27 Nisan 2007 00:00

DURUM

Neden koro halinde ağladıklarını anlamak gerçekten güç. Konu cumhurbaşkanlığı seçimi ve laikçi cephe bu seçimde demokrasinin olmadığından yakınıyor! Oysa olup bitenlere bakıldığında,

Paylaş

Neden koro halinde ağladıklarını anlamak gerçekten güç. Konu cumhurbaşkanlığı seçimi ve laikçi cephe bu seçimde demokrasinin olmadığından yakınıyor! Oysa olup bitenlere bakıldığında, olup bitenin bugüne kadar olup bitenlerden pek de bir farklılığı olmadığı kolayca görülebiliyor. Sadece siyasi gelenekler açısından değil, Anayasa’da belirlenmiş kurallar açısından da bakıldığında, ülke kendi cumhurbaşkanını bugünkünden farklı bir biçimde seçemezdi ve bugüne kadar da seçmedi.
Laikçi cephenin gözde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in nasıl seçildiği ne çabuk unutuldu? Sezer’in cumhurbaşkanı olacağını üç gün öncesinden bilen var mıydı? Üçlü koalisyonun liderleri –Ecevit, Bahçeli, Yılmaz- kapalı kapılar ardında anlaştılar ve ülkenin yeni cumhurbaşkanını ilan ettiler. Meclis de bu seçimi onayladı. Bugün bir koalisyon hükümeti yok. AKP tek başına iktidar ve onun adayını da Meclis onaylayacak. Yani mevcut siyasi geleneklere uyan bir davranış.
Anayasa açısından da ortada bir sorun yoktur. Laikçi cephe, cumhurbaşkanlığı seçimi için Meclis’in ancak 367 milletvekilinin katılımı ile toplanabileceğini iddia etmektedir. Oysa bu Meclis’in toplanma şartı değil, ilk turda cumhurbaşkanı seçilmek için yeterli olan sayıdır. Mevcut Anayasa’yı yapanların da açıkça ifade ettikleri gibi, Anayasa, önceki olumsuz tecrübeleri de dikkate alarak cumhurbaşkanlığı seçimini kolaylaştırmıştır. Toplanması için 184 oy yeterlidir.
Açıkçası ülkenin politik gelenekleri açısından da, anayasal hukuk açısından da her şey olması gerektiği gibidir. Laikçi cephenin itirazı, “laiklik karşıtı” saydıkları birinin cumhurbaşkanı olacak olmasıdır. Ama örneğin aday Gül değil de, laikliğine inanılan birisi olsaydı hiç itiraz edilmeyecek, bütün bunlar demokratik sayılacaktı! Demokratik bir anayasa, bu anayasanın belirlediği kurallar tarafından halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı bunların ilgi alanına girmemekte, bunun için mücadele etmemektedirler. Yanlış yığınak yaptıkları içindir ki, en küçük hamlede ters köşeye yatmakta, güç ve etki yitirmektedirler.
Peki laikliğin elden gideceğine ilişkin iddiaları ortaya atmaları ve ortamı bu nedenle gerginleştirmeleri doğru mu? Bu da doğru değil. Ülke bir iç savaştan geçmeden ve bu savaşta laik ve demokratik güçler kaybetmeden bugünkü laiklik ortadan kaldırılamaz ve yerine bir şeriat yönetimi konulamaz. Çünkü modern yaşamı savunan kitleler, bugün ortaya çıkmış olanlardan daha geniştir. Esasen “dinci” diye adlandırılan AKP gibi partilerin tabanında da dini yönetim isteyenlerin oranı oldukça düşüktür.
Devleti yöneten geleneksel güçler açısından ortada ciddi bir ikiyüzlülük bulunmaktadır. Bunlar dini, üstelik İslam’ın sünni versiyonunu istedikleri gibi kullanmakta, ama bazı biçimsel –cumhurbaşkanının eşi türbanlı olabilir mi gibi- sorunlarda ona hak tanımayı reddetmektedirler. Oysa AKP’ye damgasını vuran özellik dinciliği değil, Batı yanlılığı, IMF’ciliği ve büyük devletlere bağlılığıdır. Bu hükümet işsizliği ve yoksulluğu yaygınlaştırmasından, buradan kaynaklanan toplumsal çürümeden –hırsızlığın, cinayetlerin, ahlak düşkünlüğünün yaygınlaşması vb-, ülkeyi başta ABD olmak üzere büyük devletlere sıkıca bağlamaktan, ekonomiyi sömürge ekonomisine çevirmekten, çalışma ve yaşam koşullarını ağırlaştırmaktan dolayı ciddi bir muhalefetle karşı karşıya kalmamıştır. Hükümetin bu noktada şansı, karşısında Baykal gibi bir lidere sahip CHP muhalefetinin bulunması olmuştur.
Asıl zayıf noktalarından ciddi bir muhalefetle karşılaşmayan hükümet -kuşkusuz bu durum böyle devam etmeyecektir- karşı “laikçi” güçlerle adeta alay etmekte, onlara yenilgi üzerine yenilgi yaşatmaktadır. İşçi ve emekçi sınıfların hareketi ve mücadelesi kuşkusuz gelişip ilerleyecektir ve bugün açıkça görülmese de olan budur. Bu hareket gelişip güçlendiği oranda yapay politik gündemler bir kenara atılacak, ülke gerçek sorunlarla yüz yüze kalacaktır. Şimdi ancak ABD’nin önderliğinde anlaşan “dinci ve laik güçlerin” liderleri, halka karşı hep korudukları birliklerini, halk hareketinin ilerlemesi ile daha da sağlamlaştıracaklar, bunu açığa vuracaklar ama, hep birlikte eski düzenin savunucuları olarak süpürülmekten kurtulamayacaklardır. Tarih başka türlüsünü yazmadı ve yazmayacak.
Ahmet Yaşaroğlu
ÖNCEKİ HABER

Şirinevler’de de bina çöktü!

SONRAKİ HABER

Cumhurbaşkanlığında kritik ilk tur bugün

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa