16 Mayıs 2007 00:00

Sanatçının yeri emeğin yanıdır

Çetin Oraner, Almanya‘da yetişmiş bir müzisyen. Sanatçı bir ailenin çocuğu olan Oraner, uzun yıllar Ahmet Kaya ile birlikte çalıştı. Türkçe ve Kürtçe eserler veren sanatçı, Almanya‘da protest müzik sanatçılarından Constantin Wecker ile de birlikte çalıştı.

Paylaş

Çetin Oraner, Almanya‘da yetişmiş bir müzisyen. Sanatçı bir ailenin çocuğu olan Oraner, uzun yıllar Ahmet Kaya ile birlikte çalıştı. Türkçe ve Kürtçe eserler veren sanatçı, Almanya‘da protest müzik sanatçılarından Constantin Wecker ile de birlikte çalıştı.
Oraner ile müzik, televizyon, Ahmet Kayalı yıllar ve memleket üzerine konuştuk.

Kendinizi tanıtır mısınız?
Kendimi bildim bileli müzikle uğraşıyorum. Ailem devrimci bir aile olduğu için doğal olarak sanat ve siyaset hep iç içeydi bir şekilde. O zamanlar ozan geleneği vardı, onlar sıkca konuk olurlardı. Onlardan bir etkilenme var tabii. Çalıp söylerlerdi, muhabbetleri derken benim üzerimde bunların çok büyük etkisi oldu tabii. Ve dolayısıyla da küçük yaşta şunu anladım diyebilirim, müzik türkü ya da şarkı kendini ifade etmenin başka bir tarzıdır, biçimidir. Daha doğru, daha güzel, daha estetik bir biçimde insan kendini nasıl ifade etmelidir? Böyle bir arayışım olmuştur açıkcası bugüne kadar, hâlâ da devam ediyor.
Benim bugüne gelişimin iki önemli temeli vardır. Birincisi içinden geldiğim, yetiştiğim ailenin etkisi, siyasi bir sürecim var. Ve buna parelel de tabii ki Ahmet Kaya ile birlikte olmamın çok büyük bir etkisi var. 10 yıl Ahmet Kaya ile birlikte çalıştım. Usta-çırak ya da usta-öğrenci ilişkisi de denilebilir buna. Ama aynı zamanda bir yoldaşlık ilişkisiydi bu. Abi kardeş gibi. Karşısına oturtup da ders vermedi tabii ki. Yani “şöyle yapacaksın böyle edeceksin“ değil, görerek, duyarak, gözlemleyerek 10 yıllık bir süreci beraber geçirdik.
Sanat bana göre görülmeyeni görebilmek, duyulmayanı duyabilmek, anlaşılmayanı anlayabilmek, gördükten, duyduktan ve anladıktan sonra da bunları anlatabilmektir. Bunu yapan insan da sanatçıdır. Günümüze bakıldığında bunun böyle olmadığını görüyoruz. Sistem kendisini yaşatabilmek adına insanlara sanat adına gayri estetizmi ya da duyarsızlığı, yaşamdan kopuk olmayı, gerçekten kopuk olmayı, kendi sözüm ona sanat anlayışını empoze ediyor. Buna alternatif bir şeyler yapmak gerekir diye düşünüyorum. Birçok insanın bu anlamda çalışmaları var kuşkusuz.

