14 Mayıs 2007 00:00

Burası oyuncak müzesi

İkinci Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılan Japonlar, içlerine koydukları pillerle hareket eden, ışıklar saçan, ses çıkartan oyuncaklar üretirler ve 1950’li yılların oyuncak pazarını ele geçirirler.

Paylaş

İkinci Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılan Japonlar, içlerine koydukları pillerle hareket eden, ışıklar saçan, ses çıkartan oyuncaklar üretirler ve 1950’li yılların oyuncak pazarını ele geçirirler. Bir Japona, iki atom bombasına rağmen hayata nasıl böyle renkli bakabildikleri sorulduğunda şu yanıtı verdiği söylenir: “Oyuncaklardan başka sığınacak bir yerimiz kalmamıştı.”
İstanbul Anadolu Yakası’nda Erenköy Kız Lisesi’ni 200 metre kadar geçtikten sonra Ömer Paşa Caddesi Dr. Zeki Zeren Sokağı’na girdiğinizde, etrafı beton binalarla çevrili fakat sizleri şirin üç zürafanın karşıladığı, içeride herkesin kendine bir kahraman bulabileceği beyaz köşkün önünde bulursunuz kendinizi: Oyuncak Müzesi.
Kapıdan girdiğinizde 1900’lü yıllara ait el yapımı Karadeniz, Kapadokya, Trabzon, Gaziantep, İstanbul - Diyarbakır, Damal bebekleri, Ankara seymenleri, Prof. Dr. Kenan Akyüz’ün 2. Abdülhamit dönemine ait gölge oyunu kuklaları hepsi halay çekerek, horon teperek, kendi dillerinde merhaba diyerek sizi karşılıyorlar. Bir köşede duran Müjdat Gezen’in yaptığı Piti ve Pitiş sizlere sevgi ile dört kolla sarılıyor. (Müjdat Gezen’e sorduğumda Piti ile Pitiş’in dört kolunun da zamanımızda insanları sevgiyle sarmaya yetmediğini, sadece oyuncak olarak kaldığını anlattı.)
Müzede neler yok ki...
İkinci kata çıktığınızda Titanik’te ölen 1513 yolcunun anısına sadece 1912 adet yapılan siyah renkli Teddy Beau oyuncak ayısı, Temel Reis, Alman, Fransa, Japonya, ABD ve İngiltere’de yapılan 1920-1970 yıllarında ait deniz ve hava taşıtları sizi karşılıyor. 1881 Brendenburg Almanya fabrikasında yapılan müzede sergilenen Lehmann oyuncakları arasında yeni asır bisikleti, inatçı katır, düt düt araba, tırmanan değirmenci Gustav, vahşi batının kovboyu, dans eden zenci, motorlu araba, hamam böceği, sedan araba, HE 11 uçak var. ABD, Japonya, Almanya, İspanya, Meksika, Türkiye, Brezilya, Çin yapımı polis arabaları ve onlara dalga geçer gibi bakan Pinokyo, Pele’nin Halit Kıvanç’a imzalayarak hediye ettiği futbol topu da burada.
1944 yılında Tosya’da (Kastamonu) meydana gelen depremde Bilgi Ergin adındaki 7 yaşındaki bir kız, oyuncak bebeği ile birlikte göçük altında kalır. Enkazdan yaralı olarak kurtulan küçük kız kısa sürede iyileşir ve plastik bebeğinin kırılan sol koluna “seloteyp” tedavisi uygular. Yıllar sonra emekli öğretmen olarak ziyaret ettiği Oyuncak Müzesi’ne bu bebeğini hediye eder. Bebek ikinci katta bulunan hastane odasındaki yatağına yatırılır.
Üçüncü katta Otto ve Max kardeşlerin oyuncak şirketi Hausser tarafından yapılan Nazi dönemi askerlerinin geçit töreni canlandırması ve 1933 yılında Nazi Almanya’sında üretilen oyuncak askerler var. (Tarihçiler 2. Dünya Savaşı’nın 1 Eylül 1939 tarihinde Alman ordularının Polonya’ya girmesiyle başladığını söylerler. Oysaki Hitler ilk önce bu oyuncaklarla çocukların düşlerini işgal etmiştir. Oyuncak askerlerle oynayan çocuklar, İkinci Dünya Savaşı başlayınca bu oyuncakların yerine geçtiler. Geriye gözyaşı, hüzün ve kırık oyuncaklar kaldı...)
Üçüncü kata geldiğimizde derebeylik dönemlerine ait yaşamdan kesitler gösteren oyuncaklarla karşılaşırız. Seramik Sanatçısı Canan Yaraş tarafından hazırlanan Anadolu’da yapılan arkeolojik kazılardan çıkan oyuncakların bire bir örnekleri sergileniyor. Ve işte uzaydayız... Neil Armstrong ile aya ilk ayağı beraber basıyoruz. Bu kattan çıkıp bodrum kata indiğinizde ise Kaptan Nemo’nun denizaltısı Nautilus içinde hissediyoruz kendimizi. Konferans ve kukla gösterim salonu bodrum katta.
Ülkemizde oyuncak geleneği
Yorulup dinlenmek için kafeteryaya oturduğunuzda taze çayınızı yudumlarken sizin etrafınızı oyuncaklar, Teo dedenin (1) etrafını ise cıvıl cıvıl çocuklar sarmıştır. Teo dede kendi el yapımı çocukların büyük kalplerini hiç kırmadan ve bıkmadan defalarca anlatır ve gösterir.
Bizim şu andaki oyuncak geleneğimiz Eyüp oyuncaklarıyla başlamış. Eyüp Camii’ne götürülen sünnet çocukları orada oyuncak imalatçılarının doğmasına neden olmuş. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde Eyüp oyuncakçılarını 100 dükkanda 105 kişi olarak anlatır. 1950 yılından sonra yerli oyuncak sanayinin kurulması ve ithalat, Eyüp oyuncakçılarının sonunu hazırlar. Müjdat Gezen de bu dönemde Fatih’te Ömer Deniz’in yanında çırak olarak oyuncak üretmeye başlar. (2)
Böylece el yapımı tahta oyuncakların pabucu dama atılır. Emek harcanmadan tamamen kâr amacı güden fabrikasyon oyuncakların devri başlar. Bunun ömrü de uzun sürmez. Yerli oyuncak sanayi de 1980 yılı sonrası yanlış politikalar yüzünden iflas ettirilir ve bu alan tamamen ithalatçıların eline geçer.
Kurulmasından 10 ay sonra Turizm Bakanlığı’nın müze olarak kabul edildiğine dair yazısıyla Türkiye’de ilk özel müze olma unvanını taşıyan Oyuncak Müzesi, Şair Sunay Akın’ın özverili çalışmaları ile ayakta durmaya çalışıyor. Vakıf Müzesi olmadığı için her türlü vergi ve harcamaları da, kendisi tarafından karşılanıyor.
Almanya’da bir Alman vatandaşı her gün bir müze gezmek şartıyla ülkesindeki bütün müzeleri ziyaret etse, 16 yılını müze gezmekle geçirirmiş. Bu da takribi 6 bin müze ediyor.
Peki Türkiye’de bu rakam kaç acaba?
Oyuncak Müzesi Türkiye’nin ilk özel müzesi, dünyada ise bir şairin kurduğu ilk müze unvanını taşıyor...

