27 Mayıs 2007 00:00

MERCEK

Ankara’da toplanarak, “Alevilerin seçimlerde izleyecekleri tutum”u görüşen “Alevi Bektaşi Meclisi”, “Farklılıkların kabullenildiği, demokratik hukuk kuralları ile korunduğu, eşitlikçi, özgürlükçü, çok kültürlü bir toplumsal proje olan laik ve demokratik Türkiye...” istemi...

Paylaş

Ankara’da toplanarak, “Alevilerin seçimlerde izleyecekleri tutum”u görüşen “Alevi Bektaşi Meclisi”, “Farklılıkların kabullenildiği, demokratik hukuk kuralları ile korunduğu, eşitlikçi, özgürlükçü, çok kültürlü bir toplumsal proje olan laik ve demokratik Türkiye...” istemi, devletin “bütün inançlara eşit mesafede durması”, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması”, 12 Eylül Anayasası’nın “hukuki ve toplumsal sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılması ve laik demokratik yeni bir anayasa hazırlanması”; seçim yasasının değiştirilmesi ve seçim barajının kaldırılması vb. birçok demokratik istemi bir kez daha dile getirdi. Bu istemler ve bu doğrultuda mücadele edileceğinin belirtilmesi, Alevi mezhebinden işçi ve emekçilerle ilerici aydın çevreleri başta olmak üzere ezilenlerin geniş kitlesi tarafından ilgiyle karşılandı. Ancak “Alevi Bektaşi Meclisi” toplantısının esas nedenini oluşturan konuyla ilgili açıklaması “Alevi seçmen kitlesi”ne önerilenler bakımından hayli karışıktı. Bunun içindir ki bu açıklama ileri işçi ve emekçi kesimleri tarafından “Alevi kökenli 15-20 kişinin Meclis’e girmesini sağlamaya dönük bir ara yol arayışı” olarak değerlendirildi. Alevi-Bektaşi Meclisi, politik kimliği ve çabaları geniş Alevi kesimleri nezdinde artık yeterince teşhir olmuş Cem Vakfı ve Başkanı İzzettin Doğan çevresi bir yana bırakıldığında da, Alevi kimlikli seçmenlerin önüne, her sapakta “buraya da şuraya da gidilebilir” biçiminde ok işaretleri koyuyordu. “Alevi Bektaşi Meclisi” toplantısındaki konuşmalarda “Sol diyen, ancak sol gibi davranmayanlara karşı güçlerini gösterme” tutumundan söz ediliyor; Alevilerin “oy deposu olmayacaklar”ı belirtiliyor ve “En geniş sol birlik” için çaba gösterileceği söyleniyordu. Sonuç Bildirgesi’nde de, “CHP ve DSP arasında atılan adımın önemli bir gelişme olmakla birlikte yetersiz ve arayış içindeki milyonları sol bir alternatifle buluşturmaktan uzak olduğu” ileri sürülüyor ve “CHP ve DSP’nin kendini sağa tümüyle kapatarak, SHP ve ÖDP gibi partiler başta olmak üzere sendikal hareketi, demokratik sivil örgütlenmeleri ve Alevi hareketini kapsayacak şekilde genişlemesi” gereğinden söz ediliyordu.
Ancak gerek “Meclis toplantısı”nda yapılan konuşmalar gerekse sonrasındaki açıklamaların belirgin özelliğinin, CHP-DSP “İttifakı”nı gözetme-gösterme olduğu da açıktı. Bu eğilim, konuşmacıların büyük kesimi tarafından dile getirilirken, Arif Sağ gibi bazı konuşmacılar CHP-DSP ittifakını açık adres olarak gösteriyor; Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Başkanı Turgut Öker başta olmak üzere bazı konuşmacılar da, “Bu ülkenin siyasal yaşamında ve her alanında üçte bir temsil istiyoruz. 20 milyonluk nüfusumuz var” diyerek pazarlıkçı tutumu açığa vuruyorlardı. Federasyon ve meclis yöneticilerinin esas kaygısı ise, CHP-DSP listelerinden kendilerine ne kadar “kontenjan ayrılacağı” idi. “Henüz bütün solu temsil etmekten uzak olan CHP-DSP seçim işbirliği zaman kaybetmeden solun diğer renklerini de hemen kucaklamalı ve Alevi Bektaşi kurumlarının belirlediği milletvekili adaylarını da kendi listesinden aday göstermelidir” deniliyor; “en geniş sol birlik” için bu gerekli görülüyordu.
Bütün bu açıklamalar ve sözüm ona ortadaki tutum, Avrupa Alevi Bektaşi Konfederasyonu ve Alevi Bektaşi Federasyonu üyelerinin milletvekilliği adaylığı için CHP’ye başvurmalarına kapıyı zaten açık tutuyordu ve gelişmeler de bu yönde oldu. Alevi federasyon ve konfederasyonlarının başında bulunanların politikası Alevi mezhebinden emekçilerin talep ve sorunları yönünden de tüm milliyetlerden Türkiye işçi ve emekçilerinin hak, talep ve çıkarları yönünden de sorunludur. Sorunludur çünkü onlar ilkin işçi ve emekçilerin temel talepleri ve Türkiye’nin bağımsız demokratik bir ülkeye dönüştürülmesi mücadelesiyle ilişkisi ancak olumsuz yönüyle kurulabilecek partileri “sol”da ve “birleşilebilecek”, dahası “birleşilmesi-güç verilmesi gereken” adresler olarak gösteriyorlar. Ve ikinci olarak bunu, “Alevi-Bektaşi kurumlarının belirlediği milletvekili adaylarının” bu partilerin “listelerinde aday gösterilmesi” koşuluna bağlıyorlar. Bu bakış açısına ve anlayışa göre, Baykal ve ekibi örneğin bu “koşul”u kabul ettiklerinde sorun çözülmüş olacaktır!