Türkiye’de bir ozanlık geleneği var, dengbejlik geleneği var. Bir yanda da burjuva kültür anlayışı, kendi yaşam tarzını dayatmaya çalışıyor. Siz bu kültürün neresindesiniz?
Dünyamızda temel çelişki, toplumlar ve sınıflar var olduğundan bu yana emek ve sermaye arasındaki çelişkidir. İlk çağlardan bu yana bu böyledir. Ve dolayısıyla da insanlar yaşamlarında bir saf belirlemek zorundalar. Gündelik bazı ihtiyaçlarımız var. Yeme, içme, sevme, sevilme gibi. Maddi anlamda ve duygusal anlamda bazı ihtiyaçlarımız var. Buna paralel olarak da bir üretim var. Yani toplumda bir yerimiz var. Hangi tarafa dahil olduğumuzun bilincinde olmak gerekiyor.
Bu anlamda da benim yerim çok kesin net ve bellidir. Gerçekten sanat yapan sanatçıların yeri ancak emekten yana emekçi sınıflardan yana olmak zorundadır. Her sınıfın bir kültürü vardır, her sınıfın bu bağlamda bir müziği de vardır. Yani şimdi burjuvazinin dayattığı bir müzik anlayışı vardır. İçi boştur, koftur, çözümsüzdür, çıkmazı dayatır. Bu yerine göre arabesktir, hatta yerine göre halk müziğini de alır içini boşaltır, yerine göre başka müzik tarzlarını alır kullanır. Bir de emekçi sınıfların bir kültürünün olması gerekiyor. Bizde bu ne düzeyde? Ülkemize şöyle bir bakıldığında ben henüz bir emekçi kültürünün oluşturulduğuna inanmıyorum. Bir dönem bu yakalanmıştı belki. Avrupa‘da bunun örnekleri var. Sınıf kültürü dendiği zaman işçi sınıfının sineması, işçi sınıfının müziği, işçi sınıfının romanı, yazımı. Bizde sınıfın güçlü bir örgütü de yok. Böyle olunca da kendi içinde böyle bir kültürün gelişmesi mümkün değil.
Kürtçe bilmediğini biliyoruz . Ama buna rağmen Türk kökenli bir sanatçı olarak sarkılarını iki dilde yapıyorsun. Seni buna yönlendiren ne?
Bana ve kardeşime öğretilen şuydu: Nerede olursanız olun mazlumdan yana olun. Bizim ülkemizde mazlumlar bellidir. Emekçiler ve emekçiler içerisinde Kürtlerdir, hatta Alevilerdir. Türkler de buna dahildir. Türk emekçiler de mazlumdur.
Benim bunu görmem ve pratiğimde yansıtabilmem ne demektir? Bir kere Kürtlerin müziği, o müzikten etkilenmek tabii ki. Bir şekilde yaptığım bestelerde o tınıları verebilmek. Kürtçe de okuyabilmek tabii. Kürtçeyi yavaş yavaş anlıyorum. Şarkı sözlerini ezberledikçe onların anlamlarını da verebiliyorsun. Barış diyorum şarkılarımda. Bütün derdim bu.
Kendi adıma önüme koyduğum misyon şudur; iki halk arasında oluşturulması gereken köprünün taşlarından biri olmak. Bundan başka da çaremiz yok diye düşünüyorum.
Çok enteresan bir durum söz konusu; 60 yıldan beri Türkiye NATO üyesi ve IMF‘nin güdümünde. Ekonomimizi IMF yönlendiriyor. Siyasi, askeri anlamdada emperyalizm ikili anlaşmalarla, NATO ile kendi siyasi geleceğini belirliyor. Ortadoğu‘da bir ileri karakoluz, emperyalizmin güdümünde. Ama birdenbire birileri çıkıyor kafa karışıklığı yaratılıyor. Sanki her şeyin günahı Kürtlerdeymiş gibi, “Aman onlar bölüyorlar, ediyorlar” derken bu arada emperyalizmin üzerimizde oynadığı oyunlar göz ardı ediliyor. Bütün bunlar beni çok etkiliyor, kaygılandırıyor. İki halkın eşit birlikteliğiyle gerçek bir demokrasiye ulaşabileceğimize inanıyorum. Benim bir anlamda yaptığım Kürtlerin şarkılarını alıp okumak ya da bu temayı, bu savaşı, bunun acı yanlarını işlemek. (Münih/EVRENSEL)
Televizyon çok önemli bir araç

En son albümümde bir şarkı yapmıştım, ‘Hayat Bir Şovmuş’ diye. Orada biraz bunu ifade etmeye çalıştım. Bu reklamlardı, dizilerdi, insanları nasıl yozlaştırdıklarını işleyen, gerçek sorunlarından nasıl uzaklaştırdıklarını işleyen bir şarkı yapmıştım. Televizyon çok etkili bir araç tabii ama kimin elinde olduğuna da bağlı.
Şu anda sistemin yüzlerce kanalı var. Muhalif kanallar da var. Hayat Televizyonu‘nun test yayınlarını epeydir izliyorum. Önümüzde iki tane etkinlik var. Onlara katılacağım destek olabilmek için.
Dediğimiz gibi emekçilerin artık bir televizyona ihtiyacı var. Biraz önce dedik ya emekçi kültürü oluşamadı. Emekçi kültürün oluşbilmesi için kurumlara ihtiyacı var. Kurum nedir? Televizyon da bu anlamda bir kurumdur. Orada ne olacak? Emekçinin kendi kültürel birtakım üretimleri, böylesi üretimde bulunan insanlar yer alacak. Yazarından tutalım şairi, müzisyeni, sanatçısı, tiyatrosu, sineması, bütün bunların yer aldığı çok önemli bir kurumdur. Bu dolayısıyla emekçi kültürün gelişmesine de çok büyük hizmet sunacaktır.
Emekçinin sadece kültürel ihtiyacı da yok. Onun yanı sıra içinde bulunduğu ekonomik koşullar var, toplumdaki yeri var, sömürü var, sömürüyle beraber gelen baskılar var. Bunlara karşı bir cephe oluşması gerekiyor. Bunlara karşı bir direniş gerekiyor. Bunun için de çok önemli bir araç diye düşünüyorum.
Levent Çokdeğerli
ÖNCEKİ HABER

Sırbistan’dan Eurovision manzaraları

SONRAKİ HABER

İNSAN VE SPOR

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...