13 Mayıs 2007 00:00

kadın seyyar satıcıların gözüyle stad halleri:
geçim ve seçim buraya giremez

Geçtiğimiz pazar günü, Türk futbolunun kalbi İnönü’de attı. En azından gazete ve televizyonlar, Fenerbahçe ile yakın takipçisi Beşiktaş arasında oynanan maçı böyle yorumladılar.

Paylaş

Geçtiğimiz pazar günü, Türk futbolunun kalbi İnönü’de attı. En azından gazete ve televizyonlar, Fenerbahçe ile yakın takipçisi Beşiktaş arasında oynanan maçı böyle yorumladılar.
Yok, bir “derbi kritiği” yapmaya kalkmayacağız. Siyah beyaza kesmiş semtin sokaklarından üzerlerinde sloganlı tişortleri, ellerinde pankart ve bayraklarıyla her yaştan taraftarla İnönü’ye nasıl “aktığımızı” da anlatmayacağız. En ufak bir tartışmaya bile anında copla müdahale eden polis; küfürlü tezahüratlar; kara borsa bilet pazarlıkları; birazdan dünyanın en önemli olayına tanık olunacakmış gibi duyulan heyecan; o heyecana eşlik eden alkolün nasıl tüketildiği ya da neşeli taraftarların en erkek sesleriyle haykırdıkları sloganlarla bayram yerine dönen caddeler de konumuz değil.
Ve bütün bunlara bakıp, “futbolun 22 tane adamın bir top peşinde koşup durmalarından çok daha fazla bir şey olduğunu” yeniden kavramış olmak da!..
Derbinin etkisiyle kıyaslandığında daha ‘küçük’ bir haber; kadın seyyar satıcılarla görüşebilmek amacıyla İnönü Stadı’ndayız. Bu, her yanına erkek söyleminin hakim olduğu, ne semt pazarlarına, ne de miting meydanlarına benzemeyen yere, onları hangi zorunlulukların getirdiğini öğrenmek ve tabii biraz da futbol konuşmak için...

kaçarsan dayak yersin!
48 yaşındaki Ayşegül Alben memur emeklisi. Komşusu 43 yaşındaki Ayten Şen’le bir yıldır hafta içleri semt pazarlarında, hafta sonları stad önlerinde ya da miting meydanlarında kışın hamur işleri, yazın da su satıyorlar. Ayten Şen meslekte daha eski. 14 senedir pazarcılık yapıyor. Biri futbolun merkezinde geçirilen onca yıla rağmen futbolu sevememiş bir tarafsız; diğeri siyah beyaz giymek zorunda kaldığı için içi kan ağlayan fanatik bir Fenerli.
Karşımızda kendilerine güvenen, modern, ülke gündemini takip eden, politik yorumlar yapan, “devlet düşünen, sorgulayan vatandaş istemiyor” derken kararlı; ama “şeriatın engellenmesinin yolları” konusunda bugünlerde “kafaları biraz karışık” kadınlar var.
Ayşegül Alben fanatik bir kadın taraftar olarak, stad önlerinin ister taraftar, ister seyyar satıcı olsun, kadınlar için riskli hiçbir yanının bulunmadığını söylerken; arkadaşı Ayten Şen daha açık konuşuyor: “Her şeyi göze alıp geliyorsun zaten. Ne oluyor biliyor musun? Kadın gibi davranırsan kadın gibi davranıyorlar, erkek gibi davranıyorsan erkek gibi davranıyorlar.”
Arkadaşından destek alamadığını gören Ayşegül Alben, ısrar ediyor: “Evet ama, bize karşı bir şey yok. Takdir ediyorlar. Dışardan bakıldığı gibi değil stadlar. Mesela, polis daha kaba. Saldırmayana da saldırıyor. Benim gözlemim bu. Yani bana göre olayları polis çıkartıyor.”
Tam polisin tavrından konuşurken, beş metre ilerimizde epi topu beş kişi arasında yaşanan bir tartışmaya doğru yönelen en az 50 çevik kuvvet polisinin “kibarlığından” biz de nasibimizi alınca, Ayten Şen “işte görüyorsunuz” diyor ve ekliyor: “Ama bir şey daha öğrendik. Kaçmayacaksın. Kaçarsan dayak yiyorsun!”
Bahçelievler’deki evlerinden çıkarken 40 koli küçük su yüklemişler Ayşegül Alben’in arabasına. Derbi olduğu için öğlen 12.00’de geldikleri İnönü’de, maç saati yaklaşırken bir satış raporu çıkardılar. 26 koli su satılmış. Ayten Şen, kalan sürede 30 koliyi geçeceklerini düşünüyor. Bu da beklentilerinin karşılanması demekmiş.

