05 Mayıs 2007 00:00

‘Deniz Gezmiş; insanlığın yeni bir dünya özlemidir’

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın bu yıl idam edilişlerinin 35’inci yıldönümü. 35 koca yıl; Onlarsız ama Türkiye’deki hemen hemen herkesin beyninde, yüreğinde, bilincinde var olarak geçti.

Paylaş

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın bu yıl idam edilişlerinin 35’inci yıldönümü. 35 koca yıl; Onlarsız ama Türkiye’deki hemen hemen herkesin beyninde, yüreğinde, bilincinde var olarak geçti. Toplumun her kesiminden insan, düşüncelerini benimseyen benimsemeyen ya da sıradan bir insan da Deniz’i, sevdi, “halkının çocuğu” belledi. Peki ama neden?
Deniz Gezmiş’in ilkokuldan lise birinci sınıfa kadar beraber okuduğu, çocukluk arkadaşı, yoldaşı Aydın Çubukçu ile Deniz’i, arkadaşlarını ve ‘68’i konuştuk. Deniz ile ilgili anılarını anlatırken düşünceli, mücadelesini anlatırken heyecanlı olan Çubukçu, bugün eğer mücadelenin simgesi haline gelen Deniz, somut siyasal hedefler veya örgütler halinde cisimleşebilirse anlamlı olabileceğini dile getirdi.

Deniz, Yusuf, Hüseyin; toplumun her kesiminde sahiplenilen, sevilen, sayılan kişiler. Peki onlar kimdi? Nasıl bu yere gelebildiler, simge olabildiler?
1968... O yıllarda, devrimci hareket içinde yer alanlar, 1945-50 arasındaki doğumlulardır. 1945; faşizmin yenildiği, İkinci Büyük Savaşın sona erdiği tarihtir. Bu yıllarda doğmuş olmak demek; savaş sonrası bütün politik ve toplumsal bir ortama doğmuş olmak demektir. Bunlar; dünya çapında faşizm gibi bir belanın yenilmesi, dünyanın sosyalist ve kapitalist iki kampa bölünmesi, soğuk savaş süreci ve bunun bütün siyasal ilişkilere yansımasıdır. Bu süreç; yalnızca siyasete değil, kültürel ortama, toplumsal hayata da damgasını vuran büyük bir tarihsel dönemeçtir.
O dönemde doğanlar, ilkokul, ortaokul, lise çağlarını bu atmosferde geçirmişlerdir. Dünyada da, Türkiye’de de böyledir. Türkiye’de ise Demokrat Parti (DP) diktatörlüğü ve buna karşı büyük muhalefet 60’lı yılların bütün siyasal ve kültürel ortamını belirlemiştir. 27 Mayıs askeri darbesi DP diktatörlüğünden çıkmış olmanın özelliklerini taşır: Yeni bir Anayasa vardır, sendikal haklar kazanılmıştır, basın ve siyasi örgütlenme özgürlükleri genişlemiştir. Fakat 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyaya damgasını vuran tartışmalar devam etmektedir ve geniş kitleleri kapsayan bir şekilde sosyalizm ve kapitalizm meseleleri tartışılmaktadır.
60’lı yılların ortalarında bizler, Deniz’lerin kuşağı, lise çağlarını yaşıyorduk. Aynı zamanda Türkiye İşçi Partisi’nin siyaset sahnesine çıkmasıyla birlikte, çok genç yaşta insanların da katıldığı bir inceleme ve araştırma süreci başlamıştı. İkinci Dünya Savaşı; Türkiye’de siyasal ortamın olanakları, siyasete ilgi duyan bir gençlik kuşağının ortaya çıkmasına yol açmıştı. Bu siyaset yeni bir dünya özlemi ve bunun gerçekleşebilir olduğu güvenine dayanıyordu. ‘68’in temel özelliklerini;
4sömürüye karşı olmak,
4dayanışmacı ve paylaşımcı olmak,
4özgürlüğü, eşitliği, kardeşliği savunmak,
4işçiden, emekçiden, ezilenden yana olmak,
4insanlığın bütün tarihsel birikimine sahip çıkmak, korumak ve geliştirmek
4yeni dünyanın mümkün ve gerekli olduğuna inanmak
4bunların hepsinin sonucu olarak da bunları gerçekleştirebilmek için kendi özgücüne güvenmek olarak sıralanabilir.
‘68 kuşağının bu özelliklerini, Deniz Gezmiş’de en gelişmiş haliyle görebilirsiniz. O yalnızca yaşadığı dönemin değil, sonraki kuşakların da simge olarak benimseyebileceği bir kişilikti. Bu özellikler; insanın yeryüzünde var olmaya başlamasından itibaren temel değerler olarak benimsenebilecek, bütün ahlak ve din öğretilerinin içinde ifade hissini bulabilecek özelliklerdir. Dolayısıyla Deniz’de cisimleşmiş bu özellikleri, aynı zamanda kendilerine yeni bir hayat arayan, yeni bir dünya özlemi duyan, ama bunu tam olarak tanımlayamayan bütün insanların özlemi olarak görmek gerekir.
Bundan dolayıdır ki Deniz, daha 20’li yaşlarında bütün toplumsal muhalefetin simgesi haline gelmiştir. En sıradan insanlarda, siyasetle ilgisi olmayan ama bu özlemleri taşıyan herkeste, bu özelliklere saygı ve sevgi duyulması normaldir. Deniz, bu yüzden halkın parçası, halkın çocuğu olarak öne çıkmıştır.

Deniz’i gerçekten anmanın ve “Deniz yaşasaydı bugün ne yapardı?” sorusunun cevabını bulabilmek nereden geçiyor?
Bizim halkımızda, geçmişte yaşamış büyük simgelerin bugün ne yapacağı merakı vardır. “Atatürk veya Deniz veya Hz. Muhammed yaşasaydı ne yapardı?” gibi sorular çok anlamlı olmamakla birlikte, belirli bir kişinin yaşanan sorunlara düzgün çözümler önerebileceği inancından kaynaklıdır.
İşin aslına bakılırsa, Deniz’in bugün yaşaması mümkün değildi, yaşayamazdı. Deniz gibi simgeler tarihte mutlaka kendi mücadeleleri içinde ölmüş insanlardır. Büyük davalar, büyük mücadeleler, içlerinden çıkmış önderlerin bir biçimde yok olmasıyla devam ederler, bir ivme kazanır. Belki de mücadele içinde ölmüş olmaları, onların halk kitleleri nezdinde olduğundan daha büyük olduğundan, etkili, güçlü olduğu kanısının doğmasına yol açar. Erken ölümler acıtıcıdır. Ama ölenleri misliyle büyütür, misliyle efsane haline getirir.
Kişisel özellikleri açısından ele alırsak, Deniz’in 24 yaşından fazla yaşaması çok da mümkün değildi, güzel de olmazdı. O sürekli olarak 24 yaşında kalmayı hak etmiş bir insandı. Biz 60 yaşımıza geldik ama o hâlâ 24 yaşında. Ve O bunu hak ediyor.
Ve Deniz bugün olsa; bizim yapmaya çalıştıklarımızı daha iyi yapardı. Ama netice itibariyle yapacakları; bugün devrimciler, işçi emekçi önderleri, Emek Partisi ne yapıyorsa, onların yaptığını yapmaya yönelirdi. Söyleyebileceği, yapabileceği bundan ibaret olurdu.

Peki Deniz, 68’in ülkesine, kendisine, geleceğine duyarlı gençleriyle bugünün gençleri arasında nasıl bir köprü oluşturabilir?Simgeler
, mücadele yürüyüşü boyunca, onu daha geniş kitlelerin kolayca kavrayabilmesine yardımcı olurlar. Bizim kitaplarla, gazetelerle anlatamadığımız pek çok şeyi, çok daha geniş yığınlara Deniz, adı, kimliği ve kişiliğiyle anlatmayı başarabilir.
Dini, sanatsal, ideolojik simgeler, her zaman; kuru sözlerden, teknik çalışmalardan daha etkilidirler. Fakat genellikle simgelerin verdiği düşünceler, duygular, çok biçim kazanmış ve maddeleşmiş şeyler olmayabilirler. Toplumun üzerinde bir duygu, ruh gibi dolaşırlar ama onların pratik olarak yapabileceklerine yön vermekte yetersiz kalırlar. Bugün milyonlarca genç, Deniz Gezmiş’in adını duyduğunda, en azından saygı ve sevgi duyar. Faşistler arasında bile Deniz Gezmiş’e küfredecek ya da kaygısızca anacak birinin çıkmaması bunun göstergesidir.
Ama eğer somut siyasal hedefler, örgütler halinde bu cisimlenmemişse, Deniz, ne köprü olabilir ne de bir somut etki yaratabilir. Bu etkiyi yaratabilecek, o köprüyü kurabilecek olan daima güncel politikalardır, strateji ve taktiktir, örgüttür. Bu tür simgeler dağınık ve şekilsiz bir duygu birikimine yol açabilirler ama somut siyasetin, pratiğin yerini tutamazlar. Teknik politika dediğimiz şey, bundan yararlanmasını bilen ve bunu ete kemiğe büründürecek programlar ve eylemler düzenlemek demektir.

Mücadelenin simgesi haline gelmiş Deniz’in bazı afişleri, fotoğrafları yasaklanıyor. Bu simge yok edilebilir mi?
Geçmiş ola. Deniz’i artık kimse simge olmaktan çıkartamaz. Onu asarken bunu yaptılar ve bugüne kadar da büyüyerek gelen bir şey.

