15 Mayıs 2007 00:00

GÖZLEMEVİ

İçinde bulunduğumuz ayın ikinci günü Trabzon’daydım. Altı yıl boyunca “Karadeniz’e Kıyısı Olan Ülkeler”i kapsayan tiyatro şenliğinin “tiyatro buluşması” olarak tanımlanan başlığı,

Paylaş

İçinde bulunduğumuz ayın ikinci günü Trabzon’daydım. Altı yıl boyunca “Karadeniz’e Kıyısı Olan Ülkeler”i kapsayan tiyatro şenliğinin “tiyatro buluşması” olarak tanımlanan başlığı, geçen yıl “festival” olarak değiştirilmiş; bu yıl ise “Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali” adında karar kılınmıştı. Kısa süre önce boş kalan müdür koltuğuna apar topar İstanbul Devlet Tiyatrosu sanatçısı Burak Karaman atanmış ve iki aydan da kısa bir süre içinde festivali toparlaması “talimatını” almıştı.

Bu yılki etkinlikler
“8. Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali”, kentin ünlü Atatürk Meydanı’nda başladı.
Otelden alana giderken festival programına göz attım. Geçen yılın “festival”ine yanılmıyorsam ilk kez eklenen konferanslara, uluslararası tiyatro sempozyumlarına, resim, fotoğraf, dekor eskizi, kostüm, karikatür sergilerine bu yıl yer verilmemişti. Geçen yılki “Kanuni Evi”nin tanıtım toplantısı; klasik müzik ve Meydan Parkı konserleri, defileler, yanı sıra Ayasofya Müzesi’nde Trabzon günü gibi etkinlikler de yoktu. Ama Fransız pantomimci Frederic Herrera’nın; sanat yönetmeni, oyuncu, yazar, tasarımcı olarak tanınan Toby Wilsher’in; Almanya Mains Staats Tiyatrosu’nun yönetmeni Dieter Boyer’in, Londra Müzik ve Drama Akademisi yöneticisi Jonathan Chadwick’in ve bizim Mehmet Ergen’imizin atölye çalışmaları programlanmıştı.

Festivalin açılışı
Devlet Tiyatroları Ankara Bölgesi eski müdürü ve Devlet Tiyatroları’nın değerli sanatçısı Murat Atak o pek bilinen mükemmel ses tonu, tonlaması, diksiyonuyla açılışı yaptı, Devlet Tiyatroları Genel Müdür Vekili ve Genel Sanat Yönetmeni Mine Acar’ı mikrofona çağırdı. Trabzon Valisi Nuri Okutan, Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu, Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun başarılı ve genç müdürü Burak Karaman da konuştu. Sonrasında bandonun peşine takılıp Atapark’a, Devlet Tiyatrosu’nun “Trabzon’un yazan, çeviriler yapan, kuran, büyüten, yöneten hemşerisi” Haluk Ongan’ın adını taşıyan sahnesine kadar yürüdük. Sahnenin fuayesinde yöresel yemeklerle ağırlandık. “Kara Lahana Dolması”, “Hamsi Kuşu”, “Hamsili Kaygana”, “Kuymak”… Veee Akçaabat Folklor Grubu’nun heyecan verici horon tepişi...

Uğur Keleş, mehter müziği eşliğinde defile düzenlemişti
Akşam festival yemeğinde, ünlü oyun yazarımız Tuncer ve eşi Aygül Cücenoğlu, Vakfıkebir ilçesinin lise müdürlüğünden sonra siyasete soyunmuş belediye başkanı Hayri Birinci, Mali Müşavir Sedat Gedik, Devlet Tiyatroları yönetmenlerinden Ensar Kılıç ile aynı masayı paylaştık. Trabzon Olgunlaşma Enstitüsü’nün defilesini, Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun başarılı sanatçılarından Uğur Keleş’in düzenlemesiyle ve de Mehter Takımı’nın müziği eşliğinde seyre daldık. Trabzonlu ünlü müzisyen Fuat Saka “… gökteki yıldızları da/paylaşalım kızları/almışlar güzelleri/kalmış yaramazları//gökte uçan kuşlara da/arkadaş olamadım/uçan kuş yuva yaptı/kuş kadar olamadım…” diye türkü çığırdı, alkışladık. Az ilerimizdeki Düzenleme Komitesi’nden Sinem Şahin’e ve Erkan Taşdöğen’e, İsmail İncekara’ya, Galip Erdal’a, Burak Karaman’a, Yüksel Aymaz’a, Ayşe ile Murat Atak’a, Mustafa Uğurlu’ya selam verdik, selam aldık. Bu arada, ne yaptık ne ettikse Mine Acar’ın “teveccühüne” mahzar olamadık.

Neden “Sersemler Evi”
Festival, İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı “Sersemler Evi” ile başladı. Neden “Sersemler Evi”, neden bir Türk yazarının oyunu değil, bilemem. Bilemem, çünkü o gün, Burak Karaman dahil tüm yetkililerin yüzünden düşen bin parçaya bölünmekte olduğundan, “bütün bu ahval ve şerait içinde” gidip: “Bu oyuna neden gerek gördünüz” ya da: “Festivali neden bir Türk yazarının oyunu ile açmadınız” diye soramazdım, sormadım… “Sersemler Evi”ni daha önce gördüğüm için bir kez daha seyretmedim. Yirmi üç yıl kadar Trestle Theater Company’nin Genel Yönetmenliğini üstlenen Toby Wilsher’in yazıp yönettiği “Sersemler Evi” ile ilgili olarak Trabzon seyircisinin yorumunu da dinlemek istemedim. Seyircinin ilgisini canlı tutacak tek olay örgüsü olmayan, konuşma şansları ellerinden alınmış Erkan Taşdöğen’le, Tülin Özen’le, Mustafa Uğurlu’yla, Kubilay Karslıoğlu’yla, Mehlika Balkan’la, İlkay Akdağlı’yla, Burak Karaman’la, yani tüm mimikleri masklarının üstündeki tek duyguyla sınırlandırılmış oyunun oyuncularıyla da konuşma olanağı bulamadım, daha doğrusu bilinçli olarak olanak yaratmadım.

