06 Mayıs 2007 00:00
mayıs ve güzellik
Mezopotamyanın ünlü destan kahramanı Gılgamış, arkadaşı Enkidunun ölümüne çok üzülmüş ve ölümsüzlüğü aramağa çıkmış. Çok uzak yerlerde ölümsüzlük otunu bulmuş. Geriye dönerken otu bir balığa kaptırmış. Bütün emeği boşa gitmiş. Böylece o da herkesin ölümlü olduğunu kabul etmek zorunda kalmış.
Mezopotamyanın ünlü destan kahramanı Gılgamış, arkadaşı Enkidunun ölümüne çok üzülmüş ve ölümsüzlüğü aramağa çıkmış. Çok uzak yerlerde ölümsüzlük otunu bulmuş. Geriye dönerken otu bir balığa kaptırmış. Bütün emeği boşa gitmiş. Böylece o da herkesin ölümlü olduğunu kabul etmek zorunda kalmış.
Son zamanlarda basın yayın organlarında yer alan haberlerden öğrendiğimize göre, insan ömrü uzatılabilecekmiş. Bir başka söyleyişle bilim adamları, Gılgamış gibi bu konunun peşine düşmüş.
Bugünkü yazıda ölümsüzlük değil ama, güzelliğe ilişkin birkaç söz düşürmek istiyorum.
Güzellik üzerine çok şey söylenebilir. Güzelliğin ne olup ne olmadığı tartışma yaratabilir. Güzellik görüntü mü sadece? Güzellik, iyilikle yan yana anılır ve hatta güzel olan iyidir söylemi kullanılır. Homeros, Helenenin güzelliğini anlatırken şöyle der: Yüzüne bakan ölümsüz tanrıçalara benzetir onu. Sanki tanrıçaları heykeltıraş elinden çıkan heykeller dışında gören varmış gibi. Hayal edilen görüntüleri de unutmamak gerekir. Hatta hayal edilen, çoğu zaman gerçeğin önüne geçer! Gerçekten daha da gerçek bir varlık durumuna gelebilir. Bütün mitoloji dünyası, tanrılar dünyası böyle değil midir?
Burdurun Yeşilova ilçesine bağlı Niyazlar köyünün adı, Bektaşi hocası Niyazi Babadan gelmektedir. Niyazi Baba, Denizli tarafından gelip oraya yerleşmiş. Köy haline gelince adına Niyazlar denmiş.
Niyazi Baba, Acıpayam köylerinden birinden geçerken susamış. Çeşme başındaki kızlardan-gelinlerden su istemiş. Onlar da saygı göstermişler Niyazi Babaya. Kendisine gösterilen saygı nedeniyle Niyazi Baba, o çevrenin adını sormuş, onlar da söylemiş. Şöyle bir dilekte bulunmuş Niyazi Baba:
Çamlarınız kurumasın, güzelleriniz farımasın! Derler ki o günden sonra o yörenin çamları hiç kurumaz, kadınların güzelliği de hiç bozulmaz. Kadınların yaşları altmış, yetmiş bile olsa yüzlerindeki güzellik kaybolmaz!
Niyazlar köyüne gelenler, köyün geçmişiyle ilgili bilgiler alırken bu hikaye hep anlatılır.
70li yılların sonlarına doğruydu. İstanbul Üniversitesinden bir araştırmacı gelmişti Antalyaya. Onunla Döşemealtında çadırları bulunan Yörüklerin yanına gitmiştik. Onlarla konma göçme, çadır düzeri, giyim-kuşam ve sözel kültür üzerine epeyce konuşma kaydetmiştik bandımıza.
Orada, akşamın alacası çökerken çadır içindeki ocakta yanan çalı çırpı tısılarken, çok hoşumuza giden bir konu anlatmışlardı bize. O zamana kadar duymamıştık ikimiz de.
Yörüklerde şöyle bir inanış varmış. Eğer bir kız veya bir gelin, Hıdrellez gecesi; yani 5 Mayısı 6 Mayısa bağlayan gece, yüzüne çiy yağacak biçimde dışarıda kalır ve yüzüne çiy yağarsa, ölünceye kadar güzelliği bozulmazmış. Elbette çiyin yağması demek biraz abartılı olabilir. Buna yüzüne çiy düşerse demek belki daha doğru olabilir. Yörük kökenli başka arkadaşlarla bu konuyu daha sonra uzun uzun konuştum, araştırdım. Bazı yerlerde bunun başka türlü uygulamalarının olduğunu öğrendim. O da şu: Gene Hıdrellez gecesi, kızlar sabah erkenden gök arpa tarlasında yuvarlanarak vücutlarının çiy ıslaklığıyla ıslanmasını sağlıyorlarmış. Böylece güzelliklerinin bozulmayacağına inanıyorlarmış.
Daha sonra yazdığım bir öyküde bu konuya, sabah güneşini ve tarlaya gidenlerin türküsünü de ekledim. Çiy damlaları, sabah güneşi ve türkü. Böylece güzellik unsurlarını çoğaltmış oldum.
Diyeceksiniz ki bu yazıyı bir hafta önce yazsaydınız olmaz mıydı? Olmazdı. Özellikle bu geceyi kaçırmanızı istedim. Bir yıl bekleyeceksiniz. 2008in 5 Mayısını 6 Mayısına bağlayan gece gelecek; ama biliyorum ki siz o geceyi de kaçıracaksınız.
Ortalık toz duman ya! Kimsenin güzelliği, çiy damlasını, şunu bunu düşündüğü yok ya! Ama siz gene de dünyada güzellikten öte yol olmadığını bilin yeter. Çiy yoksa, sabah güneşi yoksa, türkü yoksa, diğerlerinin ne önemi olabilir?
Saffet Uysal