Peki, “Alevilerin hakları ve adil temsili” adına izlendiği söylenen bu politika Alevilerin; daha da önemlisi Alevi mezhebinden emekçilerin yararına mıdır? Alevi federasyonu ya da çeşitli derneklerin yöneticilerinden bir kısmını aday gösterdiklerinde CHP-DSP ya da öteki partiler “en geniş sol birlik”i sağlamış mı olacaklar? Bu partiler “sol partiler” midirler? Baykal ve ekibi iddia edildiği gibi “laik ve demokrat” mıdırlar? Böyle olduklarını gösterir bir veri olmadığına göre, “Alevi federasyonları”nın yöneticilerinin tek kaygısı “ikbal avcılığı” ve parlamento koltukları mıdır? Bu sorular artırılabilir. Ama biz, Baykal ve CHP yönetiminin politikalarının Alevi inancından milyonlarca emekçi açısından sorun oluşturduğunu; onların “kuruluşları”nın yöneticilerinin “milletvekili listelerindeki kota”yı değil, üzerlerindeki baskı ve yasaklamaların sona ermesini ve din ve inanç özgürlüğünün bireye ilişkin hak olarak kabul edilmesini istediklerini biliyoruz. Alevi mezhebinden işçi ve emekçiler Türkiye’nin tüm milliyet ve mezheplerden emekçileriyle, ilerici-devrimci parti-örgüt-dernek, sendika ve aydın çevreleriyle birlikte hareket etmeden bugünkü baskı sistemini ve burjuva cenderesini yarmanın başarılamayacağını biliyorlar. Bu büyük kitle için şunların açıklık kazanmış olması gerekir: Baykal ve CHP, Alevilere karşı yok sayıcı ve hor görücü mantığı içeren ve Diyanet İşleri Başkanlığı aracıyla Suni İslam’ı devlet dini olarak dayatan anlayışa, onun kurumlaşmış haline karşı değildir. Baykal’ın cunta Anayasası ve ceza yasalarına; onun ürünü partiler yasası ve seçim barajına itirazı yoktur. Baykal, sistem için tehlikeli ve şeriatçı sayılan AKP’nin gücünü sınırlamak için dahi olsa seçim barajının düşürülmesi ya da tümüyle kaldırılmasına dahi yanaşmamış, bu yöndeki istemleri göz ardı etmiştir. Bunun nedeni Kürtlerin ve Alevi emekçilerinin de bir unsurunu oluşturdukları işçi-emekçi kesimlerinin parlamentoyu da bir mücadele mevzisi olarak değerlendirmelerinin önüne set çekmektir. Baykal, Kürtlerin ulusal hak mücadelesine karşı MHP’yi geride bırakan şovenist tutum ve politikaya sahiptir. 301. maddeye kol-kanat germiştir. Sağa açılmakla kalmamış, sağcı olduğunu sağ anlayışlarını geliştirip genişleterek kanıtlamıştır. Milletvekili aday listelerindeki sağcı-gerici isimler bunun somut kanıtıdır. Eski MHP’li yöneticilerden Demirel’in damadına ve Süleymancılara kadar “sağ”ın desteğine mahzar olmuştur. Baykal, generallerin de bugün muhtıralarla dayattıkları seçim sisteminin ve “ikibuçuk partili parlamento” formülasyonunun savunucusudur. CHP’nin ekonomik-sosyal ve dış politikasının AKP’den ciddi bir farklılığı yoktur vb.
Bu Baykal ve CHP yönetimi bütün bunlara karşın, programına Alevilerin talepleriyle ilişkin iki satır yazsa veya listelerinde “Alevi adaylar”a yer ayırsa, “ilerici-solcu”-“demokrat ve antiemperaylist” mi olacak? Ya da örneğin bu durumda Aleviler istediklerini elde etmiş mi olacaklar?
Alevi-Bektaşi Meclisi ve Alevi federasyonlarının Alevi emekçilerine gösterdikleri “alternatif”, bağımsızlığı, demokrasiyi, laikliği; tüm mezheplerden-dinlerden ve milliyetlerden emekçilerin özgürlüğü, eşitliği ve gönüllü birliğini sağlamaya hizmet eden mücadelenin ve onun örgütlü birliğinin tesis edilmesi önüne engeller koymaktadır. Alevi inancından emekçilerle aydınlar bunu dikkate alma sorumluluğuyla karşı karşıyadırlar.
A. Cihan Soylu
ÖNCEKİ HABER

AKP inadını sürdürdü

SONRAKİ HABER

Yine toplu mezar yine Bolu Tugayı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...