18 Mayıs 2007 00:00
DURUM
Güngör Urası, Milliyet gazetesinde ekonomi üzerine yazdığı yazılarından tanıyoruz. Pek çok insan, ekonomik gelişmeleri Ayşe Hanım Teyzenin anlayabileceği biçimde yazan Urasın yazılarını beğeniyle okuyor.
Güngör Urası, Milliyet gazetesinde ekonomi üzerine yazdığı yazılarından tanıyoruz. Pek çok insan, ekonomik gelişmeleri Ayşe Hanım Teyzenin anlayabileceği biçimde yazan Urasın yazılarını beğeniyle okuyor. Ama Uras, şu günlerde politika ile de epeyce ilgili. Ülkenin temel sorunları konusundaki düşüncelerini yazıyor. Geçenlerde Ordunun derdi iktidar değil, çağdaş Türkiye başlıklı bir yazı yazdı. Uras bu yazısında, laikçi cephenin bildik tezlerini şöyle tekrarlıyor:
Ordunun laik Türkiye uyarısını doğru okumak istemeyenler, ordunun açıklamasını sakız gibi istedikleri yöne çekmeye başladılar... Ordunun derdi iktidar değil, çağdaş Türkiye. Ordu, darbe yaparak bir generali veya bir sivili yönetimin başına getirme arayışında değil. Ordu, yönetimde söz sahibi olma arayışında değil. Türkiyenin laik, çağdaş, demokratik çizginin dışına çıkarılmamasını istiyor. Gerçekçi olalım. Günümüzde Türkiyeyi laik ve çağdaş çizgide tutmak isteyenler ile Türkiyede şeriat yönetimini hakim kılmak isteyenler arasında bir mücadele var.
Bu tespitler doğru mu? Türkiyede şu sıralar bir darbenin koşullarının olmadığı düşünülürse, bu çerçevede kalmak koşuluyla ordunun darbe peşinde olmadığı söylenebilir. Ama orduyu iktidar sorunu ile bağlantılı olarak ele alırsak, söylenenlerde bir doğruluk payı bulabilir miyiz? Bulamayacağımızı son günlerin politik gelişmeleri açık seçik kanıtladı. Orduyu generallerden oluşan bir komuta heyeti yönetiyor ve bu heyetin, Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle verdiği muhtıra, ülkenin politik gündemine bomba gibi düştü ve generaller, Meclisi de Anayasayı da, diğer yasaları da hiçe sayarak bu konuda Meclisi işlevsizleştirdiler.
Bütün bunları kim becerebilir? İktidar sahibi bir güç mü, yoksa iktidar sahibi olmayan bir güç mü? Uras bu sorunun karşılığında, Ama onlar bunu çağdaşlık ve demokrasi için yaptılar demektedir. Eğer öyleyse yapılanın, demokrasinin -var olan sistemin ne kadar demokrasi olduğu, işin ayrı bir yanı- neresinde yer aldığını Urasın bizlere inandırıcı bir şekilde açıklaması gerekiyor! Bu demokrasi değil; generallerin, Anayasanın, yasaların, Meclisin, seçimlerin ve hükümetlerin üzerinde yer aldığı garip bir antidemokratik sistemdir.
Öyle ki bugün hemen hemen aklı başında hiç kimse, eğer 22 Temmuz seçimlerinin ardından Mecliste benzer bir tablo ortaya çıkarsa ya da cumhurbaşkanını halk seçer ve generallerin onayladıkları dışında bir ismi Çankayaya gönderirse, nelerin olabileceği konusunda açık ve net bir şey söyleyememektedir. O zaman seçimler niye yapılmaktadır, partiler niye seçimlere girip halktan sorumluluk istemektedir, milletvekili adayları neden üzerinde koca koca hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir yazan Meclis Genel Kurul Salonunda oturup ülke ve millet adına yönetim işine katılma rüyaları görmektedir?
Uras, Ama ordu IMF işlerine karışmıyor, tahkime karışmıyor, belediye yasasının bilmem kaçıncı maddesine karışmıyor vb...vb. Demek ki yönetim, işinin o kadar da içinde değil diye itiraz edebilir. Generaller, mevcut politik sistemde her önemli stratejik kararda son sözü söyleyenler olmaktadırlar. Onlar, IMF programlarının uygulanması için darbe -12 Eylül- dahil her şeyi yaptılar. 28 Şubatta hükümet devirip yeni hükümetler kurdurup uluslararası büyük sermayenin dayattığı IMF programlarının hızlı bir biçimde uygulanmasını sağlayanlar da onlardı.
Bütün bunların demokrasiyle ne ilgisi olduğunu, demokrasinin olmadığı yerde çağdaşlığın olup olmayacağını açıklamak, elbette Urasa düşüyor. Urasa son bir şey daha hatırlatmak gerekiyor; pek çok yazar, son İzmir mitingine Ne ABD ne AB, tam bağımsız demokratik Türkiye sloganının damga vurduğunu söylüyor. Yani mitinge katılan kitlelerin istemi bu. Genelkurmay ve laikçi cephenin bilinen partileri, bu sloganın neresinde duruyor acaba? Bu cephenin, Natoya da, Centoya da, ABDye de, ABye de bağlıyız demekten öte söyleyebileceği bir şeyler var mı?
Bir taraf eline aldığı şeriat geliyor korkuluğunu sallayarak, diğer taraf din elden gidiyor propagandası yaparak ülke halkı arasında derin bir laik-dinci bölünmesi ve kutuplaşması yaratıyor. Önümüzdeki seçimlere de bu havanın damga vurması için havayı daha da -AKP daha olgun pozlarında parsa toplamaya çalışacak- kızıştıracaklar. İşçi ve emekçi kitleleri kucaklayacak bir demokrasi cephesinin güçlü bir mevzi tutması, bu nedenle daha da acil hale gelmiş durumda. Din ve vicdan özgürlüğü temelinde bir laikliğin savunulması, bu temelde bölünmeye çalışılan işçi ve emekçi kesimleri birleştirmeyi başarma görevi de ona düşüyor.
Ahmet Yaşaroğlu