26 Nisan 2007 00:00

Fahrettin Fidan’ın Oyalı Mendil’i

Yaşam koşulları, ipliği iğneye geçiren elin, kimi zaman kumaşı dikmesine izin vermiyor. Hesapta olmayan bir terslik, bütün planları allak-bullak etmeye yetiyor. Bunu yakın zamanda bir kez daha yaşadım.

Paylaş

Yaşam koşulları, ipliği iğneye geçiren elin, kimi zaman kumaşı dikmesine izin vermiyor. Hesapta olmayan bir terslik, bütün planları allak-bullak etmeye yetiyor. Bunu yakın zamanda bir kez daha yaşadım.
B. Fahrettin Fidan’ın imzalı kitabı 2006 yılının ortalarına doğru elime ulaştığı zaman, hemen oturup tanıtım yazısı yazmayı düşünmüştüm. Çünkü, hasta olduğunu duymuştum. Ne ki, dikiş dikmeye durup başaramayan el gibi, benim de kalem parmaklarımın arasında kaldı. Bugün-yarın derken, Fahrettin Fidan’ı 9 Nisan 2007 günü doğaya uğurladık.
Özellikle gençlik dönemini kapsayan zahmetli, ağır koşullar altında sürdürdüğü bir hayatı olduğunu biliyordum. 1945 yılında Bahçıvan bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğmuştu. Darüşşafaka Lisesi’ni bitirdikten sonra girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni, daha sonra da Eğitim Enstitüsü’nü maddi olanaksızlıklar nedeniyle bitirememişti. Türkiye Denizcilik İşletmesi’nden emekli olmuştu. Biraz geç de olsa, edebiyat dünyasına girerek, çok sevdiği bu denizde kulaç atmaya çalışıyordu. Önce, “Yalın Ses” adlı aylık edebiyat dergisinin direği olmaya çalıştı. Babıali dergiyi yutunca, yoğunluklu olarak yazmaya yöneldi.
Hayatını yansıtan öykülerden oluşan kitabını, ancak ölümünden sonra okuyabildim.
Fahrettin Fidan’ın “Oyalı Mendil”i on üç öyküden oluşuyor. Kitabın adını taşıyan öyküde, aşkla yola çıktığını görüyoruz yazarın. O sevgiliyle el ele değmenin verdiği heyecanla, vücuda yayılan titreşimlerin yaşandığı ilk gençlik yıllarını içtenlikle duyumsatıyor bize öykü. Gelenek görenekleriyle Anadolu’yu soluyor ve Anadolu insanının sıcaklığını yaşıyoruz.
Fahrettin Fidan öykülerinin temelini çoğunlukla yaşamdan içselleştirdiği kesitler üzerine kurduğundan ya da bire bir kendi yaşamından kurgulamalar yaparak estetik bir yapı içinde aktardığından okuyucunun da aynı anı sokaklarına girmesini ya da aynı atmosferde yaşamasını sağlıyor. Bu anlayışını, tüm ürünlerine bir telkari ustası gibi ince ince dokuyarak öykülerine bir dinamik kazandırıyor. Örneğin ülkemizde hemen hemen her insanın sağlık konusunda sorunlarla karşılaştığını, bu nedenle de yaşamını yitirdiğini hem tanıklıklarımızdan, hem de iletişim araçlarından öğrenerek çok iyi biliyoruz. Bu bağlamda yazarın: “Yapılması gereken araştırmalar ve kan grubumun bulunması için, ilk yattığım gün, on santilitre kan aldılar. Cuma günü elime bir kağıt verdiler. (Kan İsteme Formu) ile üç şişe kan isteniyor. Görünüşte her şey normal. Ne var bunda demeyin. Yalnız normal olmayan(Rh) faktörü. Çünkü, benim kanım negatif değil, pozitif… Pazartesi günü yeniden kan verdim. Yeniden tespit yapıldı. Başında bekledim. Bu kere pozitif çıktı… Eğer kendi grubumu bilmiyor olsaydım, yanlışlığın farkına varmasaydım işin sonucunu düşünebiliyor musunuz , nereye varırdı” diyerek aktardığı olay, insana verilen değeri ortaya koyarken, kapitalist düzende sağlık kurumlarının ne denli işlediğini de ortaya koyuyor.
Mısır’a yaptığı gezide; gerek ülke genelinde, gerekse İskenderiye özelindeki yaşamı ve doğayı, “Önce ‘Şahadat’ı istediler, geminin seyir jurnali. Amaçları geminin herhangi bir İsrail limanına uğrayıp uğramadığını kontrol etmek. Oysa gemiyi tanıyorlar. Yıllardır aynı gemi bu seferleri yapıyor ve aynı programı uyguluyor. Olsun”, Aktarımında görüldüğü gibi ayrıntılara giriyor “Bir İskenderiye Anısı” adlı öyküsünde. Ayrıca, bütünlüklü olarak nesnel bir değerlendirme yapmaya çalışan Fidan, depremin ardından donarak ölen bir ailenin dramını da “Azrailden Kaçış Yok” adlı öyküsünde abartıya kaçmadan veriyor.
Kitap; kız çocuğunu okula göndermeyen baba, içkinin yavaş yavaş yok ettiği bir aile, evlerden öncelikle dışlanmak istenen kitaplar, 1950 sonrası kimi olaylar ile emek konusunda yapılan mücadelenin bir kesitini, aile biriminden yola çıkarak: “ Eniştem ise son derece sinirli, tuttuğunu koparan karayağız biriydi… Daha 1950’li yıllarda, çalıştığı fabrikada sendikal çalışmalar yapmıştı. O zamanlar sendika ve sendikacılık, ne yazık ki birçok insanın yaşamını karartan komünizmle birlikte anılıyordu. İşverenle işçi hakları konusunda sert tartışmalara giriyordu. Bu tartışmalar ile ilgili yazdıklarının, Gece Postası adlı günlük akşam gazetesinde, onun adı altında yayınlandığını anımsarım” dediği, bu arada toplumsal ortamı da önümüze sunan öykülerden oluşuyor.
Yazar, bazı öykülerini kahramanın ağzıyla anlatıma sokarken, bazı öykülerinde de yazar olarak devreye girerek açıklamalar ya da eleştiriler yapıyor. Ama Yalın Ses Yayınları’ndan çıkan kitaptaki tüm öykülerin, temiz bir Türkçe ile yazıldığını, zaman zaman mizah öğelerinden de yararlanıldığını, açık ve anlaşılır olduğunu söyleyebiliriz.
Özet olarak belirtmek gerekirse; Fahrettin Fidan’ın açık sözlü, art düşüncesiz, babacan tavırlı ve en önemlisi kişiliğiyle bire bir denk düşüyor. Çünkü, “Oyalı Yazma”daki öyküler, onun pırıl pırıl olan yüreğini yansıtıyor.
Güngör Gençay
ÖNCEKİ HABER

Ölümden kaçarken...

SONRAKİ HABER

Piyasaya 100 ahlak kuralı gerekli

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...