Deniz’lerin idamı sırasında farklı örgütler, idamı önlemek için birlikte davranmışlardı. Bugün ile karşılaştırdığımızda neler söyleyebilirsiniz?
İdamların öncesinde son derece geniş ve etkili bir imza kampanyası yürütüldü. Yaşar Kemal, Erdal Öz, Altan Öymen hemen aklıma gelen isimler. İmza verenler arasında aslında solcu olmayan pek çok aydının bulunması da bu etkiyi güçlendiriyordu. Sonradan, imza toplayan Erdal Öz, Emil Galip Sandalcı, Altan Öymen “uçak kaçırdıkları örgütü” kurdukları iddiasıyla cezaevine kondular, aylarca yargılandılar, işkenceden geçirildiler ve onun intikamını devlet bu şekilde almaya çalıştı.
Önemli bir olaydır. Türkiye’de sonraki yıllarda, 12 Eylül’den sonra yapılan aydınlar imza kampanyası hareketinin çekirdeğini orada bulmak mümkündür. Sonraki bütün aydın bildirileri, bu hareketten doğmuşlardır. Yani aydınların, bir toplumsal muhalefet gücü olarak kendilerini imzalarıyla ortaya koymalarının başlangıcı, Deniz’lerin idamına karşı yapılan bu kampanyayla doğmuştur.
İdam kararı verildikten sonra Mahir’ler de Maltepe Cezaevi’nden kaçtıktan sonra Deniz’lerin idamını engellemek, o dönemdeki bütün devrimci, sosyalist, herkesin asli görevi gibi görülmeye başlandı. Bunu başarmak; solun ezilmediğinin bir kanıtı ve mücadelenin askeri-faşist diktatörlük tarafından yenilgiye uğratılmadığını gösteren bir eylem olacaktı. Dolayısıyla Deniz’ler artık yalnızca idam edilmesi gereken, yargılanan üç genç olmaktan çıkmışlar; bütün muhalefetin simgesi haline gelmişlerdi.
Başta THKO ve THKP-C olmak üzere herkes bu yönde çaba gösterdi. En son Kızıldere’de öldürülenler, hem THKO, hem THKP-C’nin önder kadrolarıydı. Bunu örgütler arası bir dayanışma, birlikte mücadele etme gibi değerlendirmemek gerekir. Bu o anda temel bir meselenin ancak birlikte çözülebileceğinin görülmüş olmasıyla açıklanabilir. Temel bir mesele halini almış olması önemlidir. Bunu çözmek için de başlıca iki silahlı gençlik örgütünün bu konuda hiç tartışmasız, ikirciksiz, hesapsız birlikte eyleme gitmesi önemlidir. (Ankara/EVRENSEL)
Bir çocukluk anısı

“Küçüklüğümüzde, galiba ortaokul sıralarındaydık. Deniz, mahalleden bulduğu bir bisikletle, beni de aldı, “Haydi Kızılırmak’a gidelim” dedi. Yoğunyokuş denilen dağa doğru yönelen köprüye doğru gittik. Deniz dedi ki “Yol yokuş aşağı gidince, Şarkışla’ya gideriz, oradan da Kayseri’ye gideriz”. Kötü bir bisiklet. Zaten çırpı bacaklı iki çocuktuk. Köprünün üzerinde lastiğimiz patladı, biz de bisikletimizi aldık, geri döndük. Bundan yaklaşık 12-13 sene sonra. Deniz, Yusuf Aslan’ın kullandığı motosikletle Sivas’a doğru geliyor, oradan Malatya’ya gidecek. Yoğunyokuş’a geldiği sırada, ileride polis çevirmesi olduğunu görüyorlar. Polisler, Sivas’ın girişini kesmişler. Deniz ve Yusuf motosikletle Kızılırmak üzerindeki Kesikköprü’ye yöneliyorlar, yani bizim bisikletle gitmeye niyetlenip gidemediğimiz yere. Deniz yolu biliyor, buradan Kayseri’ye gidilir diye düşünüyor. Acıtıcı bir hatıra. Çocukken yapamadığımız bir şeyi, ama bir hedef, bir şey koyuyoruz. Sonra bu çok başka koşullarda onun yapacağı eyleme yön veriyor. Bir çocukluk anısının orada canlandığını düşünürüm hep. O köprüyü geçmek ve hedefe ulaşmak. Oradan geçti, Yoğunyokuş’u da geçti, Şarkışla’ya geldi, ama Gemerek’te yakalandı.
Müge Tuzcuoğlu
ÖNCEKİ HABER

deniz, kum, güneş, bir de seçim...

SONRAKİ HABER

ROJEV

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...