25 Mayıs 2007 00:00

Asıl sorun, demokrasi kültürümüzün olmayışı

Seçimler, siyaset gündeminde giderek ağırlık kazanmaya başlasa da, 27 Nisan akşamı Genelkurmay tarafından yayınlanan muhtıra ve muhtıra sonrası daha da yaygınlık kazanan Cumhuriyet mitingleri, seçim gündemine eşlik etmeyi sürdürüyor.

Paylaş

Seçimler, siyaset gündeminde giderek ağırlık kazanmaya başlasa da, 27 Nisan akşamı Genelkurmay tarafından yayınlanan muhtıra ve muhtıra sonrası daha da yaygınlık kazanan Cumhuriyet mitingleri, seçim gündemine eşlik etmeyi sürdürüyor. Miting değerlendirmelerinde yeni bir orta sınıf tarifi yapılıyor. Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Arus Yumul, 2000’li yılların başında girilen “tabuları konuşmaya başlayan bir Türkiye” çabasının sekteye uğradığını belirterek, bugün yine çeşitli kamplaşmalarla karşı karşıya olduğumuzun altını çizdi. Arus Yumul’la, muhtıranın sokak ve siyasetteki yansımaları üzerine konuştuk.

Uğruna muhtıralar yayınlanan Cumhurbaşkanlığı krizinin ardında ne var?
Bunu en açık ifadeyle YÖK Başkanı söylemişti. “Bu, devletin iktidarının ele geçirilmesidir” diye. Türkiye’nin siyaset geleneğinde bir devlet vardır, bir de hükümet vardır. Devleti kimin temsil ettiği zaman içinde değişebilir. Bu bürokrasi olabilir, asker-sivil bürokrasi olabilir, Milli Güvenlik Kurulu olabilir. Bugün halkın temsilcilerinden ayrı olarak bir iktidar var, bunu da Cumhurbaşkanlığı temsil ediyor. Cumhurbaşkanlığı krizinin çıkmasının ardında yatan bu ikili iktidardır. AKP iktidara gelerek hükümeti, siyasi iktidarı ele geçirdiğinde çok büyük sorun olmadı. Çünkü, siyasi iktidarın karşısında bir devlet iktidarı vardı. Ama devlet iktidarının da AKP’ye geçebileceği olasılığı bu krizi yarattı.

AKP, Cumhurbaşkanlığı’nı istemekle sınırlarını mı aşmış oldu?
Bu ülkenin siyasi geleneğinde bir asker-sivil bürokrasisinin hakimiyeti vardır. Bu hakimiyet bir gelenek oluşturur. Bu gelenek sarsılmaya başlayınca kendini hatırlatır. Hatırlattı da. Ve bu gelenek siyasetin sınırlarını çizer.

Muhtıra, Cumhuriyet mitinglerinin kapsamını ve etkisini de genişletti. Mitinglere katılanların toplumun hangi kesimini oluşturduklarına ilişkin yapılan analizlerde yeni bir orta sınıftan söz ediliyor. Siz ne dersiniz, bu yeni orta sınıfı kimler oluşturuyor?
Cumhuriyet mitinglerine katılanlarla, örneğin 1 Mayıs’a katılanlar aynı insanlar değiller. Laiklik açısından belki aynı değerlere sahip olabilirler, ama sınıfsal bazda daha çok orta sınıfın katıldığı mitinglerdi Tandoğan, Çağlayan ve öteki mitingler. Yeni bir orta sınıf var, bu doğru ama yeni orta sınıf, aslında İslami kesimde de var. Ve bu yeni orta sınıfın İslami kesimini oluşturanlar da, aslında şeriat özlemini taşıyan insanlar değiller. Bir de bu ortaya çıkan orta sınıfla birlikte (son araştırmalar gösteriyor ki), bireyselleşme başladı İslami orta sınıfta. Bu çok daha önemli bir şey diye düşünüyorum. Bu bireyselleşme başladığında, siz kendi ideolojinizi o insanlara kabul ettirmekte zorlanırsınız.

İslami kesimdeki bu orta sınıfı AKP mi ortaya çıkardı?
Tabii ama bu Özal’dan beri var olan bir sürecin AKP döneminde biraz daha hızlanarak devam etmesidir diye düşünüyorum.

AKP’nin mitinglere karşı tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Erdoğan, Cumhuriyet mitinginin olduğu gün Erzurum’da yine bayraklarıyla toplanan azımsanmayacak bir kalabalığa seslendi. Ardından Van’da, “Orası Tandoğan’sa burası Vandoğan” dedi...
İşte bu saflaşmaya doğru gitmek, 90’larda bir ara yakalanan “birlikte de yaşanabilir” fikrini yok etmektedir. AKP belki en çok liberal demokratik aydınları hayal kırıklığına uğrattı bu ülkede. Epey bir desteği vardı ama işte 301’de gördüğümüz gibi, atması gereken adımları atmadı. Atması gereken adımları atmayarak ve kendi tabanına dönerek, başka türlü siyaset yaparak epey bir destek kaybetti.

Mitinglere dönersek; düzenleyicilerle katılımcıların fikirlerinin örtüşmediği yorumları yapılıyor. Sizce, alanlara çıkanlar “darbe mi-şeriat mı” dayatmasının neresinde durdular?
Oraya katılanlar kesinlikle homojen bir grup değildi. Çok farklı kesimlerden gelen insanlar vardı. Düzenleyenleri, onların bağlı oldukları kurumları, arkasında olan kurumları da aşan geniş bir yelpazeden gelen bir katılım ile karşı karşıyayız.
Bakın, miting yapmak iyi bir şeydir, halkın siyasete katılımını gösterir. Ama burada eksik bir şey var. Burada müşterek bir kamusal alan oluşturulmuyor. Burada bir kesim, diğer kesime karşı olarak mitinglere katılıyor. Mitinglere katılanların tümü şeriat yerine darbeyi tercih ederler miydi, bunu bilmiyorum. Ama muhtıranın gölgesinde yapılmış olması, muhtıradan sonra devam etmesi, burada niyet atfetmek istemiyorum katılımcılara ama sanki o “ya şeriat, ya darbe” ikilemini yaşayan insanlardı diye düşünüyorum. Ama eksik olan bir şey var. 2000’lerin başından beri Türkiye’de yeni bir şeyler oluyordu. Geçmişle bugün arasında, geçmişle gelecek arasına konumlanıyordu Türkiye. Yani tabu olan konular sorgulanıyordu, hiç duymadığımız şeyler tartışılmaya başlanmıştı ve yavaş yavaş Türkiye resmi ideolojinin empoze ettiği elbiseden sıyrılmaya başlıyordu. Ama bu yolda başarılı olamadık. Çünkü bu konuda atılan her adım bir şekilde sekteye uğradı. Bugün geldiğimiz nok-ta yine kamplaşma, yine saflaşma. Yine kalın çizgilerle birbirinden ayrışmayla karşı karşıyayız. Yani insanlardaki tek kaygının hâlâ rejim sorunu olması, gerçekten düşündürücü bir şey diye düşünüyorum. Bu mitingler çok iyidir, siyasete katılım da iyi bir şeydir dedim ama mesela, şöyle şeyler yapılabilseydi, Güneydoğuda kızlar töre, namus adına öldürülürken, Sivas’ta aydınlar yakılırken, yazarlar düşünürler 301’den mahkeme kapılarında sürünürken, bunlar için de mitingler yapılsa idi, yani bu muhafazakar değerleri insanların beynini doldurup, ondan sonra başka türlü davranmalarını beklemek, çelişkili bir durum oluyor. Bütün bunlara sesinizi çıkarmayıp, “laiklik elden gidiyor” diye mitinge gelirseniz, burada bir çelişki var.

Mitinglerden çok daha önce yüceltilen milliyetçilik, bu kamplaşmayı kolaylaştırdı diyebilir miyiz?
Milliyetçilik son yıllarda sokaklara terk edilen bir şey. Sokaktaki tezahürünün de neredeyse alkış aldığı bir hareket olarak karşımıza çıkıyor. Ve bugün yaptığımız her şeyi milliyetçilik adına meşrulaştırabiliyorsunuz. Bu adam öldürmek olabiliyor, bu başka bir şey olabiliyor ama geniş yelpazede birçok hareket milliyetçilik adına meşrulaştırılıyor. Ve herkes milliyetçi olduğunu ispat etmek yarışına girmiş durumda. Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce, bunlar daha da yüksek sesle ifade ediliyordu. Herkes, kimin daha milliyetçi olduğunu bir şekilde ispat etmek durumundaydı. Yani milliyetçilikten başka bir seçenek bırakılmamıştı.

