10 Mayıs 2007 00:00
Bir Anadolu dergisi: Konya Çalı
Ülkemizde dergicilik sürekli irtifa kaybederek günümüze geldi. Çünkü, yeni dünya düzeni, dergilerin içeriğini bir kenara atıp kağıdına, baskısına, medyatik yazarlarına; başka bir deyişle gösterişine dikkat etmeyi dikte ettirdi. Dikte ettirilen bu olumsuzluk, hem kolay hem de emeksiz nimetlere açık olduğundan, konuyla ilgili çoğunluğu oluşturan kesim tarafından ivedilikle kabul edildi. Onun için bol reklamlı, cicili bicili dergilerle içli dışlı yaşıyoruz şimdi.
Ayrı bir yazın konusu olabilecek dergilerdeki cıvata gevşekliği de hem biçim, hem içerik, hem de ilişkiler olmak üzere birçok yönde kendini gösteriyor.
İşin bir başka yanı da özellikle büyük kentlerde, edebiyat dünyasına yeni adım atmış, üç-beş kuruşu olan hevesli kişilerin hemen dergi çıkarmaya soyunmaları. Şimdilerde işin daha da cılkı çıktı. Bilgisayarı olan, eşinden dostundan edindiği ürünleri sayfaya yerleştirip fotokopiyle çoğaltıp dağıtıyor. Bu dergi müsveddesinin adına da fanzin diyorlar. Böylece fanzini çıkaran, hem kendisine yazın dünyasında alan açtığını, hem de birçok kişinin arasında adının öne çıktığını, ünlülerin arasına karıştığını sanıyor. Ama bu girişimin hangi ihtiyacın karşılığı olduğunu, diğer yayınlanan fanzinlerle hiçbir farkı olmadığını düşünmüyor.
Adı ne olursa olsun, fotokopiyle çoğaltılıp dağıtılan yayınlar olamaz mı? Olur elbette. Ama belli bir mücadele içinde uygulanan bir yöntemdir bu. O nedenle, legal bir ortamda, dergiciliğin zahmetini çekmeden bu yollara yönelmenin ardında, kolaycılığa kaçmak, çabuk ünlenmek gibi bir amacın saklı olduğunu düşünüyorum.
Metropollerdeki özel yapıya ve maddi olanaklara dayalı böylesi dergi yapılanmasına karşın, Anadolunun her kentinde bir dergi çıkarılmasından, yerel değerlerin seslerini duyurmasından yanayım. Bu seslerden birçoğunun cılız olduğunu iddia edenler olsa da zaman içinde nasıl güçlendiklerini gösteren örnekler de vardır. Kaldı ki Anadolu dergilerinin önemi, yalnızca sanatçıların seslerine yer vermek de değildir. O kentin bütünlüklü olarak algılanması yolunda verimler sunması, bu verimlere ilişkin yapılan değerlendirmeleri gündeme taşıması ve taşıdıklarını tartışmaya açmasıdır önemli olan.
İşte, Konyada çıkan Çalı Dergisi de yeni yapısını bu ölçülerle, 2003 yılından beri sürdüren dergilerden biri. Sahibi, Zeki Oğuz. Yazıişleri sorumluluğunu yüklenen de görünmeyen emekçi olarak tanımladığım Zeki Oğuzun, fotoğraf sanatçısı olan kızı Şafak Oğuz.
Tanışıklığımın uzun yıllara dayandığı Zeki Oğuzun, öykülerinden öte, memleketi olan Konya ile ilgili önemli araştırmaları var. Dağ köylerini, yaylaları, bozkırları ve buralarda yaşayan insanların özelliklerini ve ruhsal zenginliklerini görebilmek, tarihi ve kültürüyle kenti tanıyabilmek için onun kitapları vazgeçilemeyecek birer kaynak oluşturur.
İki ayda bir yayınlanan Çalı Dergisi, her türlü sanatsal üretiye sayfalarında yer verirken Konya özelinde olan bilgi, belge ve düşüncenin yoğunluk kazanmasına da özen gösterir. Bu bağlamda, derginin 88. sayısından itibaren yayınlana gelen bir öykü yarışması dikkatimi çekti. Yarışmalara soğuk bakmama ve bu konuda çokça yazı yazmama karşın, duyuruyu ilgiyle okudum. Çünkü yarışma konusunun, Kurtuluş Savaşında Konya olduğu belirtiliyordu. Dergi sahibi, yarışmanın önemi ve amacına vurgu yaptıktan sonra, gerekçeyi, Konya, Kurtuluş Savaşımız sırasında meydana gelen Delibaş İsyanı nedeniyle, o günden bugüne kadar hep suçlanagelmiştir. Muhafazakar yapısı nedeniyle sürekli yobaz ve çağdışı bir şehir olarak algılanmıştır. Oysa, Kurtuluş Savaşı sırasında Kuvayı Milliyeye en büyük desteği Konya halkı, Konyada yayımlanan Babalık ve Öğüt gazeteleri vermiştir. Ülkemizi işgal eden düşmana karşı, ilk kadınlar mitingi yine Konyada yapılmış, bu mitinge beş bine yakın kadın katılmıştır. İşgali telin ve protesto etmek için beş büyük miting de yine Konyada yapılmıştır. Cepheye gönderilmek üzere gönüllü alaylar kurulmuş, cepheye en çok asker gönderen şehir de Konya olmuştur. En büyük lojistik desteği, Konya ve Konya insanı yapmıştır. Edebiyatımızda Konya bölgesi çok az işlenmiştir.
Bu iki nedenle yola çıkarak Kurtuluş Savaşı günlerinin Konyasını anlatan öykülerle edebiyatımıza yeni metinler ve yeni adlar kazandırmayı amaçlıyoruz diyerek açıklıyordu.
Bu girişimin getireceği kazanımları hemen herkes, aşağı-yukarı tahmin edebilir. Ama bu olgu, aynı dönem tarihini Hasan İzzettin Dinamonun Kutsal İsyan romanından değil de Çılgın Türkler kitabından öğrenmeye yönelen bir toplumdaki okurların durduğu yeri ve nesnel tarih anlayışını tanımlamaya da gerek bırakmıyor. Bu nedenle, önümüze sürülen bilgilerin doğruluğuna-yanlışlığına bakmadan kabul ediyoruz. O kadarla da kalmayıp gönüllü sözcülüğünü yapıyoruz.
Bilinçli ya da bilinçsiz olarak yapılan yanlışlarla tarih çarpıtılıyor. Böylece, geleceğe doğruları çok az olan ya da hiç olmayan bir tarih mirası bırakmış oluyoruz. Bu olgu ise hem yanlışı yapanların taşıyamayacağı bir yük durumuna gelecektir, hem de kuşaklar boyunca lanetlenmelerinin yolunu açacaktır. Bu bakımdan, Selçuk Üniversitesinde görev yapan öğretim üyelerinden Mustafa Özcan, Caner Arabacı, Ahmet Gögercin, Aziz Ayva adlı bilim adamları ile Yazar Burhan Günel ve Zeki Oğuzun değerlendirmelerini yapacağı yazı ve öyküler, ayrı bir önem taşıyor. Çünkü böylece, yerlerinden oynayan ya da dökülen taşların, yeniden yerli yerine konması sağlanıyor. O nedenle, özellikle Anadolu dergilerinin bu tür girişimleri ya da düzenlemeleriyle, halkların aydınlanmasına da katkı sunacağını gözden uzak tutmamak, Çalı Dergisinin açtığı konuya, yarışma dışındaki üretilerle de katkı sunmak gerekir.
Güngör Gençay
Evrensel'i Takip Et