14 Mayıs 2007 00:00
EMEK DÜNYASI
Tayyip Erdoğan, Erzurumda toplu açılış töreni adı altında yaptığı gövde gösterisiyle; Bakın biz de istersek miting yapar; alanlara, sokaklara sığmayan kalabalık toplarız demek istedi. Ama, mağduru oynayarak puan toplama stratejisi izlediği için; Erzurum mitingini Tandoğana, Çağlayana ya da dün İzmirde yapılan cumhuriyet mitinglerine karşı bir yanıt dememeye özen gösterdi.
Tayyip Erdoğan, Erzurumda toplu açılış töreni adı altında yaptığı gövde gösterisiyle; Bakın biz de istersek miting yapar; alanlara, sokaklara sığmayan kalabalık toplarız demek istedi. Ama, mağduru oynayarak puan toplama stratejisi izlediği için; Erzurum mitingini Tandoğana, Çağlayana ya da dün İzmirde yapılan cumhuriyet mitinglerine karşı bir yanıt dememeye özen gösterdi. Ama, şu da bir gerçek ki; kim ne ad verirse versin, artık seçim sürecine girmiş olan Türkiyede her miting, her toplantı, ötekine karşı, onunla hesaplaşmaya yönelik bir karşı hamle olarak algılanacaktır ve gerçekte de böyledir.
12 Eylül cuntası tarafından düzenlenen, ama bugün tıkanma noktasına gelen Türkiyenin siyasal sitemini yeniden düzenlemek isteyen güçler ise mitingleri; merkez sağ ve merkez sol etrafında yeniden biçimlendirip; bu akımların dışındaki eğilimleri marjinalleştirecek bir sisteme meşruiyet kazandırmak için kullanıyorlar. Orta vadedeki amaç budur. Yakın amaçları ise, AKPnin Meclise önemli bir çoğunlukla girmesini önlemeye yöneliktir. Onun için de; mitingleri hazırlayanların sözcüleri, mitinglerin asıl mesajının merkez sağ ve merkez sol partilerin birleşmesi olduğunu iddia ediyorlar.
Aslında işin gürültüsünden koparılarak ele alınırsa; siyasi amaçlı bir mitinge katılan yığınların siyasi yelpazenin iki başlıca kutbu olacak partilerin ikisinin de güçlenmesini istemesi, ikisini birden desteklemesi, ikisinin de başarısını istemesi mantıksal bakımdan çelişik; siyasal bakımdan da saçmadır.
Burada açıkça söylenmeyen; siyaset sistemini yeniden yapılandırmak isteyenler; mevcut düzenin, statükonun sürdürülmesi, dolayısıyla düzeni değiştirmek istemenin meşru olmayan bir girişim olduğu, aksi halde cumhuriyetin yıkılacağı, yerine de (dün komünizm diyorlardı) şeriatçı, bir düzenin kurulacağını iddia ediyorlar.
Siyasal sistemi yeniden biçimlendirmek için girişilen bu operasyonun yarattığı gerilimden AKP ve CHP; kendilerine avantaj sağlamak için harekete geçmiş bulunuyorlar. Seçimi de bu gerilim üstünden hesaplaşmanın bir vesilesi olarak değerlendirmek için kolları sıvamış bulunuyorlar.
CHP, kendiyle birleşmeyen ve kendisine oy vermeyen herkesi, AKPye şeriata oy vermiş, onların safına geçmiş olmakla suçlamaya hazırlanırken AKP de; kendisine oy vermeyenleri sola, İslam düşmanlarına, halk iradesine karşı çıkanlara destek ve oy vermiş olmakla suçlamaya hazırlanmaktadır. CHP ve AKPnin şimdiki; birleşelim, hepimiz aynıyız manevralarından sonraki hamleleri bu olacaktır. ANAP-DYP ittifakının çapsızlığı göz önüne alındığında, bu merkez sağ odağın AKPnin yaratacağı çalkantılarla, yukarıdan desteklenen merkez sağ mihrakın AKP karşısında ciddi bir seçenek olması çok güç olduğu gibi MHPnin olup bitenler karşısındaki şaşkınlığı atlatıp bir güç oluşturması da giderek daha güçleşmektedir.
CHP-DSP ittifakının problemli olacağı, 1+1in 2 etmesinin çok güç olduğu şimdiden görüldüğü gibi, sürecin uzaması bir ittifakın olacağı ihtimalini de zayıflatmaktadır.
Ancak Türkiyenin gerçekleri; bir yandan işçi sınıfı ve emekçilerle burjuvazi, arasındaki uçurumun büyümesi, öte yandan Kürt sorunu, laisizm sorunu gibi sorunların Türkiyenin iç ve dış politikasını doğrudan etkileyen etkenler olarak çözümü dayatılmış sorunlar haline gelmiş bulunması; demokrasisizlik gibi sorunlar öyle merkez sağ ve sol arasında kurulan bir tahterevallinin üstüne kurulmuş bir siyasal sistemin işlemeyeceğini göstermektedir. Tersine gerek sınıflar arasındaki büyüyen gerilim gerekse kendini dayatan sorunların çözümü için atılan her adımın asker ve sivil geleneksel güçler (ve iktidardaki AKP Hükümeti tarafından) engellenmesi böylesi ılımlı merkez sağ-merkez sol eksende kurulmak istenen sistemi işlevsiz kılacaktır. Bugün de zaten yaşananlar; muhtıralar, skandal Anayasa Mahkemesi müdahaleleri, seçimlerin yer değiştirmesi... tepe aşağı duran testinin çalkalanıp tepe aşağı olarak yeniden dikilmesi... Türkiyenin sorunları ile siyasi sistemin bu sorunları çözme yeteneği arasındaki çelişmenin büyümüş olmasındandır. Dolayısıyla; Türkiyenin demokrasi güçleri, hesaplarını ne mitingler üstünden yaratılan birlik-bütünlük edebiyatı ve cumhuriyetin korunması gibi, mevcut sistemin korunmasına ne de şeriat tehdidi sendromu üstüne değil tersine demokrasi taleplerinin savunulması ve demokrasi güçlerini birleştirme; emek güçlerini birleştirip seferber etmek üstüne kurmak zorundadırlar.
Seçimler de ancak bu zemin üstünden geliştirilecek bir mücadele olarak ele alınırsa, demokrasi güçleri için yeni bir dayanak olma özelliğini taşıyacaktır. Aksi halde; fırsatçılık, ayak oyunları ve fraksiyonculuk gibi eğilimlere teslim olmak bütün bu seçim sürecinin ve düzenin siyasi sisteminin tıkanmış olmasının yarattığı fırsatları (bu tıkanmışlığı aşmanın tek gerçek yolu demokrasi güçlerinin sorunu çözecek talepler etrafında güçlerini birleştirmeleridir) reddetmek; egemen güç odaklarının demokrasi güçlerini itmek istedikleri marjinalleşme çizgisine sürüklenmek anlamına gelecektir.
İhsan Çaralan