03 Mayıs 2007 00:00
JİN û JîN
Cumhurbaşkanlığı seçimi meselesi üzerinden ortalık toz duman. Sivil-demokratik(!) cumhuriyetçiler ve laik-demokratik(!) cumhuriyetçiler arasındaki kavga içinde çok önemli iki demokrasi testi yaşadık:
Cumhurbaşkanlığı seçimi meselesi üzerinden ortalık toz duman. Sivil-demokratik(!) cumhuriyetçiler ve laik-demokratik(!) cumhuriyetçiler arasındaki kavga içinde çok önemli iki demokrasi testi yaşadık:
Biri, Malatyada yaşanan Zirve (Kay-Ra) Yayınevi katliamı idi. EMEP Malatya İl Örgütünün basın açıklamasında sorduğu sorular ve dikkat çektiği konuların çoğunu alıntılıyorum:
Bu insanlık dışı saldırının arkasında ırkçı-faşist-ortaçağ kalıntısı gerici zihniyet ve ideolojik yapı bulunmaktadır.
Bu yapı, özel harpçi, kontrgerillacı, Türk-İslam sentezcisi derin devlet geleneğinden bağımsız değildir. 6-7 Eylül olaylarından başlayarak Kahramanmaraşta, Çorumda, Sivasta, Gazi Mahallesi katliamlarında olduğu gibi, bu gelenek kanla beslenmeye devam etmektedir. Dün aynı güçler tarafından, farklı etnik ve inanç kimliği nedeniyle üniversite öğrencisi Ümit Cihan Tarho, değerli aydın Hrant Dink, öğretmen Hüseyin Cebe katledilmiş, bugün de 3 Hıristiyan hunharca katledilmiştir.
Çünkü bu ideolojik kimlik, resmi ideoloji olarak koruma görmekte, el altından beslenmekte ve lazım olduğunda, birkaç zavallı piyon üzerinden piyasaya sürülmekte ve kahramanlaştırılarak topluma yeniden sunulmaktadır.
Hep beraber şu soruları sormak istiyoruz:
1) Bir kısım sivil toplum örgütleri temsilcileri, bir kısım siyasi partilerin yöneticileri ve gençlik kolları; farklı inançlara karşı misyonerlik iddiası ile düşmanlaştırıcı, kışkırtıcı açıklamalar yaparken, haklarında, ünlü halkı ırk, sınıf, dini inanç farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek iddiasıyla kamu davası açılmış mıdır, bu konuda ceza alan kimse var mıdır?
2) 2005 yılında Ülkücü gençler ile bir kısım esnaf; Kay-ra Yayınevinin İncil dağıtma faaliyetine saldırırken, kolluk güçlerinin herhangi bir müdahalesi olmuş mudur, bu kişiler hakkında yasal işlem yapılmış mıdır? Yoksa, duyarlı vatandaş muamelesi mi görmüşlerdir?
Soruları sorulmuş ve bir cevap da verilmişti:
Laik ve demokratik bir ülkede; devlet, kurumlarıyla inanç ve düşünce özgürlüğünü güvenceye almak zorundadır. Buna sadece çoğunluk inancı değil, azınlık inançları da dahildir. Özellikle çoğunluğun, azınlık üzerinde baskı kurmasına izin verilemez. Hele hele bu sebeple yaşam hakkının ortadan kaldırılmasına seyirci kalınamaz.
Açıklamada, cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden saflaşan iki kesime de seslenerek, Eğer bir demokrasi sınavı gerekiyorsa, hiç kuşku yok ki, o gün işte bu gündür, Eğer bir laiklik sınavı gerekiyorsa hiç kuşkunuz olmasın o sınav günü bugündür denilerek cinayeti kınamaya davet edilmişlerdi.
Bu kesimlerin bir kısmı, zaman içinde, cinayeti kınadılar. Ancak, bu kınamalarda dahi, baskın olan yan; ayrımcılık ve insan yaşamına saldırıdan duyulan üzüntü değil, yabancıların bu durumu Türkiye veya Malatya aleyhine kullanmaları idi. Özeleştiri yerine, onlarda da var, önce kendilerine baksınlar yaklaşımı ile Solingen katliamının, ABDdeki okul baskınlarının hatırlatılmasından ibaretti. Bu yaklaşımların demokratik tutumla bir ilgisi yoktur. Başkalarının cinayetleri, sizin cinayetlerinizi haklı ya anlaşılabilir kılmaz. Başbakanın, İçişleri Bakanının, CHP ve Saadet Partisinin, BBPnin tutumları birbirinden farksız, aynı samimiyetsiz yaklaşımlardı. Asıl çözümü gereken sorun da bu.
1 Mayıs 1977 katliamının 30. yıldönümünde İstanbul Valisi, güvenlikte yer alan polis ve askeri birimler; demokrasinin işçi sınıfı ve emekçilere, demokrasi güçlerine fazla olduğunu, bir kez daha copla, biber gazıyla, tazyikli suyla, panzerlerle, binlerce gözaltıyla hatırlattı!
İkinci demokrasi testi 1 Mayıstı. Millet iradesi-sivilleşme şampiyonlarıyla çağdaş-laik devlet sevdalılarına duyurulur!
Yıldız İmrek Koluaçık