27 Mayıs 2007 00:00
NOT
22 Temmuz seçimleri, daha önce başka seçimlerde olduğu gibi, Kürt temsilinin engellenmesi için türlü yöntemlerin devreye sokulduğu bir seçim olarak akıllarda kalacak. Bu şimdiden belli olmuş durumda
22 Temmuz seçimleri, daha önce başka seçimlerde olduğu gibi, Kürt temsilinin engellenmesi için türlü yöntemlerin devreye sokulduğu bir seçim olarak akıllarda kalacak. Bu şimdiden belli olmuş durumda.
Geçtiğimiz günlerde basına yansıyan bir haber, sınır bölgesindeki 13 bin askerin seçimlerde oy kullanmak için kayıt yaptırdığı iddiasını içeriyordu.
Şırnak ve Hakkariye 2006 yılından bu yana sevk edilen binlerce askerin 22 Temmuz seçimlerinde oy kullanmak için seçmen listelerine kayıt yaptırdığı iddia edilirken, yasal olarak oy kullanma hakları bulunmayan erlerin bir kısmının subay olarak gösterildiği ve muhtarlara, ikametgahlarını yapmaları için baskı yapıldığı ileri sürüldü.
Şırnak merkez, Uludere, Beytüşşebap ve buralara bağlı köylerde etkili bir şekilde kayıt yaptıran askerlere muhtarların çoğu yardım ederken, yardım etmeyen muhtarlara ise baskı yapıldığı iddia edildi. Şırnak merkez ile Uludere ve Beytüşşebap ilçeleri, Hakkarinin Çukurca ve Yüksekova ilçe ve köylerinde şu ana kadar yaklaşık 13 bin askerin kaydının yapıldığı öne sürüldü.
Yakın siyasal tarihimizin, bölge illerindeki seçimlerde bu ve benzeri olaylara sıklıkla tanıklık ettiği biliniyor. Örneğin 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde DEP binaları bombalanarak, DEPnin seçimlerden çekilmesi sağlanmış ve o seçimlerde, bölge illerindeki askeri lojmanlardan en yüksek oyu RPnin aldığı görülmüştü.
28 Şubat müdahalesi ve son olarak cumhuriyet mitinglerinde de manivela olarak kullanılan askerin laiklik ile ilgili kaygıları açısından bakıldığında bu durum bir paradoks gibi gözükebilir. Ancak, tehdit konseptinin yön verdiği Türkiye egemen siyaseti bakımından bu tehditlerin de bir hiyerarjisi vardır. Birincil tehdit için ikincil tehditle kısmi ve lokal ittifaklar yapılması bu siyaset tarzının genetik özelliklerinden biridir.
Bu seçimlerde de, askeri mantığın şöyle işlemesi muhtemeldir. DTPli adayların bağımsız olarak seçime girdikleri illerde, ilin siyasal profiline uygun taktikler uygulamak. Yani DTP ile AKPnin çekişeceği tespit edilen yerlerde AKPnin kazanması için çalışmak, DTP ile ANAP-DYP ittifakının adayının çekiştiği yerlerde yine DTPnin karşısındaki adayı desteklemek, CHP ile DTPnin çekişebileceği yerlerde ise CHPye oynamak. Yani her durumda bağımsız Kürt adayın engellenmesi yönünde çalışılacak. Ayrıca bölge illerinde bir süredir İslami sivil toplum adı altında AKP ile dirsek teması içinde çalışan örgütlerin seçimlerde AKP çalışması görmezden gelinecek ve desteklenecek.
Hatırlanacağı gibi 1994 seçimlerinde de Hizbullah kadroları bölge illerinde RPye çalışmışlardı ve o dönemin bakanları Hizbullahı Terörle mücadele eden, dini bütün bölge insanlarından oluşan bir örgüt olarak tanımlıyorlardı. Bu seçimlerde onların yerini İslami sivil toplum örgütleri almış bulunuyor. Yani ad değişti ama at aynı at!
Aslında bu fotoğrafa Ankara Ulusta gerçekleştirilmiş olan bombalı saldırıyı da dahil edip, daha bütünlüklü bakılabilir. Bu durumda görülecek olan da şudur. Türkiyede Kürt sorununda yaşanılan tıkanıklık, kalıcı, demokratik bir çözüme kavuşturulmadıkça, ne legal siyasal alan demokratikleşebilir, ne de Türkiye gayrinizami harp yöntemlerinden yakasını kurtarabilir.
Bu temel sorunun çözümü, onu üreten güçlerden beklenemeyeceğine göre, iş, Kürt sorununun çözümsüz bırakılmasının sonuçlarını doğrudan yaşayan halk güçlerine, ezilenle düşmektedir.
Tam da bu nedenle, emek, demokrasi ve barıştan yana olan güçler, bu görevin kendilerine düştüğünü görerek, 22 Temmuz seçimlerine ve sonrasına bu bilinçle hazırlanmalıdırlar.
Vedat İlbeyoğlu