19 Mayıs 2007 00:00

SOL AÇIK

Milyonlar gözaltına alınıp en iyimser ifadeyle “kötü muameleye” tabi tutulurken, yüz binler yıllarca mahkeme yüzü görmeden hapishane hapishane dolaştırılırken ve onlarca kişi için darağaçları kurulurken bütün toplumu sindirmeye yönelik bu şiddet manzaralarının hiçbirine seslerini çıkarmadılar.

Paylaş

Milyonlar gözaltına alınıp en iyimser ifadeyle “kötü muameleye” tabi tutulurken, yüz binler yıllarca mahkeme yüzü görmeden hapishane hapishane dolaştırılırken ve onlarca kişi için darağaçları kurulurken bütün toplumu sindirmeye yönelik bu şiddet manzaralarının hiçbirine seslerini çıkarmadılar. Sahip oldukları gazetelerin ön sayfalarını bedenleri teşhir edilmiş kadınlara ayırırken bir taraftan kupon karşılığı dinsel içerikli kitaplar dağıtıyorlar, her gün verdikleri eklerde de bıkmadan usanmadan domatesin, patlıcanın yararlarını anlatıyorlardı. İnsanların bir kısmı ortalıktan yok ediliyordu zaten onlar da böyle birileri yokmuş gibi davranıyordu. “Huzur ve güven ortamını tesis etme” iddiası ile darbe yapanlar ve “stajlarını” onların yanında tamamlayanların kurduğu düzene taraf olanlara “sebepsiz zenginleşme” hakkı verilirken, bu zenginleşmeye karşı olanlara ise sürgünler reva görülüyordu. Çekilişlerle araba, kura karşılığı ev dağıtıyorlar, bunları veremediklerine ise ucuza tencere, tava çatal, bıçak pazarlayarak tüketim çılgınlığını körüklüyorlardı. İnsanlar artık tüketebildikleri kadar “özgürdüler”. Yatlara ve katlara sahip olmak, cüzdanında envai çeşit döviz taşımak ve bunları ifşa etmek bu “özgürlüğün” aleni ifadesinden başka bir anlam taşımıyordu. Artık toplum iki parçaya ayrılmıştı; zenginleşip diledikleri gibi tüketenler ve zenginleşebilmek için her şeyini feda etmeye hazır olmakla birlikte henüz diledikleri kadar tüketemeyenler. Ne de olsa bu düzene itiraz edebilecek kimse kalmamıştı. Ve sonra her ne pahasına olursa olsun zenginleşmek, daha fazla tüketmek arzusu öyle bir hal aldı ki; tükettikçe ve tüketmek istedikçe her gün tükendiklerinin ayırdına varamayan bir insan topluluğu ortaya çıktı. Bu öyle bir topluluktu ki her biri ekranda gördüğü, gazetelerden okuduğu “ışıltılı” dünyaya adım atabilmek için annesinin kolundaki bileziği, ninesinin koynundaki “gaymeyi” çalabilecek, babasına ait dükkânın üzerine konabilecek kadar gözü kara “vatandaşlardan” oluşuyordu. Bu vatandaşlar için artık bilezikli kolu kesmek, alyanslı parmağı koparmak, en yakınındakini dolandırmak sıradan bir “iş” halini almıştı. Bunlar “iş” haline gelmişti çünkü “sebepsiz zenginleşme düzeni” gözünü kararttıklarına iş yaratamıyordu. Tam da bu dönemde gözaltındaki, hapishanedeki ve darağacındaki şiddeti “habercilik” açısından değerli bulmayanlar, şiddetin adi/adli olanını eskisinden çok daha fazla haber yapmaya başladılar. Bunun adını da “reality show” koydular. Toplumun damarlarına zerk edilmiş şiddet artık bir “show” olmaktan ibaretti. Yaşanan oldukça basit ve alelade bir şiddet gösterisiydi ve bu gösteri artık her yerdeydi. Okullar, sokaklar ve tabii ki statlar şiddete “kesmişti”. Gazetelerde boş bulunan her sayfaya, televizyonların en çok izlenilen saatlerine şiddet görüntüleri doluşturuluyordu. Şiddetten kazanç sağlamak ve nemalanmak bayağı bayağı bir yaşam biçimine dönüşmüş ve şiddet kâra tahvil edilir hale gelmişti. Birileri pek fena şiddetten “besleniyordu”. Bu kurgu çok geçmeden futbol sahalarında da karşılığını buldu. “Şiddetin idarecileri” taraftarlarına şiddet “telkin” etmeye başladılar. Düşman ilan ettikleri kulüplerin bayraklarını yumruklarıyla yırttıkları pozlar vererek, el altından besledikleri amigolarını sokaklara sürerek, eskinin sıkı “milliyetçilerinden” adamlar devşirerek çatışma halini körükleyip durdular. Meydan zaten şiddete “teşne” bir topluluğa kalmış olduğundan bu “işleri” yaparken hiç zorlanmadılar. Ancak bu gelişmelerden sonra şiddet kontrollerinden çıktı ve bizzat kendilerini tehdit etmeye başladı. Çünkü artık şiddet yüzünden maçlar sıkça seyircisiz oynatıldığından sürekli “gelir” kayıpları oluyor, kırk dereden getirilerek verilen cezalar nedeniyle “maliyetler” çok yükseliyor ve artık şiddet çok korunaklı olduğu sanılan villaların, plazaların etrafını sarıyordu. Talan dönemi sona ermedi ancak talancıların nefesi tükendi. Şimdi soluklanabilmek için bir an önce devre arası yapıp soyunma odasına inmek ve yeni “taktikler” geliştirmek istiyorlar. Bunun için de ortalık bir parça durulsun diye “herkes birbirini alkışlasın” kampanyaları düzenliyorlar. Neymiş; İngiltere’de şampiyon olan Manchester United, Chelseali futbolcular tarafından alkışlanmış, bu da ne kadar “çağdaş” bir manzaraymış, niye aynısı biz de olmasınmış. Darbeleri alkışlayanların, darbecilerin yok ettiklerini yok sayanların, yeri geldiğinde sıradan şiddeti pazarlayanların, tüketim çılgınlığından şiddet kültürü yaratanların ve onlarla iç içe geçmiş kulüp yöneticilerinin şimdi “haydi çağdaş olalım, alkışlayalım” mizansenine herkesin karnı tok. Bu yüzden de “bizden” hiç kimseye alkış malkış yok.
Cem Doğan
ÖNCEKİ HABER

Güneşin Sofrasında Zengin Mutfağı

SONRAKİ HABER

Pistons şaşırtmadı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...