Milliyetçiliğin miting alanlarındaki yansıması için neler söylersiniz?
Mitinglerdeki insanlar ulusalcı, milliyetçi olduklarını söylüyorlar ama karşı taraf da yani muhafazakar kesim de bundan farklı değil. Yani burada ulusalcı olduğunu söyleyen insan, orada milliyetçi olduğunu söylüyor ve bayrak altında hepsi toplanıyor.

Laiklik-şeriatçılık kutuplaşmasının damgasını vurduğu; sol-sağ kavramlarının birbirine karıştığı günler yaşıyoruz. Sağ ve “Sol CHP”, bugün neyi temsil ediyor?
Evet, halk kendisini iki cephe arasında sıkışmış buluyor. Yani kendisine sunulan alternatifler, aslında halkın isteklerine cevap vermiyor. Türkiye’de sağ dediğiniz, muhafazakar değerlere sahip olan kesimdir. Çeşitli seçim sonuçları göstermiştir ki, Türkiye’nin çok büyük çoğunluğu bu değerleri taşımaktadır. Sol dediğiniz kesim ise daha şehirli, daha batılılaşmış, daha laik bir kesimi temsil etmektedir. Ama Türkiye’de her zaman sol ve sağ böyleydi. Sola, niye modern diyemiyoruz? Çünkü modern değişime açıktır. Ama bizim sola baktığımızda statükocudur. Çok ironik bir şekilde, İslami olarak adlandırılan bir parti daha dünyaya açık, sol söylemleri kullanan bir parti olarak karşımıza çıkıyor. CHP’nin laiklik dışında, ulusalcılık dışında ne gibi politikaları var? Hangi politikalarla halkın karşısına çıkacak? Biz bunları bilmiyoruz.

Kürtlerin Meclis’e girmemesi için bir çaba gösteriliyor. Bu, Türkiye’nin demokrasi sınavını nasıl etkiler?
Evet, ne kadar ironiktir ki hiçbir konuda anlaşamayan partiler, muhtıra gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetini tehlikeye atan bir edim konusunda dahi anlaşamayan partiler, DTP’nin seçimlerde başarılı olmasını engelleyecek bir önlem konusunda hızla anlaştılar. Aslında sorun şu, sorun demokratik kültürümüzün olmayışı.

Muhtırada altı çizilen “Ne mutlu Türküm diyene karşı çıkanlar, Türkiye Cumhuriyeti düşmanıdırlar” ifadesini nasıl okumalıyız?
Bu 1930’ların siyasetine geri dönüş. Dünya değişirken, kimliklerimiz merkezi durumunu kaybederken, özellikler ön plana çıkarken, kimliklerin artık verili değil, seçilen şeyler olduğu tartışılır ve kabul görürken, karşımızda çok çeşitli kimliklerle kendimizi ifade etme tanımlama olanağı var iken, biz yeni baştan, tek bir kimlikle tanımlama yoluna gitmeyi tercih ediyoruz. Yani resmi ideolojinin elbisesini, o eski elbiseyi bir kez daha bu halka giydirmek istiyoruz.
Kadınlar keşke Güldünya için mitingler yapsaydı
Mitingler, kadın katılımı açısından da tartışılıyor. Kadınları bu “güvenlikli” alanlara taşıyan “şeriat” korkusu mu?
Tabii ki o mitinglere katılanların büyük bir bölümünde bir korku, bir şeriat algısı korkusu var diye düşünüyorum. Ve kadınlar bundan en çok zarar göreceklerini düşünen kesim olarak, belki burada daha fazla varlık gösteriyorlar. Ama şunu da unutmayalım, kadın ile milliyetçilik arasında çok önemli bir ilişki vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren kadına önemli sembol görevler yüklenmiştir. Milleti temsil edecek kişi o kadındır. Bu birçok milliyetçilikte böyledir. Onun için kadının yeri, kadının davranışı ve kadının o mitinglere katılımı çeşitli kesimlerce alkışlanmıştır. Çünkü kadın sembolik olarak milleti temsil eder. Laiklik mitingi yapmadan önce gerçekten muhafazakar, insan haklarına aykırı davranışlara karşı mitingler yapmak gerekiyordu. Kadınlar bugün Tandoğan’dan önce, keşke başka yerlerde örneğin Güldünya için mitingler yapabilseydi.
Serpil İlgün
ÖNCEKİ HABER

33 Filistinli yetkili gözaltında

SONRAKİ HABER

Live Earth İstanbul’da da yapılacak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...