06 Mayıs 2007 00:00
o iyi niyetlere borcum var
Sahaf Sıtkı Altuner, bir kitap müzesi kurabilmek için 10 yıldır destek bekliyor. 50 bini müzeye konulacak nitelikteki 300 binin üzerindeki kitabını artık korumakta zorluk çektiğini söyleyen Altunerle, kitap tutkusunu ve binlerce kitabın nasıl biriktiğini konuştuk.
Tarih, 1953. 17 Köy Enstitüsünden birinin kurulu olduğu Kayseri Pazarörendeki sakin gün, Enstitüde yangın var haykırışlarıyla değişir. Çoluk çocuk bütün kasaba yanan enstitüye doğru koşarlar. Yangın bütün binayı sarmış, birçoğu komünist kitaplar olarak nitelenen yüzlerce kitap, yanarak aşağıya doğru düşmektedir. Kuşların kanat çırpışına benzer sesler çıkmaktadır kitaplardan. Çaresiz ve üzgün kasabalının sessizliğini, dört yaşındaki bir çocuğun çığlıklarıyla bozar: Kuşlar yanıyor!
62 yaşındaki sahaf Sıtkı Altunerin, kitapla kurduğu eşine az rastlanır ilişkinin köklerinde, 4 yaşındayken tanık olduğu bu yangın var. Öğrenimi boyunca zamanın büyük bölümünü kütüphanelerde geçiren, harçlıklarını kitap almak için kullanan Altınerin kitaba olan düşkünlüğü, Ankarada geçirdiği üniversite yıllarında daha bilinçli okumalarla devam eder. Bu bilinçli okumalar onu önce Marksizme, daha sonra da TKPye yönlendirirken, dindarlığını da sona erdirir.
Önce belki anlamadıklarımı bile özentiyle, böyle hava atar gibi okuduğum kısa bir dönemim oldu ama, ondan sonra ne kadar zamanım varsa hani boş zaman denir ya -bazılarının hiç olmaz biliyorsunuz, benim çok oldu- hep kitap okudum. Dindar bir dönemimdi, önceki dönemim. 1965te onların hepsini kapattım. Yani, dünyada bir Allah var, herkes onun kulu ama, örneğin Hıristiyanların Allahı, Müslümanları cennetine niye davet etmiyor hiç anlamadım.
Kitaplar birikiyor...
Altuner, çalıştığı okullarda kütüphaneler kuran, öğrencilerini okumaya teşvik eden ve onları kitapla ödüllendiren bir öğretmendir. Öğrencileri ve arkadaşlarıyla paylaşmaktan çekinmediği kitaplarını birçok kez faşist yönetimlerin kitap avcılarından korumaya çalışırken yitirir. Ancak zorunlu ihtiyaçlar dışında bütün kazancını kitaba yatırmayı sürdürdüğü için, kısa sürede yine binlerce kitabın sahibi olur.
85te geldiği İstanbulda, ek iş olarak çeşitli yayınevlerinde düzeltmenlik yapar. Yaşar Kemalden Asım Bezirciye, birçok yazarla da bu dönemlerde tanışıp, dost olur. Sahafları keşfeder. Onlarla kitap taşıyıp, raf düzenler. Maaşından artırdıklarıyla eski kitaplar almaya başlar. Bu yeterli gelmeyip de, başka nasıl tasarruflar yapabiliriz diye düşününce, 86da eşiyle sigarayı bırakırlar.
Öğrencilerinin ve yakın çevrenin teşvikiyle Britannica ansiklopedilerini satar bir süre. O yıllarda çok tutulduğundan Britannica satmak hem kolay, hem de kazançlı bir iştir. Tek kazancım dediği 90 metrekarelik bir kooperatif evini de, Britannicadan kazandıklarıyla satın alır.
Sahaflık; Sıtkı Altuner gibi bir kitapseverin emekli olduktan sonra yapabileceği tek iştir. 92de emekli olduğunda, 25 binin üzerinde kitap sahibi olan Altuner, Beyoğlunda adını, antikçağdan gelen, günümüzde de yetişen içinde ateş taşınan bitkiden; Narteksten alan dükkanını, 95 yılında açar. Kitabı Narteks ile özdeşleştirir Altuner. Ve insanla. İkisi de aydınlık taşımaktadır çünkü...
Hiçbirini satamam
Sahaflık, eski-yeni kitaplara ulaşması için yeni olanaklar açar önüne. En çok eskilerden etkilenir. Yıpranmış ilk basımlar, imzalı ya da mühürlü kitaplar biriktikçe birikir. Hiçbirini satmaya kıyamaz. Bir kitap müzesi açma fikri, kimselere vermeye kıyamadığı kitaplar birikmeye başlayınca oluşur.
Nâzımın imzalı kitabını kimseye satamazdım. Ya da Kemal Tahiri ya da Orhan Kemali. Ya da kimi tarihi belgeleri, mektupları... Behcet Necatigilin Zeynep Kardeşe diye imzaladığı bir şiir kitabını buldum. Şöyle imzalamış Necatigil, Arada şiir varsa güzelleşir yaşamak. Bunları buldukça dedim ki, ben bunların hiçbirini satamam.
Altuner, 50 bini müzeye konulacak nitelikteki 300 bine yakın kitabını, Beyoğlundaki sahaf dükkanı dışında kooperatif evinde ve kiradaki bir depoda tutuyor. Her iki yerdeki kitap yığınından pencerelerinin dahi açılamadığını söyleyen Altuner, 10 yıldır dillendirdiği müze fikrine destek bulamamaktan ya da magazin malzemesi yapılmak istenmesine öfkeli.
Müze deyince herkesler burun kıvırdı, kütüphanelere, üniversitelere ver dediler. Bu onlara göre bir tür delilikti. Sat, hayatını yaşa dediler. Şu cama neredeyse Yazıklar Olsun diye yazmayı düşünüyorum. Belediyelerin bir halt ettiği yok. Gazetecilerin kitap derdi yok. Magazin peşindeler. En büyük kitabınız hangisi? diye soruyorlar. Başlarım büyük kitabınızdan diyorum. Çok sinirleniyorum. Biri gelip de Kardeşim, senin tasarladığın yer kaça kiralanır? Ben yardımcı olayım demiyor. Özel-devlet üniversitelerinden gelip, Bize verin diyorlar. Kendimi sömürtürsem, kendi özensiz kitaplıklarını oluşturup hava atacaklar. Sömürtmediğim için düşmanlaştılar.
Satsaydım kitaplarımı bugün en az 1.5 trilyonum olurdu. Ama istiyorum ki onlar kaybolmasın. Onların içinde Lütfen bu kitabı hırpalamayınız damgası var. İçlerinde annenin kızına, kızın annesine, öğretmenin öğrencisine, arkadaşa, hastaya, başsağlığına kadar notlar düşülmüş kitaplar var. Ben istiyorum ki bu insanlar, bu duygular kaybolmasın. Bu ülke hep aşağılık insanların ülkesi değildi. O kadar idealist insanlar yok edildi ki, benim o iyi niyetlerin hepsine borcum var.İnatla ve sabırla, girişene hangi kitabı koyacağını, nasıl düzenleyeceğine kadar kafasında düzenlediği kitap müzesine destek bekleyen Altuner, haftanın 7 günü, bazen sabahlara kadar sürdürdüğü temizleme, yapıştırma, düzenleme işlerinden artık yorulduğunu saklamıyor.
İstanbul benim kahrım, İstanbul benim bahtım diyor ya şair, kitap da benim hem tahtım, hem bahtım. Hem şatom, hem hapishanem. Kendimi burada gömülü duyuyorum ama çok mutluyum diyor Altuner, Arjantinli Şair-Yazar Jorge Luis Borges gibi, o da bu dünyada cennetini bulmuş insanlardan biri olduğunu düşünüyor. Bir de müzeyi kuramadan ölürse, eksik öleceğini...
Serpil İlgün