29 Nisan 2007 00:00
MERCEK
Cumhurbaşkanlığı seçiminin 367 şartı tartışmalarıyla Anayasa Mahkemesine taşınması, sermayenin belli başlı güç ve kurumları arasındaki ilişkileri daha da gerginleştirecek.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin 367 şartı tartışmalarıyla Anayasa Mahkemesine taşınması, sermayenin belli başlı güç ve kurumları arasındaki ilişkileri daha da gerginleştirecek. Eğer A. Gül üzerine gizli anlaşmalar yapılmadıysa burjuva cephede işler daha da zorlaşacak. Diğer yandan, Cumhurbaşkanlığı seçiminin daha ilk turda mahkemelik olması, erken genel seçim tartışmalarını da yoğunlaştırdı. İki seçim, devlet yönetimi ve kurumlarının ilişkisi bakımından oldukça sıkı bağlara sahip. AKP kurmayları baskın bir erken seçim düşüncelerini açıklamış bulunuyorlar.
AKPnin AKP Hükümeti-AKPli Cumhurbaşkanı planının gördüğü toplumsal ilginin sadece egemen güçlerin yönetim güç ve olanaklarını elde tutma kavgasıyla ilişkili olmadığı, laikçilik-şeriatçılık çelişkisi ve ikilemiyle de ilişkili olduğu bir gerçektir. AKP de, Genelkurmay, CHP, MHP de, onların etrafında yığılmış görünen güçler de bunu bilerek hareket ediyorlar. Cumhurbaşkanlığını sembolik bir kurum gibi göstermelerine karşın, Cumhuriyet tarihi boyunca iktidar ve güç kavgasının önemli bir sahası olarak ele almaları, onun görünür olanın ötesinde bir makam olarak değerlendirildiğini gösteriyor.
İstismar ve kaygı bir arada: Birbirleriyle güç ve iktidar kavgası yürüten sermaye güçleri, iki başlıca kamplarıyla da halkın duygu, inanç ve kaygılarını istismar ederek; emekçilerin omuzları üzerinden iktidar sahipliğini sürdürmek istiyorlar. Aralarındaki kapışmanın işçi ve emekçilerin çıkar ve haklarıyla; ülkenin bağımsızlığı üzerine titizlenmeyle; demokratik siyasal özgürlüklerle olumlu bir ilişkisi yoktur. Söz konusu bu hak, çıkar ve öncelikler olduğunda, burjuvazinin birbirleriyle de çekişme içindeki bu güçleri aynı kampta; aynı gerici cephede yer almaktadırlar. Bağımsızlıkçı ve antiemperyalist değildirler. Aksine emperyalistlere işbirliği, ülkeyi uluslararası sermaye ve tekellerin çıkarlarına açma konusunda sözü edilir anlayış farkına sahip değiller. Antidemokratik siyasal sistemi sürdürmek için tüm güç, olanak ve araçları kullanmaktan kaçınmıyorlar. Ancak, aralarındaki mevki, güç ve iktidar kavgasının istismar malzemesi olarak kullanılabilecek bir halk duyarlılığı; bir inanç ve anlayış farklılığı olduğu da görmezden gelinemez. Eğer onları başlıca iki taraf olarak alırsak, taraflardan biri halkın dini inançlarını istismarı öne alarak; ve diğeri de yine halkın ve ilerici aydın kesimlerin burjuva haklar ve laiklik kaygılarını kullanarak birbirlerine üstün gelmeye çalışıyorlar. İşçi ve emekçilerle kitle örgütleri ve aydın kesimlerinin çok büyük bir kitlesinin bu iki gerici kamp etrafında taraf olmaları kuşkusuz ki kendi çıkarları aleyhine, ancak inkar edilemeyecek gerçek bir toplumsal durumdur. Halk kitleleri her iki seçimi de kendi durumları ve yaşamlarıyla ilişkisiz görmüyorlar. İlgi gösteriyorlar ve bugün için sahip oldukları bilinç düzeyi ne ise o doğrultuda taraf tutuyorlar. Bir bölümü burjuva aydınlanması ve laik cumhuriyetin korunmasını önemsemekte, ortaçağcı karanlık anlayışların cenderesine alınma kaygısıyla hareket etmektedirler. Bu kaygı, kitlelerin bir bölümünü, kendi duygu, düşünce ve beklentilerini istismar edenlerin yanına itmekle birlikte, yersiz ve gereksiz değildir. İşbaşına gelmeden önce ve hükümeti kurduğundan bu yana izlediği politikalarıyla halkın dini duyarlılık ve inançlarını sömürmekle kalmayıp sistem kurumlarını tarikatçı-Ilımlı İslamcı kadrolarla doldurmaya girişen ve her fırsatta takiyeci politikaları sergilemekten kaçınmayanların, toplumu türbana sarmaya kalkışmalarına seyirci kalınması elbette savunulamaz. Yarım, eksik ve ciddi anlamda sorunlu da olsa burjuva laisizmi yönündeki ilerleme ve bilim ve aklın yol göstericiliğinde yürüme halkın yararınadır. Kötü ve yine sorunlu olan ise bunun cuntacı-darbeci, şoven ve antidemokratik sermaye partileri ve kurumları tarafından kullanılması/istismar edilmesidir.
Halk kitlelerinin çıkar ve haklarıyla ülkenin bağımsızlığını esas alan bir cumhurbaşkanını seçmeye emekçilerin bugünün koşullarında ve pratik olarak olanakları yoktur. Bu durumda yapılacak olan, bu iki sermaye kampının dışında kalmak, fakat burjuva aydınlanması ve halkın demokratik haklar için mücadelesinin ürünü burjuva hak kırıntılarının ortadan kaldırılması girişimleri karşısında da tavırsız kalmamaktır. Sınıf bilincine ulaşmış işçilerin, emekçilerin ileri kesimlerinin ve halkın çıkarlarına bağlanmış aydınların sorumluluğu, emekçilerin en geniş kitlelerinin, istismar ve kullanılma durumundan çıkmalarına yardımcı olacak bir çalışmayı örgütlemektir. Bu çalışma ne kadar başarıyla örgütlenir ve sürdürülürse, işçi ve emekçilerin sermayeden bağımsız tutumu o denli ilerletilebilir. Burjuva hakim klikler arası dalaşmanın aleti olmamaları, genel seçimlere hazırlıksız yakalanmadan kendi talepleri için örgütlü mücadeleyi yükseltmeleri ve temsilcilerini parlamentoya gönderme olanağını zorlamaları için yardım da ancak bu durumda mümkün olur. Bu çalışmanın daha kalıcı kazanımlar için dayanak işlevi göreceği de açıktır.
A. Cihan Soylu