27 Nisan 2007 00:00
GÖZLEMEVİ
Dostoyevskinin Yeraltından Notlarını (Zapiski iz Podpolya) 1962 yılında Nihal Yalaza Taluyun çevirisinden (Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları) okumuştum. Çaresiz bir insanın hayat karşısında tutunamamasının, ruhsal olarak yaralanmasının, varoluşunu dünyaya haykırmak isterken giderek kabuğunda büzüşmesinin öyküsüydü. 19 yaşındaydım; ama özellikle Yeraltı başlığı altındaki kısa bölümler çok ilgimi çekmişti.
Dostoyevskinin Yeraltından Notlarını (Zapiski iz Podpolya) 1962 yılında Nihal Yalaza Taluyun çevirisinden (Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları) okumuştum. Çaresiz bir insanın hayat karşısında tutunamamasının, ruhsal olarak yaralanmasının, varoluşunu dünyaya haykırmak isterken giderek kabuğunda büzüşmesinin öyküsüydü. 19 yaşındaydım; ama özellikle Yeraltı başlığı altındaki kısa bölümler çok ilgimi çekmişti. Yani, kahramanın kendi düşüncelerini ortaya koyduğu konuşmalar
İnsan kırmaktan alınan zevk
Sulu Sepken Üzerine adlı ikinci bölümde ise kahramanın kimliğinin ortaya çıkarılışındaki ustalığa hayran kalmıştım. Kahramanın karakteri nasıl güzel irdelenmişti! Ya insana bakış açısı? Bir yanda aşağılanmış, hastalık derecesinde vicdanlı toplum insanları, diğer yanda yeraltı insanını benliğinde birleştirmekten aciz küçük bir memurun öfkeli ve bunalımlı monoloğu Yazarımız, kendini anlatan bir biçemde, günlük ya da anı yazar gibi samimi bir ifadeyle kişiliğini, içinde bulunduğu psikolojik durumu anlatıyordu. 40 yaşlarındaydı. Yeraltı olarak nitelediği küçük, köhne bir odada yalnız yaşamakta, bulunduğu noktadan bakarken insanın varlık nedenini ve dünyadaki yerini sorgulayan bir bakış açısıyla düşüncelerini sıralamaktaydı. 20 yıldır bu şekilde yaşadığını, kendi halinde yaşayan bir memurken kalan miras nedeniyle emekli olduğunu, içine çekildiğini anlatıyordu. Eser boyunca kendi içinde olduğu kadar, memurluk hayatında da hep sıra dışı olduğunu itiraf ediyor: Kabaydım; kaba olmaktan zevk alırdım Masama gelen iş sahipleriyle dişlerimi gıcırdatarak konuşur, birinin canını sıktım mı dehşetli zevk duyardım diyordu. Romanın kahramanı, insanlarla ilişki kuramayan, kendi doğrularında yaşamaya çalışan bir insandı. Onları kolayca kırabiliyor, karşısındaki kişi kırıldığında da bundan inanılmaz boyutta zevk alıyordu. Bu yüzden mi yalnızdı? İşte bu sorunun yanıtı, önce kitabı okumanızda, sonra da Özgür Yalımın uyarlamasıyla eseri sahnede tiyatro oyunu olarak seyretmenizde yatmakta efendim.
Özgür Yalımın başarısından başlamalıyım
İstanbul Devlet Tiyatrosu, 2006-2007 sezonu için Yeraltından Notları repertuvarına aldı. Romanı, yukarıda da söylediğim gibi Özgür Yalım tiyatro metnine uyarladı ve kendisi yönetti. Ben izlemekte geciktim, ama sonunda ne yaptım ne ettim, gittim izledim. Pek de iyi etmişim, gönendim. Gönendim; çünkü Özgür Yalım, Dostoyevskinin ne demek istediğini iyi anlamıştı ve insanı, hem kişisel hem de ruhsal değişimi ve çelişkileriyle ele almıştı. Dostoyevskinin, insanlığın bütün hastalıklarının düzensizlik ve mantıksızlıktan kaynaklandığına ve mantık yürütmek yoluyla düzeltilebileceğine inanışını ve çağdaşları arasında yaygın olan pozitivizme, gözü peklik ve psikolojik kavrayışa saldırışını sahneye de başarıyla taşımıştı.
Petihofun müziği, oyuna ciddi anlamda renk katmış
Alexander Petihofun bestelediği/uyarladığı ve balalaykasıyla canlı olarak eşlik ettiği müzik, durum saptaması, durum-yer ilişkisini beyne çizmesi açısından çok iyiydi. Diğer taraftan Bay Xin repliklerine de eşlik ediyordu Petihofun müziği. Payidar Tüfekçioğlunun mükemmel ritmine ritim katıyordu. Yanı sıra, süreç içinde beliren ayırt edici motifin yinelenmesi, bir düşünceyi, bir duyguyu, bir durumu da izleyiciye anımsatıyordu. Black-Out sırasında da kullanılabilse, izleyenlerin bölümler arasında ilişki kurmasına da yardımcı olacaktı ya ne mümkün! Aziz Nesin Sahnesinin beton zemininde sahne teknisyenleri, ayakları tekerlekli masayı, yatağı, falan sürükleyerek çıkartıyorlardı.
Ali Cem Köroğlunun başarısı
Bu arada Önder Arıkın ışık tasarımı da küçük teknisyen hataları dışında kusursuzdu. Haaa!.. Esas, Ali Cem Köroğlunun epizotlar için kullandığı yürüyen/birbirinden ayrılan duvar tasarımı, ne yalan söyleyeyim her türlü takdirin üstünde değerlendirilmeli. İstanbul Devlet Tiyatrosu Aziz Nesin Sahnesinin fevkalade kısıtlı olanakları, ancak böylesine zekice ve ustaca kullanılabilirdi. Eserde ana olaydan ayrı olarak yer alan ve başlı başına konusal bütünlük gösteren ikinci derecedeki olay ya da olaylar, böylelikle seyirciye geçiyordu. Bu geçmeyi sağlamak amacıyla Özgür Yalımın ister istemez kullanmak zorunda kaldığı tam on adet black-outa ne buyurduğumu(!) soracak olursanız, halen söyleyecek söz ve önerecek çare bulamamanın üzüntüsü içindeyim.
Mehmet Özgülün çevirisi
İyi bir çevirmen olarak tanıdığım Mehmet Özgülün, kimi bence çok önemli sözcük hatalarını ne yazık ki görmezden gelip geçemeyeceğim. Örneğin gazete, dergi, kitap okuyan, okuma alışkanlığı olan kimseler için kullanılan okur sözcüğü yerine; şarkı, türkü söyleyenleri tanımlayan okuyucu sözcüğü, metin içinde hem de birkaç kez yineleniyor. Sonra da Türkçe kullanma titizliği içinde, mecazi anlamda, beklenmedik şeylerden alınan, alıngan kimse için kullandığımız limoni sıfatını tümce içine; aramız limoni oluverdi olarak değil de aramız limon rengi oluverdi olarak yerleştiriyor. Bana sorarsa hiç mi hiç iyi etmiyor.
Oyuncuların tümü başarılı
Genç oyuncular Hande Gürak, Nevşim Erzat, Yıldız Durucan, Gözde Okur görevlerini ciddiyetle yapmakta. A. Tevfik Hiçyılmaz, Sadık Takır, Seyhan Zemberek, Rezzak Aklar, Tuna Öztunç, Ayhan Anıl da öyle Tayfun Savlıoğlunun abartısı yerinde. Alptekin Serdengeçti, Ömer Hüsnü Turat, Saydam Yeniay, Ali Fuat Çimen, duygu ne kadar incelikli olursa, üstbilince, doğaya o denli yaklaşılabileceğini kanıtlar gibiler. Ezgi Çelik, Lizanın fiziksel ve psikolojik yönelimlerini nasıl oluşturacağını pek bilememiş. Dolayısıyla da Lizayı biçimlendirememiş. Ezgi Çelik, bana sorarsa (ki sormaz) işin bu tarafını nasıl becereceğini, ne yapıp ne edip birilerinden öğrenmeli. Öğrendiğinde, bir karakteri canlandırırken o karakteri coşkusal olarak yaşamanın yaratıcı süresini önümüzdeki ilk oyununda oluşturacaktır, buna yüzde yüz inanıyorum.
...Ama bir de Payidar
Tüfekçioğlu gerçeği var
Payidar Tüfekçioğluna gelince Mükemmel zekası, isyankar ve geçici iradesi tarafından kösteklenen Bay Xin durumu, inanın bana sahnede ancak bu kadar çizilebilirdi. Bay Xin fiziksel varlığını yaratma yöntemi, gizi, niteliği neydi Tüfekçioğlunun bilemiyorum, ama bildiğim, fiziksel aksiyon oyuncu tarafından sahne üstünde kendi itkileriyle uyum içinde işte böyle oluşturulmalı diyorum. Yani imgesel kurgular, önerilmiş durumlar ve kendisini eğerler yaratmaya zorlayan oyuncunun beyniyle Payidar Tüfekçioğlu, fiziksel aksiyonunun icrası için hiç ama hiç kuşkum yok ki muazzam bir imgelem çabasını seferber etmiş. Bu seferberlikledir ki Bay Xin fiziksel varlık çizgisinin yaratımı biçime kavuşmuş. Payidar Tüfekçioğlu ile Bay X arasında en ufak bir duygusal temas eksikliği yok. Oyunu izlediyseniz, bana katılmazlık edemezsiniz. Payidar Tüfekçioğlunun sanatsal şevki, bu oyunda şahlanmış.
Görün bu oyunu diyorum. En azından Payidar Tüfekçioğlunun şevkine eşlik eden heyecan verici büyülenmesine tanık olmak için görün. Bu sezon geçti diyorsanız not alın, önümüzdeki sezon görün. Aman ha, yaşamınızdan kaçırmayın bu oyunu ve Payidar Tüfekçioğlunun oyununu. Mutlaka görün
Üstün Akmen