Evtimova’nın “Yasak Aşk”ı
İkinci akşam Makedonya Opera ve Balesi yapımı “Yasak Aşk” başlıklı performansı izledik. Dünyada çok önemli bir sanat dalı olarak kabul edilen performans sanatını bu kere de koreograf Sasha Evtimova deneysel, yaratıcı sanatsal ifadelerle desteklemişti. Aynı zamanda topluluğun “prima ballerina”sı olan Evtimova, kendi içinde kendinin boğulmasını önlemek için karanlığa ve sessizliğe sığındı olmadı; kendini hırpaladı, canını acıttı. Bütün bunları anlatırken disiplinler arası sınırları zorladı. Aşkı aradı, aşkı yaşadı, ihanete uğradı, aşağılandı; aşkı yeniden denedi, silkelendi, silkeledi, bekledi. On bir dansçı, nefeslerini mükemmel kullanarak ve de bedenin daha önce keşfedilmemiş olanaklarını ortaya çıkartarak birer birer ve hep beraber konuya yavaş ve yumuşak girişler sağladılar. Sasha Evtimova kontak dans, performans ve güncel dans tekniğinin harmanlanışından oluşan koreografisinde, dansçılarının fiziksel becerilerini pek güzel irdelemişti. Bedensel kontak, doğaçlama, performatif devinimlerle ve güncel dans tekniğiyle bedenin mekân ve zamandaki hareketi temel alınmıştı. Evtimova’nın akışkanlığı bozmadan bir teknikten diğerine yumuşakça geçişlerini ve tüm teknikleri aynı anda kullanılabilmesindeki becerisini kendisini öperek kutladım, üstüne üstlük bir de fotoğraf çektirdim. Laf aramızda, kimi tablolardaki senkronizasyon bozukluklarından söz etmedim.

134 yıllık tiyatronun oyununu izledim
Bir başka akşam Azerbaycan Ulusal Akademik Tiyatrosu’ndan Gürcü yazar Otia Ioseliani’nin “Keşke Araba Devrilmeseydi” başlıklı oyununu, tiyatronun yöneticisi Macbeth Bunyatov ile birlikte izledik. Kimse söylemiyor bari ben söyleyivereyim: Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Azerbaycan’da tiyatro, Avrupa standartlarıyla seviye tutturamıyor. Sistemi sevmiyorlardı, istemiyorlardı tamam, ama devlet dağıldıktan sonra hiç bilmedikleri durumlarla karşılaştılar. Kapitalizme geçişin zorluklarını bilmiyorlardı, çünkü o güne değin ekonomik problemlerle bizzat devlet ilgilenmişti, kendileri değil. Yeryüzünün en çok kitap okuyan ülkeleri arasında sayılırlarken, Sovyet Dönemi’ndeki devlet yayınlarının tirajları pazar ekonomisine geçtikleri için ciddi anlamda düşmüştü. Bugün 8 milyonluk Azerbaycan’da tam 26 devlet tiyatrosu vardı ve Macbeth Bunyatov, genel anlamda seyirci sayısında da bir azalma olduğunu yarım ağız söyledi. Macbeth’in yöneticiliğini yaptığı Azerbaycan Ulusal Akademik Tiyatrosu tam 134 yıllıktı ve işte ben bu tiyatronun oyununu izledim.

Yönetime verip veriştirmek
Oyunun sıradan altı konusunu, ilkel dekorunu, ışık tasarımının kötülüğünü, butaforcu olarak program dergisine adı yazılan Hüseyin Melikov’un yaptıklarının sakilliğini falan hepsini geçtim, Gürcü yazarın oyununu sahneye taşıyan Behram Osmanov’un yorum elde etmek için birincil koşul olan sesleri, jestleri, değişik devinimleri, birbirine benzemeyenleri uyumlu hale getirmekteki beceriksizliğine şaşarak, içimden verdim veriştirdim. Oyunculuk derseniz, Agabo Bogveradze’yi canlandıran Siyavuş Aslan dışında, haydi Saqo karakterinde genç oyuncu Vefa Rzayeva’yı da sayayım, gerisi için “salkım saçak” deyimini kullanmakla yetindim.
Başka neler mi seyrettim!
Hâlâ Trabzon’dayım efendim, cuma günü devam ederim.
***
Geçtiğimiz akşam, Trabzonlu işçi temsilcileriyle, emekçilerle, eğitmenlerle, emeğe, barışa, demokrasiye, kardeşliğe gönül vermiş aydınlarla beraber, yaşamın gerçek renklerini ortaya çıkartacak “HAYAT TV” ile dayanışma gecesinde birlikte olduk. Bana masada, Karadeniz bölge basınının duyarlı kalemi Gazeteci Fatma Babuşçu, Emep İl Başkanı Cemil Baykuş ve Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun başarılı oyuncusu Mesut Yüce eşlik etti. Karadeniz’in sesi beni heyecanlandırdı, umutlandırdı dostlar. Güzel günleri (galiba) göreceğiz be çocuklar…
Üstün Akmen
ÖNCEKİ HABER

Diyette sihirli değnek

SONRAKİ HABER

Şiirİstanbul, Derviş’siz açıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...