13 Mayıs 2007 00:00

anne ve annelik üzerine...

Annelik konusunda sorumluluk toplum tarafından taşındığında kadın özgürleşebilir ve de sağlıklı çocuklar yetiştirilebilir. Mücadelenin öncülüğünü yapacak olan işçi sınıfı kadınlarına en büyük destek ise kuşkusuz, kadınlara yönelik cinsiyetçi önyargılardan özgürleşmiş emek güçlerinden gelecektir.

Paylaş


“Kadın doğulmaz, kadın olunur.”
Feminist yazar Simone de Beauvoir bu sözüyle, kadınlığın ataerkil toplumun bir kurgusu olduğuna işaret eder.
Annelik de, kadına verilen toplumsal rollerden biridir.
Kadının doğurganlığı, doğallığından koparılıp denetlenen toplumsal bir olguya dönüştürülmüştür. Örneğin kürtajın bir yasaklanması, bir serbest bırakılması da yazarı doğrulamıyor mu?
Kadına bu konuda tek başına karar verme hakkı tanınmaz.
Buna karşılık çocukların yetiştirilmesinden, eğitilmesinden anne sorumlu tutulur.
Anne sevgisi, Demoklesin Kılıcı gibi sallandırılır kadının tepesinde. (Baba sevgisine gereksinimi yok mudur çocuğun?!)
Cinsiyetçi koşullandırmaları kıramayan kadın da, annelik kimliğine sıkı sıkı sarılır; anne olmak için her şeye katlanır, sağlığını bile tehlikeye atmaktan kaçınmaz. Çevre baskısı yüzünden kısırlığın önemli bir kusur olduğuna inanmıştır çünkü. (Çocuk sahibi olmak için falcılara, büyücülere gidenler; taşıyıcı anne arayanlar…)
Kadın araştırmacılara göre annelik, kadını toplumsal açıdan engellemiştir.
Çocuğa bakma işlevi yüzünden kadın anneliğe mahkum edilmiştir. (Oysa erkek de bakabilir çocuğa.)Bu durum, kadınların toplu halde çalışma yaşamına çekilmesiyle değişir. (Batıda İkinci Dünya Savaşı, bizde Kurtuluş Savaşı sırasında, savaş ekonomisinin zorlamasıyla.)
20. yüzyıl Batıda kadın haklarının altın yüzyılı olur. Yasal olarak eşitlik konusunda epey yol alınırken, anneliğe ilişkin yasalar da yürürlüğe sokulur. Başta SSCB olmak üzere eski sosyalist ülkeler bu konudaki yasal uygulamalarıyla Batıya örnek olurlar. (Tüm kadınlar için doğum öncesi ve sonrası sağlık hizmetleri, çocuklar için yuva, kreş vb. hizmetler.)
70’li yıllarda bulunan doğum kontrol hapı ise kadınlara görece bir özgürlük sağlar. Özellikle Batıda, çalışan kadın artık anne olmaya temkinli yaklaşmaktadır. Çünkü gözlemleri ona anneliğin aşırı bir özveri gerektirdiğini öğretmiştir. Kreş, yuva gibi kurumsal destek bulamama kaygısı, çok sayıda kadını anne olma arzusunu bastırmak zorunda bırakmıştır.
Kadınlık bilinci kazanıldıkça...

Günümüzde de kadınlar çalışma yaşamıyla, anne olma arasında tercih yapmaya zorlanıyorlar.
Koşullar ise dünyanın her yerinde, yirmi-yirmi beş yıl öncesine göre daha kötü.
Gebelik ve doğum kadının işten çıkarılması için neden oluşturabiliyor.
Eski sosyalist ülkelerde bile kadınların hakları ellerinden alınmaya çalışılıyor.Kendimizden paha biçelim! Çocuk bakımı -yaşlının, hastanın bakımı- kadına yükleniyor. Sosyal devletin görevlerini kadın görüyor. (O artık DEVLET ANA!)

Çocuk bakımının anneye bırakılması, söylemeye gerek yok, kapitalizmin işine yarıyor. Anne işteyken çocuğa bakan abla, anneanne, babaanne vb. akrabalar sömürülüyor; sömürünün üzeri sevgi kavramıyla örtülüyor. (İnsan kardeşine, torununa bakmaz mı hiç?!) Annenin bakıcı tutması durumunda da, kadının sömürülmesi açısından sonuç değişmiyor. Peki, kadınlar neden sendikaya üye olmuyorlar? Neden sendikal haklardan yararlanmıyorlar?
Her şeyden önce iş güvenceleri olmadığı için.
Öte yandan Dünya Sağlık Örgütü’nün istatistiklerine bakıyoruz:Her gün gebelik ve doğum nedeniyle binlerce kadın ve bebek yaşamını yitiriyor. İstenmeyen gebelik, düşük yüzünden sakat kalanlar, ölenler…
Anne ve bebek ölümlerinin azaltılması, sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması için uluslararası düzeyde ne kadar kaynak ayrılıyor acaba?!
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) raporlarına bakılırsa, sağlık hizmetlerinin yetersizliği sürüp gidiyor.

Annelik miti yıkılıyor
Madalyonun bir de öbür yüzü var kuşkusuz: Teknolojik ilerlemeler yaşam koşullarını iyileştirirken, çocuk bakımını da kolaylaştırıyor. Hazır bez ve mamalar, kozmetik, oyuncak, çocuğu uzaktan kontrol eden kamera vb. elektronik cihazlar… öyle ki artık babalar da çocuk bakımına aktif olarak katılıyorlar.
Ayrıca işsizlik, “ev erkeği” olgusunu gündeme getiriyor. Kadın işte, erkek evde çalışırken cinsel roller değişiyor. Gebelik sırasında eşine destek olan, doğum anında onu yalnız bırakmayan babalar çevrenin takdirini kazanıyor.
Televizyon ve göçler, kırsal kesim kadınlarını da kentli alışkanlıklarını benimsemeye itiyor. (Örneğin, çocuk bezi yıkama dönemi kapanıyor.)
Kadınlar, KADINLIK BİLİNCİ kazandıkça anneliğe duydukları yabancılaşmayı kırıyorlar. Anne olmanın hazzını gebelikten itibaren yaşıyorlar. Anneliği ve çalışma yaşamını, suçluluk duygusuna kapılmadan, uyum içinde sürdürebilenler, elbette ki orta ve üst sınıftan kadınlar.
Ancak artık annelik miti yıkılıyor. Kadınların yaşamdan beklentileri giderek artıyor. (Spor, siyaset, mesleğinde yükselmek, edebiyat, müzik, dans, seyahat … çeşit çeşit uğraş onların da ilgisini çekiyor.)
Sömürülen ve ezilen kadınların mücadelesi için ise çağın koşullarına uygun, yeni mücadele yolları aranacaktır. Bugün tüp bebek, taşıyıcı anne, genetik bilimin sağladığı kök hücre vb. olanaklar bedenimizin “bilinen bütün gerçeklerini altüst ediyor.” Bu da yeni etik, hukuksal düzenlemeleri gerektiriyor.
Ancak unutmayalım ki, annelik konusunda sorumluluk toplum tarafından taşındığında kadın özgürleşebilir ve de sağlıklı çocuklar yetiştirilebilir.
Mücadelenin öncülüğünü yapacak olan işçi sınıfı kadınlarına en büyük destek ise kuşkusuz, kadınlara yönelik cinsiyetçi önyargılardan özgürleşmiş emek güçlerinden gelecektir.
Bu konuda eski sosyalist ülkelerden alacağımız dersler var. O dönemde, kadın kendisine sunulan somut olanaklar sayesinde sermayeye köle olmaktan kurtuldu; ama bu, cinsler arası eşitsizliğin dönüştürülmesinde yeterli olamadı. Örneğin, aile içi şiddet önlenemedi. Yuvaya, kreşe çocukları hep anneleri götürdü.
Kadının kurtuluşu, mücadele gündeminden kalkmadı.
Bir kez daha yineleyelim: Zihniyet değişimi ancak mücadeleyle gerçekleşebilir. Mücadelenin öncülüğünü ise kadınlık bilincini içselleştirmiş işçi sınıfı kadınları sürdürecektir.
Aile bireyleri arasındaki duygu ilişkileri, ekonomik boyunduruğundan kurtarılmadıkça gerçek anlamda ne çocuk, ne de anne sevgisinden söz edilebilir.

Tülin Tankut
ÖNCEKİ HABER

baharı beklerken yaz geldi

SONRAKİ HABER

evrensel olmak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...