22 Mayıs 2007 00:00

ALBATROS

“Gilıdax” derler çevrede yaşayan Kürtler Ararat ya da Ağrı Dağı’na. Şimdi Almanya’nın Hamburg kentinde, bir Kürt tiyatrosu var. Adı: Şano’a Gilıdaxe. Yani Ararat Tiyatrosu.

Paylaş

Hamburg.
“Gilıdax” derler çevrede yaşayan Kürtler Ararat ya da Ağrı Dağı’na. Şimdi Almanya’nın Hamburg kentinde, bir Kürt tiyatrosu var. Adı: Şano’a Gilıdaxe. Yani Ararat Tiyatrosu.
Gezgin bir yazar ve yayıncı olarak kendimi geçen hafta Hamburg’da buldum. Alman Dışişleri Bakanlığı’nın 1915 felaketi ile ilgili belgelerini, arkadaşlığı ile onur duyduğum Alman gazeteci Wolfgang Gust, sevgili eşi ile birlikte derleyip, ilk derli toplu harika edisyonunu yapmıştı birkaç yıl önce. İki yıldır onların tercüme sorunları ile uğraşıyoruz. Eski, arkaik bir Alman diplomasi dili... Ama yitik, örtülmüş bir dünyanın izlerini, nüanslarını, ayrıntılarını seçebiliyorsunuz bu metinlerde. Aynı zamanda şu günlerde yaşadığımız dramatik günlerin ipuçlarını da buluyoruz. Bir felaketin nasıl geliyorum diye bağırarak, düğüm düğüm atkılarda dokunduğunu görüyorsunuz. Aynı nasıl bugün de bir felaket, aklınızı başınıza toplamazsınız, geliyorum diyorsa... Gust ile belgeler üzerine sohbet ediyoruz. Daha önce Alman din adamı Lepsius, soykırım sırasında, bunun durdurulmasını sağlamak için umutsuz çabalar harcamıştı. Daha sonra da, Almanya’nın yenilgisinden sonra, Lepsius bu belgeleri derlemiş, ancak o zamanki Alman hükümetinin suç ortaklığını sergileyebilecek belgeleri ayıklamıştı. O yıllarda bir başka dokümantasyonu ise, Alman militarizminin Almanya’yı savaşa nasıl sürüklediğini ve işlediği savaş suçlarına yönelik olarak, Alman sosyalisti Karl Kautsky başkanlığında bir heyet yapmış ve bunları 4 cilt halinde yayınlamıştı... O savaşta Osmanlı hükümetinin, ya da İttihatçıların darbe hükümetinin müttefiki olan Almanya’nın konuya ilişkin belgelerinin derlenmesi ayrı bir önem taşıyor.
Araştırmacılık gibi yazarlık da ayrı bir tutku işidir. Hatta çılgınlık gerektirir. İspanyolların La Folio dedikleri türden... Dostluğu ile onur duyduğum Orhan Çelik’te de bu, fazlasıyla var.
12 Mayıs’ta, Gilıdax Tiyatrosu, Orhan Çelik’in “Sterken Ezmanen Hesin” adlı Kürtçe/Türkçe oyununun galasını yaptı. Yani: “Gökyüzünün Metal Yıldızları”. On yılı aşkın bir süredir, bir Kürt tiyatrosunun nasıl bir tutku ile yükseldiğini izliyorum. Galaya kalamadım, ama genel provayı izleyebildim. Yazarın tutkusu, oyuncuları da cezbesine almıştı. Onlar da tutkuyla oynuyorlardı. Zaten bir trans haline girmeden tiyatro oynanamaz. Ben genel provada bu tutkuyu hissettim.
Gözümün önünde bir Kürt köyü inşa edilmiş, tüm karakterleri ile anadil sorununun dramı sergilenmişti. Konudan dolayı kullanılan dilin ikili olması çok uygundu. Birçok oyuncu unutulmuş anadillerini bu oyun süreci içinde yeniden kazanmışlardı.
Ve en yalansız, direkt konuşan ise elbette köyün delisi idi.
Oyunun yazarı olan Orhan Çelik, uzun yıllarını Bölge ve Anadolu’nun en ücra köşelerinde, farklı geleneklere aşina olarak geçirmiş ve “insanın” özünü tanıma şansına sahip olmuştu. Onu oradan oraya sürenlere teşekkür etmeliyiz belki de, onu böylesi zengin bir deneyime sahip kıldıkları için...
Çelik, 1000 kilometre yol yapıp, Ren Vadisi’nden gala için “kıl çadır” getirmişti. Bu da ayrı bir tutku ve çılgınlık... Sanat, kültür, edebiyat, tiyatro, bir halkın özünü, geçmişini ve geleceğini yansıtan zenginliklerdir. Bazen günlük politika yapmaktan daha önemli, daha uzun erimli “politik” kalıcı izler bırakırlar halkların belleklerinde…
Yine kadim dostlarımdan araştırmacı Corrina Guttstadt ile yıllardır üzerine çalışıp tamamladığı, “Nazi Kamplarında Türkiye Yahudileri” tezi üzerine sohbet ediyoruz. Tarihimizin hangi bölümü sislere bürünmemiş ki. Türkiye Yahudilerinin kaderi de bu üstü örtülmüş alanlardan biri olduğu gibi, aynı zaman da fiktif, seçmeci bir tarihin yükseltilmeye çalışıldığı alanlardan biri. Yalan, inkar, örtme, makyaj o kadar iç içe geçmiş ki, her türlü resmi tarih içinde...
Sadece bizim için değil, Almanlar için de yakın tarihle yüzleşmek, zorlu bir çaba. Yalanla, yanlış bilgilerle ve sahte değerlerle oluşturulmuş, yeni döneme de bunların izlerini taşıyan eski kuşaklarla, yeni kuşağın sorularını yüzleştiren ilginç bir Alman oyunu izledim bu arada Corry sayesinde. Nazi dönemine yetişmiş bir annede yansıyan eski kuşağın kaçamak, inkarcı, örten, saklamaya çalışan, meşrulaştırmaya çalışan söylemi ile gençlerin sorularına yanıt vermeye çalışmasını izlerken, bizim Kemalist gelenekle 1960’lı yıllardaki sorgulayışlarımızı hatırladım. Eski kuşağın örten, saklayan, meşrulaştırmaya çalışan söylemini... Bir okuma tiyatrosu olarak aktarılan metnin yazarı Gert Hofman, oyunun adı ise “Unsere Eroberung”, yani: Bizim Fethimiz”... Hamburg’un alternatif tiyatro merkezi olan ve adı “Polittbüro” olan sahnede sergilenen okuma tiyatrosunda, ayrıntılar, dekor kotsum vb. arka plana gittiği için, sözcüklerin büyüsünü yakalamak çok daha olanaklı oluyordu.
8/9 Mayıs günü, yani Nazi Almanya’sının yenilgiyi kabul ettiği gün, ilerici ve demokrat Almanlar tarafından “Befreiung” yani “Kurtuluş” günü olarak kutlanıyor. Elbette Alman milliyetçileri buna gıcık oluyor. Olsunlar!
Darısı bizim yükselen neo-ittihatizmden, yani neo-nazizmin allaturca versiyonundan kurtulmamıza!
Ragıp Zarakolu
ÖNCEKİ HABER

Ölsek de toprağımızdan vazgeçmeyeceğiz

SONRAKİ HABER

DTP’ye yoğun başvuru

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...