13 Mayıs 2007 00:00
yaz baharı gelmiş diyarbekir diyarına...
Her yıl olduğu gibi bu sene de yorucu ve zahmetli bir kışın ardından nihayet mevsim; toprağı, suyu, kuşu, börtü böceğini ve insanı şenlendiren, neşelendiren bahara döndü.
Her yıl olduğu gibi bu sene de yorucu ve zahmetli bir kışın ardından nihayet mevsim; toprağı, suyu, kuşu, börtü böceğini ve insanı şenlendiren, neşelendiren bahara döndü. Her şehre, her kasabaya, bilakis dağ ve ovalardaki köylere başka türlü güzellikte sokulan bu mevsim, bazen de insanların kapısına vakitsiz dayanıyor. Bölge illerinin en sıcak şehri olan Diyarbakır, pılısını pırtısını toplayan kışın hemen ardından, hem yazı, hem baharı iç içe yaşıyor. O yüzden insanlar hem yeşile doyan tarlalardan şehre esen o güzelim havayı soluyor, hem de sıcakların keyfi artışına şikayetlerini bildirerek, bu günleri geçirmeye çalışıyor.
Büyük bir göç köy görünümünde olan Bağlar Semtinin ahalisi, özellikle de kadınlar, mevsimi fırsat bilip kendilerini çevredeki küçük park alanlarına, olmazsa tarlalara atarak, sıcak akşam saatlerinin hem keyfini çıkarıyorlar, hem de sohbetlerini kaçak çaylarla koyulaştırıyorlar. Tabii ki maharetli eller Diyarbakırın içli köftesini, yeri geldiğinde çiğ köftesini, hatta lezzetli dolmaları da servis etmeyi ihmal etmiyor. İştah açıcı bu ortamdan sonra Fiskaya, Mardin Kapı ve Hevsel Bahçelerinin hemen kıyısında yerleşen Sur dibi sakinlerine doğru yöneldiğimizde ise, hayatın doğaya çok daha yakın olduğunu görürüz. Diclenin hemen kıyısında boylu boyunca uzanan bostanlara domates, biber, patlıcan ekilmiş bile. Bostanlarda çalışan kadınlar, yemeklik olarak toplanan türlü otlar kucaklarında, şehre doğru çıkan patikalarda yorgun argın ilerliyorlar.
Bizim denizimiz burası
Azize Teyze, daha birkaç saat öncesine kadar renkleri kıskandıran Hevsel Bahçesinden topladığı soğanları yukarıya, yani kapısının eşiğine dizmiş bile. Komşusu Nuran Hanım ve çocuklar ile bir arada oturuyorlar. Fırsat bulmuşken eline aldığı çocuk patiklerini de bitirmek istiyor. Hayatı tüm sertliğine rağmen olduğu gibi kabullenen Azize Teyze, Diyarbakırın, bir yoksulluk resmi olduğunu ifade ediyor. Gülen yüzünün hemen arkasında sözü çocuklarına, bir de kaybettiği kocasına getiriyor. Bunların konuşulmasını istemese de, soğan satarak ve patik örerek geçimini sağladığını dile getiriyor. Biri birini keserek çoğalan Kûçe dediğimiz bu sokaklar arasında uzanan sayısız evde, aynı kaderin hakim olduğunu söylüyor Azize Teyze. Ama ne yapalım diyerek bir tebessümle hayatı sevdiklerini ve eğlenmeyi de ihmal etmediklerini dile getiriyor. Yazın tatile, denize gider misiniz! şeklinde bir soru sormaya yeltendiysek de, çocuklar, büyükler, hatta yan komşular gülerek yanıtlıyorlar: Tew, biz nerde tatil nerde. Aha bizim denizimiz burası!
Diclede balık tutmak
Azize Teyzeden gelecek kış için şimdiden patik sözünü aldıktan sonra, Dicle Nehrinin kıyılarına, surlara doğru iniyoruz. Çadır açan çingeneler, etrafında yalın ayak koşturan, poz veren kınalı saçlı çocuklar, sonra da para istemelerine, tabii ki alışageldiğimiz ısrarlı hello, turist seslenmelerinden sıyrılıp, kuytuluk bir yerde bir araya gelen ihtiyar cemaatinin, birkaç kelamına ortak oluyoruz. Bir zamanlar çobanlık yapan, şimdi de felçli olduğu için ancak mezarlarda hayır duası karşılığında birkaç kuruşla geçinen Abdurrahman Amcadan, buranın onların meskeni olduğunu öğreniyoruz. Balık tutmaktan gelen dostu Ömer Amca da, Erzurum Kürtlerinden. Bunaltıcı, boğuk sıcağın altında mezarlıkta bir araya gelen ihtiyar ahalisi, zaman aktıkça, sözü Diclenin eski zamanlarından, ortak mekanları paylaştıkları Ermenilere, Süryanilere hatta onların deyimiyle Kızılbaşlara kadar taşıdılar. Hayatın güzel bir yönünün de bu olduğunu söylüyor Mollafiyat köyünden olan Muhammed Efendi. Birlikte Diclede balık tutmak, eskiden daha keyifliymiş. Hani tadı başkadır. Şimdi para girdi işin içine. Bahçelerimizin bile güzelliğine para bulaştı... diyor Çoban Abdurrahman. Neyse ki yaşam devam ediyor; güzel olan da budur diyebilmek düşüyor bize.
Ali Rıza Kılınç