05 Mayıs 2007 00:00

YENİ DÜNYA

İktisat öğrenimine başlayan hemen hemen her öğrencinin takıldığı bir varsayımdır iktisadi birey, diğer adıyla “homo economicus” kavramı.

Paylaş

İktisat öğrenimine başlayan hemen hemen her öğrencinin takıldığı bir varsayımdır iktisadi birey, diğer adıyla “homo economicus” kavramı. “Homo economicus”, toplumsal ilişkiler bütününden soyutlanmış, duygulardan arınmış, tercihlerine dair kendi maddi faydasını en üst düzeye çıkarmak dışında bir kaygı gütmeyen, “rasyonel” bireydir. İktisat eğitiminin sonraki yıllarında öğrencinin karşılaşacağı iktisadi modeller hep bu temsili soyutlama üzerinden gerçekleştirilecektir. Bu soyutlamanın ne oranda gerçekçi olduğu, ilk dönemler genç iktisat öğrencisinin kafasını kurcalar; ne var ki bir süre sonra her okuduğu ders kitabında genel geçer bir doğru olarak sunulan bu varsayım, öğrencinin temel analiz aracı haline gelir. O artık bir “iktisatçı” olmuştur. Peki, egemen şekliyle günümüz iktisadı dış dünyayı algılamamızı ne ölçüde kolaylaştırmaktadır ve yukarıda vurguladığımız varsayımların ideolojik yansımaları nelerdir?
Bu sorunun cevabı için isterseniz Cornell üniversitesinde yapılmış olan, eğitim yılının hem başında hem de ilk dönemin sonunda tekrarlanan anketlerle ekonomi eğitiminin, bireylerin stratejik davranışları üzerindeki etkisini araştırmayı amaçlayan bir deneyin sonuçlarına kısaca bir göz atalım. Denekler A, B ve C olmak üzere üç gruba bölünmüştür. A grubu ve B grubu birinci sınıf iktisat öğrencilerinden oluşmaktadır. İlk grup, iktisada giriş dersini, neo-klasik iktisadın bireysel çıkara dayalı stratejik varsayımlarına büyük ağırlık veren bir iktisatçıdan almaktadır. İkinci grubun dersine ise Çin’de ekonomik kalkınma üzerine uzmanlaşmış, neo-klasik iktisadın temel varsayımlarına yer vermekle birlikte aynı derecede önem atfetmeyen, sosyal sorunlara da duyarlı bir iktisatçı girmektedir. C grubu ise birinci sınıf astronomi öğrencilerinden oluşan bir kontrol grubudur. Ankette, öğrencilere başlıca iki soru sorulmaktadır. İlki, yolda yürürken içinde 100 dolar bulunan ve üzerinde size ait olduğunu gösteren isim ve adres bilgileri yazılı bir zarf düşürdünüz. Sizce bu zarfı bulan bir yabancının bu zarfı size iade etmesi ihtimali nedir? İkinci soru ise böylesi bir zarf bulmanız durumunda sizin bu zarfı sahibine iade etmeniz olasılığı nedir? Anketlerin sonuçları göstermektedir ki iktisat öğrencilerinin, eğitim yılının başında yani iktisat öğrenimine henüz başlamamışken verdikleri cevaplar birbirleriyle ve astronomi öğrencileriyle hemen hemen aynı seviyededir. Dönem sonunda yapılan anketlerle karşılaştırıldığında ise görülmektedir ki A grubuna mensup öğrencilerin yüzde 44’ünün, B grubu öğrencilerinin ise yüzde 38’inin düşürdüğü zarfın başkası tarafından bulunması durumunda geri verileceğine dair inancı azalmıştır. Aynı şekilde zarfı kendileri bulmaları durumunda iade etme ihtimalleri de A grubunda yüzde 29, B grubunda ise yüzde 25 oranında azalmıştır. İktisadın temel varsayımlarıyla tanışmamış olan astronomi öğrencilerinde ise bu düşüş yüzde 10 seviyesinde kalmıştır.
Cornell deneyi, iktisat öğreniminin bir dönem içerisinde öğrencinin ideolojik duruşunu yeniden yapılandırmakta ne oranda başarılı olduğunu göstermektedir. Öğrenci, bu süre boyunca maddi çıkarları peşinde koşuşturan bireylerden oluşan, etik değerlerin ve sosyal normların yeri olmayan bir dünya portresiyle karşılaşmaktadır. Bu koşuşturma içerisinde durup yere düşeni kaldırmaya çalışan da arkadan koşanların altında ezilip gitmeye mahkumdur. İktisat öğrenimi sayesinde böylesi acımasız bir dünya ile tanışan genç iktisatçı için artık “rasyonel” olan, sokakta bulduğu parayı -bu o paraya ondan çok daha fazla ihtiyaç duyan bir emeklinin üç aylığı da olsa- geri vermemektir.
Yine “İktisatçılar Kötü Vatandaşlar mıdır?” başlıklı bir makale, ABD’deki iktisatçıların diğer akademisyen gruplarına oranla daha çok vergi kaçırdığını, bunun arkasında yatan en önemli etkenin ise herkesin vergi kaçırdığı bir ortamda rasyonel olanın, mümkün olan en az vergiyi ödemek olduğuna dair inanç olduğunu vurgulamaktadır. Bu araştırmalar, iktisat öğreniminin ideolojiden arındırma diskuru altında genç beyinler üzerinde nasıl bir ideolojik hegemonya yarattığının ve bireylerin hayata karşı duruşlarını nasıl şekillendirdiğinin açık ispatıdır. Geçen senelerde Amerikan üniversitelerinde yapılan araştırmalar göstermiştir ki Bush ve partisine en yüksek oranda destek veren akademisyen grubu iktisatçılardır.
***
Ünlü iktisatçı Mancur Olson, 1965 yılında yazdığı “Kolektif Eylemin Mantığı” başlıklı çalışmasında, “rasyonel” bireylerin stratejik davranışlarına dayalı “mahpus ikilemi” üzerinden bazı toplumsal örgütlenmelerin neden başlamadan bitmeye mahkum olduğunu açıklamaya çalışır. Halen iktisat literatürünün en çok referans verilen kaynaklarından biri olan bu çalışmada Olson, Marksizmin öne sürdüğünün aksine, bireylerin sınıfsal çıkarlarıyla örtüşmeyen bireysel çıkarları olduğunu ve sınıfsal eylem önünde engel teşkil ettiğini vurgulamaktadır. Sözgelimi grevdeki bir işyerinde bir işçinin greve katılması, Olson’a göre rasyonel değildir. Çünkü rahat ve güvenlik içerisinde evinde otursa da grevin kazanımlarından faydalanabilecektir. Tüm işçilerin aynı şekilde düşündüğü durumda ise grevin yürütülmesi olanaksızdır. Bu durumda, sendikaların greve katılmayan işçilere ağır bir yaptırım uygulaması dışında bir çıkar yol yoktur. Olson’a göre grubun, yani işçi sayısının büyüklüğünün artması ile birlikte yaptırımların uygulanması zorlaşacak ve kolektif eylem imkansızlaşacaktır. Aynı durum kitlesel eylemler için de söz konusudur. Baskı altındaki bir diktatörlükte özgürlük talebiyle sokağa çıkmanın maliyeti, yaşamsal boyutta olabilir. Aynı şekilde grupta bir kişinin eksik ya da fazla olması, bireyin kendisine maliyetiyle kıyaslanmayacak ölçüde düşük fayda sağlayacaktır. Bu durumda “rasyonel” birey, evinde oturup onun talebinin diğerlerince dile getirilmesini izlemeyi tercih edecek ve herkes aynı şekilde düşüneceği için de kolektif bir eylem ortaya konamayacaktır.
Olson’ın teorisi, kolektif eylemin oluşmadığı kimi durumlara dair kısmi açıklamalar sunabilmekle birlikte en büyük problemi, neden oluştuğunu açıklamakta yetersiz kalmasıdır. Teori, “Genovese sendromu” olarak da adlandırılan Kitty Genovese adlı kadının New York’ta 40 komşusunun meraklı bakışları altında yarım saatten uzun süren bir boğuşma sonucu öldürülmesini ve komşuların müdahale etmek bir yana, polise telefon açmaya bile zahmet etmediği olaya açıklama sunabilmektedir. Ne var ki modern silahlarla donanmış İsrail askerleriyle sapanıyla çatışan Filistinli gençleri açıklayamamaktadır. Kitabın yayımlanmasından yalnızca 3 yıl sonra, ülkemiz dahil dünyanın dört bir köşesinde patlak veren ‘68 eylemleri de göstermiştir ki bireyler, maddi fayda-maliyet analizinin ötesinde farklı motivasyonlarla hareket edebilmektedirler. Gerçek şudur ki bireyler, kendi eylemlerinin başkalarına sağladığı faydadan da maddi olmayan bir fayda elde ederler. Bu faydanın maddi fayda gibi ölçülmesi mümkün olmadığından, çoğu kez egemen iktisat biliminin sınırlarının dışında kalır. Oysa çoğu zaman tarihte kırılma yaratan toplumsal dönüşümlerin ardında, böylesi bireylerin şahsi çıkarlarını aşan güdülerle gerçekleştirdikleri eylemler yatar. Bunlar, en büyük baskı dönemlerinde toplumsal direnç mekanizmalarını oluşturan, toplumsal hareketlenme dönemlerinde ise harekete önderlik edenlerdir. Halkın kurtuluşu için hayatları pahasına mücadele verenler, iktisadın tanımladığı şekilde “rasyonel” değillerdir, ama dün var oldukları gibi yarın da var olacaklardır.
Murat Birdal
ÖNCEKİ HABER

Kültür merkezi 15 yıldır kilitli

SONRAKİ HABER

GDO’lu mısırlar piyasadan toplatılmalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa