05 Mart 2012 12:36

Perdenin önünde ve arkasında kadın

Diğer sektörlere olduğu gibi sinemaya da erkek egemen bir yapı hakim. Kadının toplumdaki yeri sinemadaki yerini de etkiliyor.

Perdenin önünde ve arkasında kadın
Paylaş

Kamera önündeki durum da kamera arkasındaki durumdan pek farklı değil. Film kahramanlarının ezici çoğunluğunun erkek olması ve kadın kahramanların önemli bir kısmının ‘erkekleşmiş’ olması, kadının ikinci planda kalmasına ve kahramanın yanında yer almasına ya da kahramandan kurtuluşunu bekleyen, pasif bir konumda yer almasına yol açıyor. Durum böyle olunca ortaya çıkan filmler de erkek egemen toplumun erkek egemen dilini yansıtan filmler oluyor. Türk sinemasında da durum farklı değil. Maço sert erkek tiplemesi Yeşilçam dönemindeki kadar olmasa da hala yaygın. Kahraman güçlü, namuslu, duygularını belli etmez, sevgisini göstermez her türlü tehlikeye karşı kadını korur, fiziksel şiddet kullanımına güvenir, intikam alır. Erkek kahraman ortalama erkeklerden daha güçlü, daha dayanıklı, daha zeki, daha çevik ve daha korkusuzdur. Karşımıza sıklıkla kabadayı ya da mafya kılığında çıkar. Kadın başkasına aşıkken daha güçlü olan kötü adamla birlikte olmak zorunda kalır. Veriler değişse bile değişmeyen tek bir şey var: Kurtuluş her zaman erkeğin elinde. Kadın kabullenmek, boyun eğip kendisine verilenle yetinmek durumunda bırakılıyor. Hikaye örgüsündeki bu durum, çekimlerde yapılan çeşitli hileler ile görsel olarak da pekiştiriliyor. Erkek kahramanın daha yakından, yüz plandan çekilmesi, öznel çekimler, olayı kahramanın gözünden anlatarak seyircinin daha çok özdeşleştirmesini sağlamak vb. Ve tabii bir de kadın bedeninin sinemada metalaştırılması söz konusu. Kadın yaşamı, davranışları, psikolojisi ve bedeni ile bir bütün olarak yansıtılmak yerine sadece bedeni ile bir sandalyeden, bir masadan farksız bir dekor olarak yansıtılıyor. Bu durum film afişlerinde de yansımasını bulur. Erkek kahraman yüceltilirken kadın metalaştırılır ve geri plana atılır. Afişlerde çoğunlukla ön planda erkek kahraman yer alırken kadın ya erkek kahramanın arkasındadır ya da sadece bedeniyle var olabilir. Erkek, afişte de filmde de iktidarın, otoritenin yerini alır.

İşin hem görünen yüzünde hem de görünmeyen yüzünde durum böyleyken,  kadın sorununa kör, sağır, dilsiz bir sinema anlayışına hiç muhalif bir ses yükseltilmiyor değil elbette. Ama daha çok yazmalı, üretmeli, çekmeli. Çünkü sinema, dünyayı değiştirebileceğimiz araçlardan biri. Kadının toplumdaki yeri sinemayı nasıl etkiliyorsa sinemadaki yeri de toplumu etkileyecektir. Bir kadın kendi hikayesini sinemada anlatmaya başladığında onu izleyen birçok kadının hayatını değiştirebilir, umut verebilir hatta hayatının dönüm noktası bile olabilir. Bu yazıyı yazma amaçlarımdan biri, hayali belki de bu olan kadınlara bir ses olmak. Daha lisedeyken bu mesleği yapmaya karar verdiğimde de üniversite tercihlerimi yaparken de çok fazla engelle karşılaştım. Fakat şöyle dedim kendime: “Anlatmak istediğim birçok derdim var ve bunu sinema aracılığıyla anlatmak istiyorum.” Ailem tarafından zorla evlendirilecekken bugün çocuk gelinlerle ilgili sinema yapma hayali kuruyorum. Ekmek ve Gül gibi kadın sorununa ses olan ve benzeri bir tane bile örneği olmayan bir televizyon programında bir görevim var. Tüm bunlar kader değil hayatın ta kendisi. Hayat önümüze seçenekler sunmuyor olabilir, biz bazen seçeneğimiz olmadığını düşündüğümüzde o seçeneği yaratmaya çalışmalıyız. Her zamankinden daha kararlı daha sabırlı ve daha inatçı olmamız gereken günler geçiriyoruz. Eminim ki kadın elinden çıkan hikayeler daha duyarlı, daha naif ve daha estetik olacaktır. Umudumuzu kaybetmemeli ve kararlı bir şekilde yola koyulmalıyız. Sinemada kadın emeğinin ve kadın sesinin yükseldiği günler görmek dileğiyle. (İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Duygu Asena Ödülü Berktay ve Ersanlı’ya

SONRAKİ HABER

Emek eşit ise, haklar da eşit olmalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa