17 Mayıs 2007 00:00
MERCEK
GÜNÜN YAZILARI
Cumhuriyet mitinglerine katılan yüzbinler en çok Türkiye laiktir laik kalacak! sloganını haykırdılar. Bu kitleler burjuva devrimi sürecinde din ile devlet işlerinin ayrılması yönünde atılan adımların geriye çekilmesi, dinin devlet yönetimindeki belirleyiciliğine karşı gerçekleştirilen burjuva reformlarının püskürtülmesi kaygısı içindeydiler. Kaygıları ve tepkileri, din istismarcısı bir gelenekten gelen hükümetin sistem kurumlarının yapısı ve işleyişini dini icaplara uydurma çabası kaynaklıydı. Ancak ortada, devlet ve din işlerinin birbirinden ayrılması anlamına gelen laikliğin Türkiyede var olduğunu sanmak ve söylemek gibi ciddi bir yanılgı da vardı.
Bugün Türkiyenin laik olduğunu söylemek ve bunun korunmasını istemek, onun darbeciler ve cuntacılar tarafından istismarı bir yana, gerçek durumla ne kadar uyumlu düşmektedir? Bunun için önce laiklik adına nelerin yapıldığına bakmak gerekir. Bu açıdan görülen şudur: Türk ulusal kurtuluş savaşını başarıyla sonuçlandıran ve biçimsel politik bağımsızlığı elde eden uzlaşmacı ve zayıf Türk burjuvazisi, yeni devlet ve düzeni teminat altına almak için dini kurum ve kuruluşların da kontrol altına alınmasını gerekli gördü. Cumhuriyet kurucuları sorunu bazı düzenlemelerle çözmeye çalıştılar. 1922de saltanat, 1924te halifelik kaldırıldı. Çeşitli tarikatlarla zaviyeler kapatıldı, Şeriat Mahkemeleri ve din okulları tasfiye edildi. Ancak burjuvazi İslam dinini, halk kitlelerinin ideolojik yönlendirilmesi için kullanmaktan da vazgeçmedi. Onu daha modern yöntemlerle ve fakat devlet denetiminde sürdürme politikası izledi. Dinin Sünni İslam yorumu halkın politik-ideolojik, sosyal ve kültürel açıdan yönlendirilmesinin aracı olarak kullanıldı. Din (Diyanet) İşleri Başkanlığı adı altında resmi devlet kurumu statüsünde dini örgütlenme süreç içinde güç kazandı. 80 bin camide 100 bini aşkın vaiz, imam ve din görevlisinin dini faaliyet yürütmesi, devlet politikası olarak şekillendi. İlahiyat fakülteleri ve imam hatip liseleri kurularak; gizli-açık kuran kurslarına olanaklar sağlanarak dini örgütlenme güçlendirildi. Alevi inancından emekçilere Sünni İslam dayatıldı; cunta koşullarında, Alevi köylerine iradeleri çiğnenerek camiler yapıldı ve zorla Sünnileştirilmeye çalışıldılar. Cunta şefi Evren, konuşmalarında dini ayet ve sözleri kullanmaktan kaçınmadı. Din eğitimi Anayasa hükmüne bağlanarak zorunlu hale getirildi. Ülke dışındaki Türkiyelilerin dini gericilik etkisinde tutulmaları için görevlendirilen binlerce din propagandacısının harcamalarının Arap Rabıta örgütünce karşılanması cuntacıların bilgisi dahilinde devlet politikası olarak benimsendi. 12 Eylül cuntasının toplumsal muhalefeti bastırmak için dini kullanması, cunta sonrası dönemde de dini örgütlenmelerle dini kitlelerle ilişkilerinde dolaysız bir araç olarak kullanan İslamcı partilerin güç kazanmasına hizmet etti. Sağ muhafazakar ve liberal düzen partileri sosyal adaleti sağlama demagojisiyle ve dinin emekçiler üzerindeki etkisini güçlendiren uygulamaları yoğunlaştırdılar. Diyanet İşlerine devlet bütçesinden ayrılan pay artırıldı, tarikatların beslendiği zemin politik oyunlar ve oy avcılığı için güçlendirildi ve muhafazakarlık emperyalist burjuvaziye hizmet yarışına dönüştü.
Yakın geçmişte yaşanan din elden gidiyor; geleneklerimiz ve ahlakımıza aykırı yaşam tarzına alan açılıyor gerekçeli güruh saldırıları, faşist ve kontra örgütlenmelerle işbirliği içindeki Maraş, Sivas ve Çorum gerici kalkışmaları, Alevi mezhebinden emekçilerle devrimci-ilerici aydınlara karşı girişilen saldırılar ve bu kalkışma ve saldırılara egemenlerin gösterdikleri hoşgörü, burjuvazinin şeriatçı gericiliğe ve dinsel hurafelere karşı mücadelesinin ikiyüzlü ve alçakça bir yalandan ibaret kaldığının kanıtlarıydı. Dini ideoloji bozuşturulmuş biçimiyle de olsa Özalın şahsında cumhurbaşkanı düzeyinde ve politik İslam söyleminde ifadesini bularak RP ve Erbakan eliyle hükümet düzeyinde temsil olundu. Nakşicilik, Nurculuk ve Süleymancılık devlet düzeyinde kabul gören tarikatlar olarak etki alanlarını genişlettiler. AKPyi işbaşına getiren etkenlerden biri de dinin toplumsal etkisinin gösterdiği yaygınlığın dini inanç istismarcılığını kolaylaştırmasıydı. Bu gelişmelerle bağlı olarak İslami parti ve örgütler ABD başta olmak üzere Batılı emperyalistlerle ilişkilerini geliştirdiler; Amerikancı İslam politikası izleyen AKP ve F. Gülen cemaati desteğini artırdı.
Bütün bu gelişmelerden çıkan sonuç şudur: İlkin, Türkiye laik bir ülke değildir ve Türkiyede burjuva laisizmi demokrasi mücadelesinin başarıya ulaşmasıyla gerçekleşecektir. İkinci olarak toplumun dini kurallara göre yönetilmesi ve düzenlenmesi istem ve çabalarını ifade eden istismar ve kurumlaşma ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Burjuva ilerlemeye ve inanç serbestisine karşı bu tehdidi püskürtmek ve laisizmin gerçekleşmesi için mücadele gereklilik olmaya devam ediyor. Laikliğin olmamasının nedeni sadece şeriatçı gericilik değil, devlet eliyle dinin yönetilmesi ve örgütlenmesidir de. Bunun kurumsal ve dayatmacı örgütlenmesinin dağıtılması ve vicdan özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması gerekiyor.
A. Cihan Soylu
Evrensel'i Takip Et