01 Mayıs 2007 00:00

GÖZLEMEVİ

Mustafa Avkıran ile Övül Avkıran ve bir avucu zor dolduran aydın kişi, Türk tiyatrosunda ezberi bozmak, yan yana durulabilirliğin örneğini kamuoyuna sunmak için; bir tasarım kültürü, bir seyir ve seyirci kültürü yaratmak; bu kültürü sürekli kılmak için garajistanbul’u kurdular.

Paylaş

Mustafa Avkıran ile Övül Avkıran ve bir avucu zor dolduran aydın kişi, Türk tiyatrosunda ezberi bozmak, yan yana durulabilirliğin örneğini kamuoyuna sunmak için; bir tasarım kültürü, bir seyir ve seyirci kültürü yaratmak; bu kültürü sürekli kılmak için garajistanbul’u kurdular. Onlara 50 civarında bireysel, 35 de kurumsal destekçi yürek verdi, bilek verdi. Yokluk, yoksulluk ve yoksunluk söylemlerini bozdular, koşulsuz üretmenin, üretileni göstermenin yolunu gösterdiler. 2007 Mart ayının son günlerinde garajistanbulpro yapımı, son otuz yılın en ilginç yazarlarından Sevim Burak’ın “Yanık Saraylar (1965 - 2. Basım Haziran 2004 YKY)” başlıklı kitabındaki öykülerden Naz Erayda’nın uyarladığı, tasarladığı ve yönettiği “Ya Seni Rüyasında Bir Daha Hiç Görmezse” ile bir kez daha seyircilerinin karşısına çıktılar. Oyunlarını yalnızlık, paranoya, ölüm, azınlık olma hali üzerine kurguladılar; hareket, ses, söz, ışık, görüntü ve oyun parçalarından oluşturdular.

Naz Erayda ‘çok zor’u başarmış
Zor bir işti Naz Erayda’nın giriştiği. Sevim Burak’ın kırılmalarla yek diğerine eklemlenen, zikzaklar çizen dilini alacaksın; sakladığı ya da arkasına saklandığı tümcelerini, tümcelere gizlediği gizli anlamları bulacaksın; görünen görünmeyen alanlarıyla, Sevim Burak’ın aynasının arkasına sürdüğü ince metal tozdan arındıracaksın, o aynayı cam yapacaksın! Bütün bunları yapabilmek içinse Sevim Burak’ı çok iyi anlayacaksın! Naz Erayda anlamış. Anladıklarını teknik yönetmenine (Kerem Kurdoğlu) de, müzik ve ses tasarımını yapacak olana da (Ayşe Tütüncü), ışık tasarımcısına (Yüksel Aymaz) da, oyuncularına (Derya Alabora, Mustafa Avkıran, Övül Avkıran, Güneş Berberoğlu, Gülbin Yeşil) da, video performansta rol alacak “esas” oyuncular dışındaki (Çağlar Çetin, Ayça Damgacı, Deniz Erdem, Roza Erdem, Nadi Güler, Mustafa Kaplan, Kerem Kurdoğlu, Aslı Mertan, Hakan Milli, Filiz Sızanlı) oyunculara da, görüntü yönetmenine (Doğan Sarıgüzel) de anlatmış. Daha doğrusu anlatmayı başarmış.

Oyuncular anılar dünyasının gerçek kişileri
Naz Erayda, aynen Sevim Burak gibi biçime ağırlık verir gibi görünmüş gösteriyi yönetirken. Oysa, esasında bal gibi içerikle, insanla ilgilenmiş, tıpkı Sevim Burak gibi. Sevim Burak’ın sözcüklerle resim yapmasından yola koyularak, bir anlamda Sevim Burak’ın sözcüklerinden tiyatro yapmış. İçeriği savsaklamadığı gibi, üstüne üstüne basmış. Daha yüksek, daha yüksek sesle okumak istemiş öykü/leri. Daha hızlı ya da daha ağır, ama kasıla kasıla. Bu arada, bütünüyle görsel bir tat aramış. Sevim Burak’ın yazılarının temelinde yatan derin “humor”u bir güzel kullanmış. Tıpkı Sevim Burak gibi, sevgisini hiç yitirmeyen bir ince alayla yaklaşmış anlatacağı kişilere. Kişiler, bir anılar dünyasını hem yaratan, hem de o dünyanın yarattığı kişilerden oluşmuş.

Sevim Burak’ın duygunluğunun karşılığı
Pekiii… Sevim Burak’ın “Yanık Saraylar” adlı kitabındaki öykülerinin düşündürdüğü kavramlar ve çağrışımlardan Naz Erayda’nın uyarladığı, tasarladığı ve de yönettiği “Ya Seni Rüyasında Bir Daha Hiç Görmezse”yi seyirci kolayca anlayabilir, algılayabilir mi? Bence hayır! İşte burada garajistanbul’un işlevi başlamış. Hani gösteri sanatlarının zamanının geri geldiğini; sadece düşünüp, konuşup, unutma zamanlarının sonunun geldiğini; üretimin, üretimi kışkırtacağı, zorlayacağı süreçler oluşturmanın zamanının geldiğini savlıyorlar ya!.. Bu gösterilerinde de, seyirciyi öykülerdeki kuramsal dünyanın nasıl gerçek dünyaya bağlı olduğuna tanık ediyorlar. Anlatılandaki düşünceler, gerçekçi dünya görüşüne aykırı da olsa, gerçekçi dünya görüşünden çıkıyorlar. Gösteride bilgi doğrulanıyor, ama bilimsel dünya gerçeği bilinçli olarak kurcalanmıyor. Çünkü, özde olan güvensizlik, günlük yaşamın gelişimine katılamaması, gerçeğin gidişine ayak uyduramamasından kaynaklanmaktadır. Kötümserlik, Sevim Burak’ın duygunluğunun karşılığıdır, hepsi bu! Yani, yazmaya zorunlu olduğu şeyin ta kendisidir kötümserlik.

