20 Mayıs 2007 00:00

evceğizim sen bilirsin halceğizim!

Bir zamanlar İstanbul'un, "yaşı kemale ermiş"; böylece ev gailesinden, çoluk çocuk derdinden, koca baskısından kurtulmuş hanımları, ahbaplarına gece yatısına gidip günlerce ağırlandıktan sonra evlerine döndüklerinde, kendilerini bir sedire atıp fısıldarlarmış: "Evceğizim, evceğizim… Sen bilirsin halceğizim!" Bu sözün içtenliğini tartışacak değilim.

Paylaş


Bir zamanlar İstanbul'un, "yaşı kemale ermiş"; böylece ev gailesinden, çoluk çocuk derdinden, koca baskısından kurtulmuş hanımları, ahbaplarına gece yatısına gidip günlerce ağırlandıktan sonra evlerine döndüklerinde, kendilerini bir sedire atıp fısıldarlarmış: "Evceğizim, evceğizim… Sen bilirsin halceğizim!" Bu sözün içtenliğini tartışacak değilim. Günümüzün önemli bir yazarının; Nezihe Meriç'in yazdıklarını anımsatacağım yalnızca:
“Günlük yaşamın dağdağasından, dağların kırların sonsuz, uçsuz bucaksız büyüklüğünün getirdiği sığınaksızlık duygusundan kurtulmak ya da çevresindeki insanlardan kaçmak, ona kavuşup kendini bulmak istedi miydi insan, o gelmiş, bastırmış demektir. Düşünmek, karar vermek, ‘bir şey’leri kabullenmek ya da reddetmek, başkaldırmak, savaşmak, boyun eğmek vb. için ona sığınmak, insanı kendine getirir.
Bu özlenenin akla hemen geleni, en bilineni evdir. Ev bizi koruyan, bizimle bütünlenmiş olandır. Bazen, zamanın bir yerinde yaşam birden sanki duraksar. Öyle zamanlarda tek istenen, tek özlenen odur. Bir kulübedir, diyelim çerden çöpten. Bir kıyı kent evidir; güneşten kızmış taşları, denizin sesiyle yıkanan. Bir ahşap ev belki. Tahta kokusu, insanı eski zamanların, tam bilinemeyen yaşamlarının gizemli kokusuna götüren.”

Masaldaki kadın
“Ah evim” denir. “İnsanın evi gibisi yok”, “Ah canımı bir eve atsam”, “Ay eve girdiğimi bir görsem” denir. Öyle ya da böyle; o koruyan, o bizi içine alıp yaşamımıza verdiğimiz anlamı kurmaya çalışandır. Onun için “Çalı idi çırpı idi evim idi ya” demiş masaldaki kadın.
Bir dil ustasıdır Nezihe Meriç, söz ettiği masalı özetlemeliyim:
Bir zamanlar kimsesiz kızın birini, köyünden bir ayı kaçırmış. Ne arayan olmuş ne soran. Yıllar sonra bir dağ başında onu ayının yaptığı çalıdan bir evin önünde görmüş bir köylü. Kendince bir kurtuluş yolu düşünüp çalı evi ateşe vermiş, boğuk feryatlarla koşup gelen ayıyı da vurmuş. Kızcağızı köyüne götürmüş gerisin geri ama kızın ne feryadı diniyor ne gözyaşı. Konu komşu “Aman ne ağlıyorsun” demişler, “Yanan çalı çırpıydı, ölen ayı.” Kızcağız atasözü değeri kazanan sözü o zaman söylemiş: "Çalı idi çırpı idi evim idi ya, ayı idi uyu idi erim idi ya!" Bu sözün, gün gelip bir internet sitesinde "Evine kocasına düşkün kadınlarla alay etmek için kullanılır" diye anlamlandırılacağını ne bilsin?
O zamanlar “Evceğizim” denirmiş belki ama henüz İngilizce atasözü kalıbı “Home home /Sweet home!” yok. Bu sözün, yalnızca ev anlamına gelmeyip yurt anlamına geldiğini, sözü düşünüp pek söyleyen yok. Hani o İrlandalı şarkıcının yürek burkan “Yurdumun yeşil çayırları” (Green green gras my home) adlı ezgisi de daha duyulmamış...
(Şu hem ev, hem yurt-yuva, hem memleket-vatan anlamına gelen “home” sözcüğü, neden aklıma takıldı biliyor musunuz? Orhan Pamuk yüzünden. Değerli yazarımızın İngilizce düşünüp Türkçe söylemek gibi bir hüneri vardır, son ödülünü alırken “Evimde ödül almak” demiş ya… Gazeteler yorumlarken zorlandılar. Bu sözü “home” anlamında kullanmışsa, ödülü aldığı üniversiteyi evim diye adlandırmayıp “kendi memleketimde” demek istemiş olabilir. Yurdunda ödüllendirilmenin önemini vurgulamıştır.)

Yurt-yuva, ev-bark
“Göçebe halkız” der dururuz ya, belki de bu yüzden barınmanın önemini biliriz. Bizim, ev sözüne yüklediğimiz anlamlara sözlükte bir bakın:
- Bir kimsenin ya da ailenin içinde yaşadığı yer, konut.
- İçinde oturulan, barınılan konut.
- Yalnız bir ailenin oturabileceği biçimde yapılmış yapı.
- Evin iç düzeni, eşyası vb. (Düzenli bir ev)
- Aynı ailenin birlikte yaşayan üyeleri. (Evin küçük kızı konukları karşıladı.)
- İçinde bir iş görülen ya da kimi zaman belirli bir amaçla kullanılan yer. (Cemevi, gözlemevi, dikimevi.)
- Toplumsal birim, hane. (25 evlik bir köy.)
- Herhangi bir yerde toplumsal, kültürel, ekonomik etkinliklerin yapılmasını sağlayan kuruluş. (Halkevi, kültürevi.)Ev sözü, evlenmek biçiminde fiil kimliği kazanınca anlam değiştirir, evi olmak değil eşi olmak anlamını kazanır. ‘Ev bozmak, ev yıkmak’ da eşleri ayırmak demektir. Baba evi (neden ana evi değil ki), insanın evlilik öncesi yaşadığı yerdir. ‘Ev açmak, ayrı eve çıkmak’ da evlenip baba evinden ayrılanların yaptıkları bir iştir.
Hemen ev sözünün tamamlayıcısı “bark”ı anımsatmalıyım. (Bu sözcük, 'barınak'tan bozma olabilir mi?) “Ev-bark” dedik mi sanki anlam zenginleşir; mal-mülk anlamı da taşır, aile, çoluk çocuk da… Cahit Sıtkı'nın “Memleket isterim / Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun / Kış günü herkesin evi barkı olsun” dizelerindeki hangisidir acep?..
'Ev ona yakıştı'
Ne olursa olun ev sözcüğünün sıcaklığı yoksanamaz. Aşevlerinin yemeklerini “ev yemekleri” diye över, vahşi/yaban sözcüğünün karşıtı olan “ehli” yerine “evcil” demeyi severiz.
Ev sözcüğünde, sığınmanın güzelliği olmalı. Kış günü, üstüne balık ağını örtüp “Allah dışardakilerin yardımcısı olsun” diyen yoksulu nasıl unuturuz. Ama atalar ne kadar “Ev alma, komşu al” dese, “Ev sahibinin bir evi var kiracının bin evi “ diye uyarsa da ev sahibi olmaya bayılırız.
Benim gibi tüm çocukluğu DDY lojmanlarında geçtiğinden kiracılık denilen kurumu bilmeyenler, bu isteğin nedenini anlamak için kiracılığı yaşamak zorundadır. Ben, okul kitabımdaki ‘Ev Ona Yakıştı’ öyküsünü gerçeğin yansıması sanırdım. Bilmiyorum öykü şimdi de kitaplarda yer alıyor mu? Bu öykü, bir ailenin mutsuz başlayıp mutlu biten kiracılık serüvenini anlatır.
Anadolu'nun bir kasabasında bir aile, varlıklı bir adamın bırakılmış, yıkık dökük evini kiralar. Sonra oturdukları evi günlerce uğraşıp özenle onarırlar. Ev, gözle görünür biçimde güzelleşince, kasabanın dedikoducuları ev sahibini “Evi sudan ucuza kiralamışsın” diye kışkırtırlar. Ev sahibi, evinin yeni durumunu görünce onları evden kovarcasına çıkartır. Yeni kiracılar, evi yine kırıp dökerler. Ev sahibinin uyarılarına güler, tamir işinin ev sahibinin görevi olduğunu söylerler. Ev sahibi evi onartmayınca kirayı ödemezler. Sonunda ev sahibi eski kiracısını bulur, evi ona alabileceği fiyata, taksitle satar. Soranlara da “Ev ona yakıştı” der.

Evden çıkartılanlar
Ben, kiracıların evden çıkartılma sahnesini anımsarım hep. Kadıncağızın, evden çıkacakları son gece ağlaya ağlaya evin tahtalarını silmesini, evi yeni geleceklere tertemiz bırakmak isteyişini.
Bu öykünün yazarı Memduh Şevket Esendal, 1883 yılında Çorlu'da doğdu. Yazarlıkla olduğu kadar siyasetle de uğraştı. Bu yüzden 1912'den başlayarak yayınladığı öykülerinde takma adlar kullandı: Mustafa Memduh, Mustafa Yalınkat, M. Oğucuk, İstemenoğlu, M.Ş. ve M.Ş.E. kısaltmaları. Öykülerinde genellikle taşra yaşantısını yansıtıyor, başkalarından hiç farkı olmayan insanların başından geçen günlük olayları, basit çizgilerle canlandırıyordu. 1934 yılında yayımlanan ‘Ayaşlı ve Kiracıları’ adlı romanı da bir evle bağlantılıdır. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Ankara'nın görgülü görgüsüz çeşitli çevrelere bağlı insanlarının, oda oda kiraya verilen bir evdeki yaşantılarıyla birlikte dedikodular, kumar partileri, türlü çıkar hesapları, mal mülk kaygılarını yansıtır.
Ev denince akla gelen ilk şair, bence Behçet Necatigil'dir (16 Nisan 1916-13 Aralık 1979). O, eski bir sevgilinin durumunu bile ev sahipliğiyle anlatmaz mı?.. “Mesutmuş, kocasını seviyormuş, /Kendilerininmiş evleri…” Onun şiirinin buruk sesi, övüle övüle bitirilemeyen komşuluğun; eski İstanbul komşuluğunun sınıfsal köklerini anlatır:

Küçük ahşap bir dizi evlerdi
On yıl önce o sokak.
Sonra geniş caddelere çıktık
Apartman- -sizden uzak.

Çocuklar orda büyüdü
Orda okula gitti,
Komşunuzduk ama görüşemedik
Hiç vakit yoktu.

Sizdendik, yalnız biraz okumuş,
İki kadın, bir erkek, iki çocuk
Uykulu, acele bir karı koca
Bizdik geçen önünüzden başları eğik.
………
Kimsin sen- -sorsaydım hepinize,
Gelirdi aynı yankı hepinizden:
Sana mı kaldı, işine bak,
Kimsin sen?

Bilinmedi, ne çare, sizdendik,
Yalnız biraz daha iyi yaşamaya özlemli.
Şimdi aynı uzaklık, aynı utanç,
Düşündükçe o sokağı, o evleri.

Şu günlerde insanımız kendi evini almaya özendirilip kışkırtılıyor. “Ev alana ve evlenene” Tanrı’nın yardım edeceği inancı ile reklamları dinliyor. Televizyonlardaki ev görüntüleriyle kiracılığın sıkıntıları örtüşüyor. Gecekondusunun kapısında iş makinelerini görüyor.
Necatigil'in dizelerini biliyor mu, şu dizeleri yineliyor mu bilmiyorum:

İnsanlar yüzyıllar yılı evler yaptılar.
İrili ufaklı, birbirinden farklı,
Ahşap evler, kagir evler yaptılar.
Doğup ölenleri oldu, gelip gidenleri oldu,
Evlerin içi devir devir değişti
Evlerin dışı pencere, duvar.

Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde
Kalbi kara insanlar oturdu.
Gündelik korkuların çökerttiği evlerde
O fıkara insanlar oturdu. Akıllı evler ve çöken binalar
Evler, reklamlara inanırsanız yeniden tasarlanıp kuruluyor. Şehir dışındaki, her biri bir küçük kasaba büyüklüğündeki sitelerin akıllı evlerinde, masallardaki gibi kendi kendine ocaklar yanıp yemeği pişiriyor, ışıklar kendi kendine yanıp sönüyor, televizyon açılıyor ya da müzik yayını başlıyor, ev kendini serinletiyor… Siz yokken eve hırsız girerse, yangın çıkarsa polise, itfaiyeye telefon ediliyor. Her şey bir bilgisayara bağlı:

“Binalar için ‘akıllı’ kelimesi ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri'nde, 1980 yılının başlarında kullanıldı. Türkiye'deki ilk uygulama ise 1984 yılında yapıldı. Tasarlanan bu sistem, yalnızca izlemeye yönelikti. Geçen yıllar içinde teknolojinin gelişmesine paralel olarak yaşantımızın her alanında ciddi değişimler oldu. (…) Hayalinizdeki ev; deniz manzaralı, geniş ve ferah ise teknolojinin gerisinde kaldınız demektir. Artık sizin yerinize düşünen, karar veren, sizi koruyan evler yapılmakta. Eskisi gibi camdan “Kim o!” diye bağırmak, kapı deliğinden kim gelmiş diye bakmak, evi temizlemek, hatta akşam olduğunda perdeleri kapatmak bile akıllı evler sayesinde tarih oldu.”
Beri yanda evler çöküyor kendiliğinden. Necatigil'in iç çekişi boşuna değil:

Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı, Kulübeler, evler, hanlar, apartmanlar
Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı
Ama size hiçbir hisse ayrılmadı
Duvar dipleri, yangın yerleri halkı,
Külhanlarda, sarnıçlarda yatanlar.

Sennur Sezer
ÖNCEKİ HABER

fidel ölürse biz varız!

SONRAKİ HABER

bir ev verilmezse sokaktayım

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa