11 Mayıs 2007 00:00

DURUM

M. Ali Kışlalı, Radikal gazetesi yazarlarından birisidir. Ancak gazeteciliği ve dergiciliği daha eski tarihlere gider.

Paylaş

M. Ali Kışlalı, Radikal gazetesi yazarlarından birisidir. Ancak gazeteciliği ve dergiciliği daha eski tarihlere gider. Örneğin bir zamanlar çıkardığı Yankı dergisi, dikkatle takip edilen haftalık bir haber dergisi idi. Özellikle ordunun ve devletin zirvelerini iyi takip edebilmek için bu derginin takip edilmesi gerekiyordu. Kışlalı, kışladan iyi haber alıyordu ve bir ölçüde onların nabzını yansıtıyordu. Daha sonraları “yeni yetmeler” de ortalığa çıktı ve “haber kaynakları” çoğaldı.
Kışlalı, geçtiğimiz günlerde Radikal’deki köşesinde “Asker Üslubunu Anlamak” başlıklı bir yazı yazdı. Örneğin 12 Mart Muhtırası öncesi asker-politikacı ilişkileri hakkında bilgiler veriyor, sonra da siyasileri, askerin üslubunu ve kaygılarını anlamaya çağırıyordu. Şu satırlar ona ait: “Bırakalım daha eski dönemleri. Geçen ağustostaki komuta kademesi değişimi sonrası yapılan konuşmaları ve son olarak da Genelkurmay Başkanı’nın cumhurbaşkanı seçimi öncesi yaptığı konuşmayı hatırlayalım. Daha sonra ortaya çıkan duruma baktığınızda; askerin kaygılarının siyasi iktidarca anlaşılıp dikkate alındığını söylemek olası mıdır?.. Öncelikle siyasi iktidarların, bu Cumhuriyet’in kurulması için ön planda savaşıp şehitler veren ve korunması için kendisine yasalarla görevler verilmiş olan, ülkenin en iyi organize olmuş kurumunu iyi tanımaları ve üslubunu öğrenmeleri gerekir. Bunda yadsıyacak bir sebep yoktur.”
Yeterince açık değil mi? Bugünkü mevcut hükümet, askerin kaygılarını ve üslubunu anlamamakla suçlanıyor ve son politik gelişmelere “askerin” müdahalesini, yani muhtırayı savunuyor. “Askerin” kaygıları ne olabilir? Bunu artık hepimiz biliyoruz. Dört bir köşeden “askerin” kaygısının laiklik olduğu, tüm topluma anlatıldı ve anlatılıyor. Eski komutanlardan birisi, benzeri gelişmelerin olması durumunda 28 Şubat’ın “bin yıl süreceğini” söylemişti. Hatırlanacağı gibi 28 Şubat “harekatı” ile mevcut hükümet devrilmiş, ardından seçimlere gidilmiş, 28 Şubat’ın destekçisi partiler seçimler sonrasında bir koalisyon hükümeti oluşturmuştu.
O hükümet döneminde, ülke krizden krize yuvarlanmış, yönetim açıkça IMF’ye terk edilmiş, ülke satışa çıkarılmıştı. Ardından yapılan 3 Kasım 2002 seçimlerinde, koalisyonu oluşturan partilerin hiçbirisi seçim barajını aşamamış; aşmak bir yana, bir önceki seçimde yüzde 15-20 oy alan partiler yüzde 1-2’lere düşmüş, halk tarafından çöpe süpürülmüştü. Açıkçası “28 Şubat rejimi” iflas etmiş, üstelik “dinci parti” tek başına hükümet olmuştu. Hükümetin her şeyine katlanan “askerler” -askerlerden kışladaki erlerin kastedilmediği, komuta kademesinin kastedildiği her halde açıktır- başkomutanlarının başörtülü bir eşe sahip olmasına katlanamamışlar, bilinen muhtırayı yumurtlamışlardı! Politikacılar, “askerin” kaygısını ve üslubunu anlamamışlar, yine sınıfta kalmışlardı!
Gerçekte “askerin kaygısı” nedir, hangi gelişmeler onları rahatsız etmektedir? Bugün başta Baykal’ın CHP’si olmak üzere “laikçi” partilerin hararetle sahip çıktıkları bugünkü Anayasa, 12 Eylül askeri faşist darbesinin ürünüdür. Bu anayasa, MGK’yı kurumlaştırmış, generallerin ülke yönetimindeki tayin edici etkinliğini anayasa maddesi haline getirmişti. AB’ye uyum yasaları çerçevesinde bu durum bir miktar yumuşatıldı. Ancak o dönemde MGK’nın konumunda değişiklik yapacak yasa tartışılırken “askerler”, “İsterlerse bin yasa yapsınlar” demişlerdi. Yani kendi tayin edici konumlarını ama öyle, ama böyle koruyacaklarının ilan edilmesiydi bu.
Açıkçası onlar açısından laiklikten çok daha önemli bir mesele idi bu. Peki ama bu durum, kitlelere nasıl anlatılabilirdi? Elde bu durumlarda her zaman denenmiş ve etkili olduğu görülmüş bir araç vardı. O da “dincilik” tehlikesiydi ve generaller, ancak bu şekilde kendi davalarının savunulmasını korkuttukları kitlelere mal edebilirlerdi. Yoksa sorun sadece din meselesi olsa, bu konuda ne kadar esnek oldukları geçmişte -örneğin 12 Eylül- kanıtlamışlardı. Ama bu kez tekellerine aldıkları Cumhurbaşkanı’nı belirleme hakları ellerinden alınıyordu. Kolay mı, işin ucunda bir gecede üçlü kararname ile emekli edilmek var! Ya bir de ardından -demokrasi cephesi işe koyulacak gibi- ülkede demokrasi benzeri gelişmeler olursa, ne yaparlar? Asıl kaygılarının ve korkularının büyük bölümü acaba buradan mı geliyor? Yoksa onlar da “Kendim için bir şey istiyorsam namerdim” mi diyorlar?
Ahmet Yaşaroğlu
ÖNCEKİ HABER

Tüm zorluklar okula gidebilmek için

SONRAKİ HABER

Ankara Üniversitesi’nde gerginlik sürüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...