Derya Alabora’nın öykü çözümlemesi
“Ya Seni Rüyasında Bir Daha Hiç Görmezse”yi izlerseniz, bana mutlaka hak vereceksiniz, eminim. İşte, özlemini duyduğum oyunculardan Derya Alabora’nın derin “Ben”ine, gizine, yaratısının somut anlarında temel aldığı deneyimlere dayandırdığı bir imgelemden gelen öykü çözümlemesi var ya! Derya Alabora, çözümleme işlemini yaparken, esasında bir imgenin bir imgeleme eyleminin çözülmesi sonucunda ortaya çıkan gerçeğini açığa çıkarmaktadır. Benim anladığım bu!

Övül Avkıran’ın tek tümceye varışı
Bedenini bir gösterge vericisi, izleyiciye işaretler göndermek için ayarlanmış bir semafor olarak kullanan Övül Avkıran’ın, “yenik kadın”ın, o sahici olmayan kadının, o imgenin yerine geçmek istemesi de inanın bana bu gerçekten kaynaklanmaktadır. Tek tümceye bile bilinçle varıyor Övül Avkıran. Bilinçle vardığı acaba bir boşluk mudur? Belki de… Öykü birden o boşlukta anlam kazanıyor, elbette Övül Avkıran ile birlikte.

Gülbin Yeşil’in önlenemez şaşkınlığı(!)
Coşkularını yönetmesini ve onları beceriyle okutmasını bilen Gülbin Yeşil’in yaşamasını, tanımasını, düşünmesini, oynamasını “sezgi”ye dayandırması da bence bu nedenle. Bilgileri ve deneyimi, oynarken Gülbin Yeşil’i şaşırtıyor. Oyunculuğunu kendiliğinden yanlış gibi görüyor, sonrasında oyunculuğunun kendiliğinden oluşuna şaşıyor. O duvardan o duvara koşması, başından geçen bir olgudur artık. Başından geçtikten sonra kavrayabildiği, yarı bilinçli yarı bilinçsiz bir olaydır.

Mustafa Avkıran’ın kendine özgü duygulanımları
Mustafa Avkıran, Mustafa Avkıran’ın seyirci tarafından görülebilir, okunabilir, “temsil” edilme konvansiyonuna uygun o Mustafa Avkıran’a özgü duygulanımlarıyla bu kere başkaldırmıyor, öykü/lerdeki kişiler gibi sadece gerçeklerin düşünü görüyor. Kimi zaman gerçeği, yaşamdaki gerçekten uzaklaştırıyor. Çapraşık yollardan geçiyor, ammaaa aklını sonuna dek harcayarak gerçeği buluyor. Gel gelelim, bulduğu gerçek birilerinin yitirdiği gerçek. Bu gerçek sanki, bir zamanlar taş kadar sert olan, giderek yıpranan yokluğu, boşluğu, hiçliği yansıtıyor.

Güneş Berberoğlu’nun benim indimde simgeledikleri
Bana sahnede her izlediğimde, özel tat sunan oyunculardan Güneş Berberoğlu’nun öykülere göre durmadan değişen, çevrede gölge gibi dolaşan varlığı, nasıl anlatayım bilemiyorum, sanki olmayan bir şey gibi bir “şey”! Gerçeği, yaşantısına, insanlara, her şeye aykırı bir “şey” olduğunu düşünerek geçiyor mikrofonlardan birinin karşısına ya da koşuyor o duvardan o duvara. Gerçeğe benzeyen bir yaşam yaratmak isteğidir bu. Öykü/lerdeki kadınların neden, hep böyle çilekeş, erkeklerin niçin böylesine kötü olduklarını bence Berberoğlu simgeliyor. Yanılıyor olabilirim, benim algılamam bu. Kim karışabilir ki?
Haaa… Bu arada, siz de: “Yorumuma kimse karışmasın” diyenlerdenseniz, “Ya Seni Rüyasında Bir Daha Hiç Görmezse”yi izlemenizi öneriyorum. Nerede, nasıl orasını bilemem. Bildiğim, gece olduğunda gösterinin rüyasını göreceğiniz. Az şey mi bu?
(Garajistanbul – Beyoğlu / Telefon: 0212 244 44 99 – 17, 18 Mayıs Saat 20.00’de; 19 Mayıs Saat 15.00’da)
Üstün Akmen
ÖNCEKİ HABER

Gorkiy halkının öğrencisiydi

SONRAKİ HABER

Her şey ‘adalet’ için

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...