05 Mayıs 2007 00:00

EMEK DÜNYASI

Meclis, seçim tarihi olarak 22 Temmuz 2007’yi belirledi. Eğer “yukarıdan bir itiraz” olmaz, Anayasa Mahkemesi’ne de bir başvuru yapılmazsa, seçimler 22 Temmuz’da yapılacak!

Paylaş

Meclis, seçim tarihi olarak 22 Temmuz 2007’yi belirledi. Eğer “yukarıdan bir itiraz” olmaz, Anayasa Mahkemesi’ne de bir başvuru yapılmazsa, seçimler 22 Temmuz’da yapılacak!
AKP ve CHP; yarattıkları kutuplaşma üstünden yerine göre “sağ-sol”, yerine göre “şeriatçı-laik” bölünmesi üstünden tüm diğer partilerin, siyasi çevrelerin kendi etraflarında birleşmesinin gerektiğini, “birleşmeyenlerin hain”, “karşı tarafın destekçisi” olduğunu yüksek sesle propaganda etmeye başladılar. Baykal daha da ileri gidiyor; SHP, DSP gibi partilere ve diğer CHP çatısı altında olmak isteyecek olanlara, “Partinizi kapatın gelin!” diyerek fırsattan ganimet çıkarmaya çalışıyor.
Tabii ki televizyon kameraları önünde efelenen, seçime gitmeyi büyük bir siyasi başarıymış gibi pazarlamaya çalışan Baykal ve Erdoğan, seçimi kendileri ve partileri için bir iktidar aracı olarak değerlendirirken halka ve kendi dışlarındaki partilere seçimin yapılmış olmasını bir amaç, bir lütuf olarak göstermektedirler. Bu iki parti, seçimin, ülkenin hangi temel sorunlarını çözeceği, halkın iradesini Meclis’e yansıtıp yansıtmayacağı gibi soruları gündemden düşürmeyi kendi başarılarının dayanağı olarak kullanmaktadırlar. Oysa seçim, en katı faşist diktatörlüklerde bile yapılmaktadır. Önemli olan, seçim yapılıyor olması değil; o zaten yapılıyor. (Cuntalar bile birkaç yıl sonra seçim yapıyor.) Burada asıl olan, seçimde halkın gerçek iradesinin ne kadar yansıdığı, sisteme karşı olan partilerle (güçlerle) sistemi savunan partilerin eşit koşullarda seçime girip girmediğidir.
Baykal ve Erdoğan’ın amaçlarını, bugüne kadarki marifetlerini unutup onların peşine takılacaklara, elbette denecek bir şey yoktur. İsteyen partisini, tekkesini türbesini kapatır katılır. Kendi düşen ağlamaz! Ama buradaki asıl sorun; 22 Temmuz’da, eski Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Yasası’yla yapılacak bir seçimin, ülkenin sorunlarını çözüp çözemeyeceğidir.
Örneğin, Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında sıkça dile getirilen “Halkın yüzde 50’sine yakın bir bölümünün oyunun bu Meclis’e yansımadığı” gerçeği, şimdi hiç yokmuş gibi davranılmaktadır. Dahası, halkın yüzde 50’sinin oyunun çöpe atılmasının nedeni olan yüzde 10 barajının kaldırılması, teklif bile edilmemektedir. Oysa işlerine gelen konuda (bağımsız adayların adının oy pusulasına yazılması, 25 yaşındakilerin aday olması gibi) Anayasa değiştirilebilmektedir.
Öte yandan mevcut Siyasi Partiler Yasası, partiler arasında seçim koşullarını eşitlemeyi amaçlamak yerine düzen partilerini daha da güçlendirmek için onlara hazineden para yağdırmakta, böylece her birine milyonlarca YTL verilmektedir. Ve dahası, ülkenin en önemli sorunu olan Kürt sorununun demokratik çözümünün tartışılması ve bu sorunun muhatabı olan 15-20 milyon insanın seçme, seçilme, kendi diliyle propaganda yapma hakları, yasalar ve fiili önlemlerle sınırlandırılmakta; partileri baskı altına alınmakta; yöneticileri, üyeleri sudan nedenlerle gözaltına alınıp tutuklanmaktadır. Bu partiyle; yani DTP ile arkasına “muhtıraları”, hazine parasını, Anayasa Mahkemesi’ni, YÖK’ü vs. almış CHP, aynı eşit koşullarda yarışıyor gibi gösterilmektedir.
Bütün bunların da ötesinde, halkın kendi iradesiyle davranmasının da önü kesilmektedir. “Muhtıra”larla, Anayasa Mahkemesi Kararı’yla; “Şeriat geliyor”, “Darbe geliyor”, “Cumhuriyet elden gidiyor” terörüyle köşeye sıkıştırıldığı koşullarda oy vermeye zorlanan halk, iki partili bir Meclis’e mahkum edilmek istenmektedir.
Bu koşullarda ortaya çıkacak Meclis de halkın iradesini temsil etmeyen; daha da beteri, Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun çözümü gibi en temel sorunları çözmek, ekonomiyi IMF vesayetinden kurtaracak, halk için ekonomiyi esas alan bir rotaya sokacak kararları almak yerine bu sorunları daha da ağırlaştıracak, baskı ve terörle ülkeyi yönetmede yeni adımlar atacak bir Meclis olacaktır. Bütün gelişmeler bunu göstermektedir.
Bunu değiştirebilecek tek şey ise ülkenin demokrasi güçlerinin birleşerek seçimi, bu iki mihraka karşı bağımsız ve demokratik bir Türkiye, halk için ekonomi şiarıyla yürütülecek bir mücadele olarak ele almasından geçmektedir. Eğer bunu başarabilirsek; AKP-CHP eksenli bu “büyük oyunu” bozabilir; “Alacakaranlık şafağı”nın “gerçekleri” üstünde bir oyun olarak tezgahlanan seçimi, Türkiye’nin demokratikleşmesinin bir adımına dönüştürebiliriz. Dönüştürmeliyiz de.
İhsan Çaralan
ÖNCEKİ HABER

İşçiler 1 Mayıs alanında sorunlarını ortaklaştırdı

SONRAKİ HABER

Sürpriz buluşma

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...