hastalık. Daha nadir olmakla birlikte erişkinlerde de izlenebiliyor. Genellikle hekime ateş, halsizlik, eklem yakınması ile gelirler ve sorulduğunda ortalama üç hafta öncesinde bakteriyel üst solunum yolu enfeksiyonu geçirdikleri anlaşılır. Artrit tabir edilen ve tutulan eklemde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı yapan yakınma ise daha ziyade diz, dirsek,omuz, ayak ve el bilekleri gibi büyük eklemlerde izlenir. Küçük eklem tutulumu ise çok enderdir. Birden fazla eklemi dolaşıcı tarzda tutması ayırıcı tanıda önemlidir. Tesadüfen de olsa alınan Aspirine dramatik yanıt vermesi ve eklemlerde kalıcı hasar oluşturmaması özelliklerindendir.
Hastalıkta kalp tutulumu yaş küçüldükçe artmakta “örneğin 14-17 yaş arası yüzde 33 olan oran 3 yaş altında yüzde 90’ların üstüne çıkmaktadır.” Hastalığın başlangıçtaki alevli döneminde kalp yetmezliği ve ölüme götürebilen tutulum ilk anda fark edilmeyecek kadar hafif seyrettiğinde ise sonraki yıllarda kalp kapak hastalıkları ile karşımıza çıkabiliyor. Romatizmal Kardit olarak anılan bu tablo yoksul ülke ve topluluklarda edinilmiş kalp hastalıkları ve çocuklarda kalp-damar ölümlerinin en önemli nedenidir.
Tedavide penisilin ve Aspirin baş köşededir. Bu iki ucuz ilaçla tedavinin hasta yakınlarınca basite alınıp terk edilmesi bazen sıkıntılı bir süreç yaratabiliyor. Oysa tersine Aspirin'in yakın izlemle 4-6 hafta kullanılması gerekmektedir. Penisilin tedavisinin ise özelliği uzun yılları kapsamasıdır. Genel kabul “kalp tutulumu saptanmayan hastalarda en az 5 yıl ve 18 yaşına kadar; kardit gelişmiş hastalarda 25-30 yaşlarına, kronik karditte ise ömür boyu 3-4 haftada bir kalçadan ine yapılması yönündedir.”
Sizlere bu hastalığı anlatırken “canım soğuk algınlığından ne çıkar birkaç günde kendiliğinden geçer” cümlenizin körpecik bedenlerde nelere yol açabileceğini hissettirmek istedim. Yoksa amacım üzmek değildi. Öyle ya “23 Nisan, neşe doluyor insan”!
***
Hastabakıcılar
Tıp alanında her geçen gün yeni bir meslek dalıyla tanışıyorken en eskilerinden birisini unutmaya başladığımızın farkında mısınız? Hani erkeklerine “bey” denmekten imtina edilen ve hastane koridorlarının onlara seslenilirken “…efendi” diye inletildiği meslek grubunu, hastabakıcıları!
Bu meslek dalının eğitimleri dahil geçmişte daha çok önemsendiğini eski yayınlardan anlamak mümkün. 1920'li yıllarda Dr. Kenan Tevfik ve Refik Münir tarafından yazılan “Hastabakıcılara Öğütler” adlı kitap bunlardan bir tanesi. Oysa günümüzde sağlığın piyasalaştırılması süreci önce onların işlevsizleştirilmesini gerektirdi. Yemek, temizlik, güvenlik vb. başlıklarında hastanelerin özelleştirilmeleri süreci ilk anda onlara sonradan dayatılan bazı görevlerin devriyle daha fazla hasta bakımına yöneltilecekleri duygusu uyandırıyordu. Ama öyle olmadı. Yakın yıllara kadar hasta yataklarının baş ucunda varolan acil durum çağrı zillerini sanırım hatırlıyorsunuzdur. Zillerle birlikte bu meslek de yok olmaya başladı.
Şimdilerde hastabakıcıların eğitimleri önemsenmezken yeni bir meslek grubu kurslarla yaratılmaya başlandı. Adım başı “evde hasta bakımı” kurslarından geçilmiyor. Bu aslında sağlığın hak olmaktan çıkartılıp bireyin ödevi haline getirildiği dönemin gereksinimi. Hastanelerde yetersizleştirilen hastabakıcı sayısı hastaların ceplerinden karşıladıkları ve sosyal güvenlik kurumlarının geri ödemede bulunmadığı adlarına ücretli refakatçi denilen özel hastabakıcılarla doldurulmaya çalışılıyor. Bu bağlamda süreci durduramasak da en azından hasta bakımının hastanın üzerine bir görev gibi terk edilmesini önlemek adına hukuki mücadeleyi başlatmak ve hastanede yatan hastalardan refakat zorunluluğu hekimince uygun görülenlerin cepten ücretli refakatçi giderlerinin sosyal güvenlik kurumlarınca ödenebilinmesinin yolunu açmak gerekiyor diyecektim ki duraksadım ve kendime sordum: “Böyle bir uygulama evde hasta bakımı veren emekçileri taşeronların iştahının kabarmasıyla ucuz iş gücüne çevirmez mi?” Siz ne dersiniz?
***
Siğil ve okunmuş mısır taneleri
Çocukluğumda elimde oluşan siğili gören bir komşu teyze annen birkaç mısır tanesi göndersin de okuyayım dediğinde ilk an bir şey anlamamıştım. Sonrasında yanımdaki arkadaşım söze girmiş ve gel ben sana yolda anlatırım demişti. Anlattığına göre “nefesi güçlü” kişiler mısırlara dua okuduktan sonra siğilleri olanlar mısırları tavuklara atarmış ve eğer tavuklar mısırı yerse siğiller kendiliğinden düşüverirmiş.
Önce inanmadığım diyalog sonrasında bana heyecan vermiş ve denemeye karar vermiştim. Arkadaşım haklı çıkacak mıydı acaba? Attığım okunmuş mısırları tavukların tamamen yediğine ikna olduktan sonra beklemeye başlamıştım. Beklediğime değmiş ve siğiller gerçekten kendiliğinden düşüvermişti.
Yıllar sonra Tıp Fakültesinde Mikrobiyoloji dersinde İ. Hakkı Bilgehan hocamız “bir hastanıza içmek üzere metilen mavisi verip idrar mavi çıkarsa siğillerin kendiliğinden düşeceğini söylemeniz yeterli” dediğinde önce rahatlamış sonra halkımız adına hüzünlenmiştim. Her ikisinde de beklenen şifa körü körüne inanma ve soru soramamaya dayanıyordu. Bu hüzünlenişten yıllar sonra yabancı dil öğrendiğim İngiliz hocam benzer bir tespitten yola çıkarak “sizler soru az soran bir toplum olduğunuz için gramer bilginiz daha iyi olmasına karşın İngilizceyi daha geç konuşabiliyorsunuz” dediğinde ona hak vermiş; aklıma tavuklar, siğil, mısır ve metilen mavisi yeniden gelmişti.
Dr. Zeki Gül
ÖNCEKİ HABER

Ters köşeye yattılar

SONRAKİ HABER

En iyisi mevsiminde yemek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...