(1)Teo Dede: Nesin Vakfı’nda eşiyle birlikte gönüllü olarak çalışan bir Hollandalı. Hollanda’da Türkiyeli mahkumlara danışmanlık yapan bir görevli iken Aziz Nesin’le tanışır. Teo Dede’ye niçin oyuncak diye sorduğumuzda şöyle diyor: “İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler Hollanda’yı işgal ettiklerinde bol bol tahta oyuncak yaptım. Büyüklerin dünyasına dokunmamaları gerekiyordu. Ben de bu yüzden bol bol tahta oyuncak yapıp çocuklara dağıttım.” Bir barış gönüllüsü Teo Dede.

(2) Ömer Deniz : Şair olan Ömer Deniz, hukuk fakültesinde öğrenci iken bir sinema çıkışında yazdığı şiirleri Nâzım Hikmet’e verirken yakalanıp cezaevine giriyor. 7 yıl 6 ay cezaevinde kalıyor. Çıktıktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmesine rağmen işi olmadığı için Fatih’te Hırka-i Şerif Caddesi’nde oyuncak imalatı dükkanı açıyor. Çırağı da o yıllarda Fatih’te çocukluğunu yaşayan Müjdat Gezen oluyor.
Haluk Candan - Aynur Candan
ÖNCEKİ HABER

Hayat’a oynadılar

SONRAKİ HABER

Soma ‘Hayat’ için buluştu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...