17 Mayıs 2007 00:00
AVRUPA GERÇEĞİ
Fransa cumhurbaşkanlığına seçilen Nicolas Sarkozyyi telefonla arayan ilk politikacının Almanya Başbakanı Angela Merkel olması hiç şaşırtıcı değil. Keza, Sarkozynin de yemin ettikten hemen sonra Berline gelerek Merkelle ortak basın toplantısı da elbette tesadüf değildi.
Fransa cumhurbaşkanlığına seçilen Nicolas Sarkozyyi telefonla arayan ilk politikacının Almanya Başbakanı Angela Merkel olması hiç şaşırtıcı değil. Keza, Sarkozynin de yemin ettikten hemen sonra Berline gelerek Merkelle ortak basın toplantısı da elbette tesadüf değildi.
Her iki politikacının özellikte Türkiyenin AB üyeliği, ABD ile ilişkiler ve neoliberal politikalar konusunda yakın görüşleri savunduğu biliniyor. Türkiyenin ABye tam üyeliğine karşı İmtiyazlı Ortaklık modelini savunan her iki liderin, bu görüşünün diğer ülkeler tarafından da kabul görmesini sağlamak için çalışacakları, ama Alman ve Fransız tekellerinin Türkiyedeki çıkarlarını özel olarak koruyacakları açık bir gerçek.
Yani seçim meydanlarında Türkiyenin, Avrupaya ait olmadığı, halk arasında ABnin emekçiler üzerinde yarattığı tahribatın sonucu olarak artan gelecek korkusu ve kaygısını bundan önce olduğu gibi bundan sonra da özellikle sağcı, muhafazakar ve ırkçı partiler tarafından daha sık ve keskin bir şekilde kullanılacaktır. Sarkozynin, Türkiye ve AB eleştirisi üzerinden sürdürdüğü ulusal kimlik kampanyası bu kesimlere daha fazla güç ve cesaret veriyor.
Türkiyenin, Avrupa ülkelerinde yapılan seçimlerde sürekli malzeme olmasının temel nedenlerinin başında aslında Türkiyenin ekonomik, demokratik ve Müslüman kimliği gibi sorunlardan çok, ABnin kendisiyle ilgilidir. 2004te yapılan AP seçimlerinde birçok ülkede ABnin politikalarına karşı çıkan partilerin önemli bir çıkış yapması da bunun açık bir ifadesi. ABye güvensizlik ve tepki bir bakıma Türkiye karşıtlığı üzerinden en doruk noktaya çıkartılıyor.
Bu bakımdan, Merkel ve Sarkozy şahsında gündeme getirilen Türkiyenin AB ile devam eden müzakere sürecinin nasıl bir seyir izleyeceği sorusu aynı zamanda ABnin kendi yapısal sorunlarıyla yakından ilgili. Eğer ABde bugün sertleşen çelişki ve çatışmalar daha düşük yoğunlukta olsa ve hedeflere yaklaşmada bunca sorun çıkmamış olsa idi, Türkiye konusu da bu denli oy getiren bir malzeme olmayacaktı.
Bunun bilincinde olan Sarkozy ve Merkel gibi Hıristiyan muhafazakar politikacılar, bir taraftan Türkiye karşıtlığı üzerinden pozisyonlarını güçlendirirken, diğer taraftan ise Türkiye gibi ülkelerin AB ile yakın bir ilişkinin kurulmasını kendi ülkelerinin çıkarları gereğince zorunlu görüyorlar.
Nitekim; Sarkozynin seçimlerden sonra gündeme getirdiği Akdeniz Ülkeleri Birliğine bu çerçevede bakmak gerekiyor. Seçim gecesinde şöyle diyordu Sarkozy: Güçlü bir Akdeniz Birliği kurmalıyız. Böylece Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri AB ile ekonomik olarak bütünleşebilir.
Sarkozynın planı; 1995 yılında kurulan Akdeniz-Avrupa Ortaklığını (MEDA) genişletmeyi hedefliyor. Plana göre, Portekizden Mısıra, İsrailden Yunanistana kadar 15 ülke ABnin uydusu konumundaki Akdeniz Birliğinin üyesi olabilecek. Bu sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir birlikteliğe dönüşecek.
Bu plan Türkiye basınında Fransız tuzağı biçiminde verildi. Akdeniz Ülkeler Birliği fikri elbette bir taraftan Türkiyenin ABye tam üyelik yerine İmtiyazlı Ortaklıkın hayata geçirilmesi anlamına gelecektir. Ama ondan da önemlisi Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkeleri Akdeniz Birliği bağlamında daha çok Fransanın etki altına çekiliyor. ABye tam üyeliği savunan Türkiye buna karşı çıkıp katılmayabilir, ancak birçok Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkesinin buna sıcak bakacağı şimdiden belirtiliyor.
Dahası Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Kafkasyadaki ülkeler ile AB arasında özel ilişkilerin kurulması yeni bir tartışma da değil. AB içinde bu konuda iki farklı görüş bulunuyor. Sosyal demokrat kesimler ABnin politik ve ekonomik bir birlik olarak kendisini Avrupa kıtası ile sınırlandırmaması, dolayısıyla da söz konusu bölgelerde bulunan ülkelerin de birliğe üye olabilmesi gerektiğini savunuyor. Muhafazakar demokratlar ise, tıpkı Merkel ve Sarkozynin istediği gibi, ABnin Avrupa ile sınırlı bir ekonomik-siyasi birlik olarak kalmasını, bu bölgelerin ise özel ilişkilerle ABye bağlanmasını savunuyorlar.
Bugün Fransız burjuvazisinin çıkarlarını hem içerde hem de dışarda en iyi savunacak politikacıların başında gelen Sarkozynin, Türkiyeye karşı tutumu, pratikte Chirac ya da Merkelinkinden pek farklı olmayacaktır. Ahde vefa dedikleri şey de zaten bunun diplomatik tercümesinden başka bir şey değil.
En önemlisi de dün akşam Berlinde birlik pozu veren Merkel ile Sarkozy arasında kendi ülkelerinin çıkarlarına bağlı olarak önemli çelişkiler bulunduğudur. ABnin biçimlendirilmesi, Afrikada kimin daha egemen olacağı, Airbus ve Galileo gibi önemli AB projelerinde kimin dediğinin olacağı, tarımda sübvansiyonlar çatışmaların önemli notları olarak görülüyor.
Yani; Sarkozy-Merkel ekseninde her şey abartıldığı kadar uyumlu olmayacaktır.
***
Not: Yazarımız Yücel Özdemirin, Avrupa Gerçeği başlıklı yazıları bu haftadan itibaren perşembe günleri yayınlanacaktır. Okurlarımızın dikkatine sunarız.
Yücel Özdemir