Futbolun gücü
Ayten Şen, yakın zamana kadar Hasan Şaş’ı hakem zannedecek kadar futbola ilgisiz kadınlardan biri olarak, “Futbol, Türkiye’de ve dünyada neden bu kadar önemli?” sorusuna, 14 yıllık stad gözlemlerine dayanarak şu yanıtı veriyor: “Çünkü çok para var içinde. Büyük sektör. Bence, erkekler deşarj olmak için futbola sarılıyorlar.
Başka hiçbir yerde o hareketleri yapamaz, böyle küfür edemezler çünkü.”
Şen sözlerini tamamlayamadan, sohbetimiz yine polis taciziyle bir süre daha kesintiye uğruyor. Tekmelenen su şişelerini yolun karşısına geçiriyoruz. Nerede kaldığımızı Ayşegül Alben anımsatıyor ve devam ediyor: “Burada her şey unutuluyor. Ne geçim derdi, ne seçimler, buraya girmiyor. Fenerin aldığı her maç sonrası borsanın bile değiştiğini biliyor musunuz? Siyaset değişiyor, gündem değişiyor. Fener bu akşam yenerse, yarın Türkiye’de her şey güllük gülistanlıktır. Futbolun böyle bir gücü var.” Kadın taraftar sayısında bir artıştan söz edilebileceğini, ancak bunun abartılacak kadar olmadığını düşünen Alben’e göre, sanıldığının aksine stadlar, kadınlar için belediye otobüsünden bile daha güvenli.
Her ikisi de üniversiteye giden çocuklarını daha iyi okutabilmek için yağmur çamur demeden sürdürdükleri işlerinden arta kalan zamanlarında internetten gazeteleri okumadan güne başlamadıklarını, sıklıkla arkadaşlarıyla buluşup sinemaya, gezilere gittiklerini anlatıyorlar.
“Yeri gelir yemeğimizden kısarız, yeri gelir 500 milyona çanta alırız. Hani afedersiniz, ‘eşek gibi çalışır, bey gibi yerim’ deniyor ya, biz de öyle yapıyoruz. Yoksa para biriktirmek değil bizim amacımız. İnsanca yaşamak için çabalıyoruz” diyor Ayten Şen.
Maç başlayalı 5 dakika olduğu için bütün dikkatini stad içinden yükselen seslere veren Ayşegül Alben, art arda sigara yakıyor ve bir beş dakika sonra arkadaşına dönerek, dayanamayacağını, eve gidip televizyondan maç izlemesi gerektiğini söylüyor. Ayten Şen, “Gene iyi dayandın” diyor gülerek. Hızlıca toparlanıp otoparktaki araçlarına doğru ilerliyorlar.

ben anlamam toptan moptan!
Soyadını vermek istemeyen Şükrüye, stad çevresinde su, çekirdek ya da köfte ekmek satan dört kadın seyyar satıcıdan biriydi. İki elinde su şişeleri, kolunda tespihler, omzunda Beşiktaş renklerini taşıyan alın bantları, sessizce müşteri bekleyen haline bakıp, “buraya zorla getirilmiş. Değil seyyar satıcılık, çarşıya pazara bile yalnız çıkamayan bir kadın” izlenimine kapıldıysak da, konuşmaya başlayınca, fena halde yanıldığımızı anladık. Zira, oldukça cevval, stad önüne de, hesap kitaba da hakim, güler yüzlü bir kadın vardı karşımızda.
35 yaşındaki Şükrüye ilkokul mezunu. Okmeydanı’nda oturuyor. İki yıldır, bir marangoz atölyesinde çalışan eş, üç çocuk ve anneanne, maç günleri arabalarına doluşup stad önlerine geliyorlarmış. Şükrüye ve eşi su; biri liseye, diğeri ortaokula giden iki oğlan da çekirdek satarmış genellikle. Anneanne ve küçük kız stad çevresine sokulmaz, yukarıdaki çimenlikte bekletilirmiş.
Şükrüye, yalnızca hafta sonları yaptığı bu işe başlarken ne zorlanmış, ne de ürkmüş. Hayat şartlarının biraz daha kolaylaşması için evinden çıkıp, stad önlerine gelmek onun için o kadar olağan bir durum ki, üstelememize şaşırıyor. “Niye bu kadar soruyorsun ki. E, çocuklar okuyor. Mecbur. Bir kişinin çalıştığı yetmiyor.”

Paraları saklıyorlar!
Şükrüye’nin İstanbul bilgisi, Kadıköy’de Fenerbahçe, Mecidiyeköy’de Ali Sami Yen ve Beşiktaş’ta İnönü stadları çevresinden ibaret. Stadları bir iyice öğrenmiş öğrenmesine ama, Beşiktaş’a seyyar satıcılık yapmaya değil de, misal deniz kenarında bir çay içmeye gelmemiş hiç. Azıcık soluklanmayı bile hayatından o kadar uzaklaştırmış ki, yazın iki aylığına (yine çalışmaya) gidilen Sinop’taki köy, Şükrüye için yapılabilecek en iyi tatil anlamına geliyor.
Stad önlerinde geçirilen iki yıl, onun takım tutmayan tarafsız halini değiştirmemiş. Oğulları ısrar etse de, bir pazarlama taktiği olarak, gittiği stadın hakim renklerine göre giyinmeyi hep reddetmiş. “Ben anlamam diyor toptan moptan. Ama çocuklar, (etrafına bakıp, sesini alçaltarak) fanatik Fenerli!” diyor gülerek. Görevliler izin verince bir iki kez, içeri girip bakmış “ne oluyor” diye. Ama 10 dakika dayanamayıp çıkmış. Bir daha da stadtan içeri adımını atmamış.
Derbi olduğu için her zamankinden erken geldiği ve maç bitimine kadar kalacakları stad önünde, beklediği satışı yapamamaktan biraz huzursuz. Zaten geçen yılla kıyasladığında, bu yıl satışlar daha düşükmüş. “Sizce neden?” sorusuna yanıt verirken yine gülümsüyor. “Bence, millet hep saklamaya çalışıyor paralarını!”
İstanbul’da üç büyüğün stadlarından birinde maç izlemeye giderseniz, Şükrüye’yi stad civarında daha uzun zaman göreceksiniz. Çünkü Şükriye, “çocuklar bir iş sahibi olana, durumlar düzelene kadar” oralarda olacak.

Serpil İlgün
ÖNCEKİ HABER

Pırlanta; mutlu bir gün geçirmek

SONRAKİ HABER

havada bir şeyler var bizi birleştiren

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...