05 Mart 2012 11:25

Heybelerinde acıları yüreklerinde umutları

Acıyı silebilir miyiz yüreğimizden? Belki. Ama ya her gün katmerleşen, üzerine yenileri eklenen acıların hangisi unutulabilir? Hangisi yokmuş gibi davranılabilir?İşte bu yazı heybesinde acılarını, yüreğinde umutlarını taşıyarak kendi coğrafyasından kopan, acıları hiç eksilmeyen ama umutları da hiçbir zaman tükenmeyen Kürt ka

Heybelerinde acıları yüreklerinde umutları
Paylaş
Ayşegül Sağlam

İşte bu yazı heybesinde acılarını, yüreğinde umutlarını taşıyarak kendi coğrafyasından kopan, acıları hiç eksilmeyen ama umutları da hiçbir zaman tükenmeyen Kürt kadınlarını anlatacak… Hangimiz merak eder yaşamlarını, onlar için yeni olan bir coğrafyada neler yaşadıklarını?
Elimizde fotoğraf makinemiz, çantamızda kalem, kağıdımızla dolaştık Yavuz Sultan Selim mahallesinde. Yavuz Sultan Selim, Kocaeli’nin en çok göç alan mahallelerinden. Burada kapılarını çaldığımız Kürt kadınları bizleri sıcak tebessümleriyle karşıladı. Ağrılı bir aileye konuk olduk. Önce kabul etmeyebilirler diye düşünmemize rağmen, onlara yazmak istediğimiz yazıdan bahsedince gözlerindeki ışıltıyı gördük. Sanki önceden bu sohbeti bekler, ‘nerede kaldınız’ diye sorar gibiydi… Muradımız onları üzmek olmasa da sorduğumuz her soru, onları alıp yaşadıklarına götürdü.

Nasıl konuşacağımızı bile bilemedik
Peki, neler yaşmışlardı geldikleri Kocaeli’nde? Sözü önce Ümran aldı. Ümran, Ağrıdan Kocaeli’ne gelin gelmiş. Aslında bir kadın olarak Kocaeli’nde yaşadıklarının Ağrı’da yaşadıklarından çokta farklı olmadığını söylüyor. “Ama Kürt kadını olmak, Kürt olmak derseniz, işte o zaman yaşadıklarınızın üstüne yenileri ekleniyor” diyor. Ümran, “Ağrıdan buraya gelince bilemedik, nasıl konuşacağımızı bile bilemedik, kendimizi yabancı hissettik. Şimdi soruyorsunuz ya bana yaşadıklarımı. Bir kadınsanız bu ülkede zaten zorluklarla başbaşasınız demektir. Ama hele de bir Kürtseniz, işte sizi o zaman daha fazlası bekliyordur. Benim bu ülkede bir an önce istediğim şey barış. Bir savaşın bedelini en çok kadın ödüyor bence. Bir annenin evladını kaybetmesi nasıl bir acıdır? Her birimiz ağabeylerimizi, kocalarımız, evlatlarımızı bu savaşa kurban verdik. Belki cahiliz kimilerine göre. Okumadık da. Ama benim bildiğim tek şey, bu ülkede savaşı istemediğim. Dün Ağrı’da töreydi kadının yaşadığı ama bugün burada terörist damgası yemek, işte bu daha dayanılmaz benim için. Bir Kürt olarak da bir kadın olarak da korunmuyoruz” diyor.

Neyi istedik ki bu ülkeden?
Bizler sıcak sohbetimizle çayımızı yudumlarken Hülya anlatmaya başlıyor. Hülya, 25 yaşında. Beş yıldır Kocaeli’nde yaşıyor. Bir gün hastanede bir hastanın diğer hastayı sırf Kürtçe konuştuğu için kovduğunu anlatıyor. Yaşadığı bu olayı anlatırken aslında gördüklerinin, tanık olduklarının onda nasıl iz bıraktığını görüyoruz. Bir çocuğun polise attığı plastik şişenin bile suç aleti olduğunu söyleyen Hülya sözlerine şöyle devam ediyor: “Valla biz Kürdüz diye her yerde eziliyor, hor görülüyoruz. Neyi istedik ki bu ülkeden? Dilimizi, kimliğimizi, eşit vatandaş olmayı istedik. Ama her gün öldürüldük. Şimdi soruyorum, daha doğrusu merak ediyorum. Şırnak’ta öldürülen masum insanlar, Kürt olmasaydı bu kadar tepkisiz kalınır mıydı?​”

Dışarı bile çıkamıyoruz
Bir kadın olarak neler yaşadıklarını sorduğumuzda Derya konuşmaya başlıyor. Derya evin en küçüğü. Bize yaşadıklarını, hissettiklerini gülerek anlatıyor. “Ağrı’dayken, sırf köyden dışarıya çıkmak için hastaneye gitmek isterdim. Hastaneye gitmek bile bizim için farklı geliyordu. Sonra kalktık toprağımızdan buraya geldik. İlk önce heyecanı vardı hepimizde. Farklı bir şehirde olacaktık, farklı yerler görecektik. Ama buraya geldiğimizden beri de doğru dürüst dışarı bile çıkamıyoruz. Hiç olmazsa orada birbirimize giderdik” diyor. Derya bunları söylerken Ümran söze dahil oluyor. “En azından hayat nedir gördün” diyor. Derya “sen buna hayat mı diyorsun” diyor. Sıcak gülüşmelerle sohbetimiz tamamlıyoruz.
Ardından başka bir aileye konuk oluyoruz. Bizleri kapıda Aynur karşılıyor. Hemen içeri davet ediyor. Aynur üç çocuk annesi. Ailesiyle beraber Van’dan üç ay önce gelmiş. Onları buraya getiren nedenleri hepimiz biliyoruz  Derme çatma da olsa buldukları ilk eve yerleşmişler. “Aslında neresi olsa kalkıp gelirdik. Kışın ortasında o çadırda nasıl yaşayacaktık?​” diyor Aynur. “Hadi diyelim kendi evimize girdik o zaman da korkudan uyuyamayacaktık. Hala Van’da kalan akrabalarımız var. Çadırdaki soğuğa dayanamayıp eve geçmişler. Ama orada sürekli bir tedirginlik içindeler.” Aynur, Kocaeli’nde de birçok zorlukla karşılaştıklarını anlatıyor. “Çocuklarım burada okula başladı ama alışamadılar. Onlar da depremden çok etkilendiler. Bunların üzerine kalkıp başka bir şehre geliyorsunuz. Biz bile alışamadık, onlar nasıl alışsın? Geldiğimizden beri sürekli evdeyiz. Bir de geçim derdi…”
Kürt kadınlarını dinlerken yaşadıklarının onlarda nasıl derin izler bıraktığını gördük. Vanlı depremzede aile bir acıdan kaçarak umutlarla geldikleri Kocaeli’nde yaralarını bir türlü saramamış. Ümran ve Hülya’nın dillerinden ise “Barış” sözcüğünü duyuyoruz. Kürt kadınları kendi toprağında da Kocaeli’nde de acılarla başbaşa bırakılmış. Ama hala geleceğe umutla bakabiliyorlar..

ÖNCEKİ HABER

Çekiç sesi… Balyoz sesi…

SONRAKİ HABER

Olması gereken ama olmayan ne varsa...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...