28 Mayıs 2007 00:00

EMEK DÜNYASI

Seçime iki aydan az bir zaman kaldı. Ama henüz, bu seçime hangi koşullarda girileceği belli değil.

Paylaş

Seçime iki aydan az bir zaman kaldı. Ama henüz, bu seçime hangi koşullarda girileceği belli değil. Örneğin ilericilerin, demokratların, Kürt siyasi çevrelerinin seçime girmesini zorlaştırmak, onların adaylarının seçilmelerini engellemek için daha hangi baskıların, hangi provokatif girişimlerin yapılacağı belli değildir. Yine Meclis’in, asker ve sivil kimi güç odaklarının tarif ettiği cumhurbaşkanını seçecek bir bileşimde olmasını sağlamak üzere, hangi hamlelerin yapılacağı, siyasal ortamın gerilmesinde daha hangi müdahalelerin yapılacağı belli değildir. Burada “belli değil” ifadesi; bir “belirsizlik”ten çok “her şeyin olabileceği”, akla gelen gelmeyen her yol ve yöntemle sürece müdahale edilebileceği anlamındadır. Daha doğrusu seçime doğru açıldığı söylenen yol, karanlık bir tünel haline getirilmiş; bu tünelde de her şey olabilir fikri yayılıp bir korku bulutunun tüm toplumu sarması için “şer güçler” zincirlerinden boşandırılmıştır.
Baskılar ve oluşturulan siyasal müdahalelerde amaç; vatandaşın, kendi istediği gibi değil “Eğer ben oyumu şöyle kullanırsam ülke daha büyük bir açmaza sürüklenecek” korkusunu büyüterek işaret edilen partilere oy kullanmasını sağlamaktır. Burada gösterilen mihraklar ise DYP-ANAP’tan oluşturulan DP ile DSP-CHP ittifakı olarak sahneye sürülen CHP’dir. AKP burada mağduru oynayarak, kendisini statüko karşıtı ilan ederek kendi çevresini toplamayı, bugünkü düzenden hoşnutsuz olanların da en azından bir bölümünü kendi yanına çekmeyi amaçlamaktadır.
Demokrasi güçleri, birbirleriyle çatışarak halkı kamplaştıran ve bütün marifetleri, bu gerilimi gerçek bir gerilim olarak sunmak ve bu gerilim üstünden gerçekleştirilecek bölünmede çoğunluğun kendi yanlarında kalmasını sağlamaktan ibaret olan bu güç odaklarının oyunlarını bozmakla karşı karşıyadır. Bunun önkoşulu da “Cumhuriyet tehdit altında, şeriat geliyor”, “Demokrasi elden gidiyor” yalanlarını boşa çıkaran ve Türkiye’nin ne laik ne de demokratik bir ülke olmadığını göstererek gerçekten laik ve demokratik bir Türkiye için mücadele edecek güçleri birleştirmek; bu iki cephenin (aslında tek bir cephe) de ortaklaştığı uluslararası tekellerin, yerli büyük patronların çıkarlarını savunduğunu teşhir etmek gerekir. Nitekim CHP Genel Başkanı Baykal, itirazlarının ne IMF-TÜSİAD programına, ne de AB ve ABD ile ilişkilere olmadığını, sadece bu amaçlara varılmasında hükümetin uygulamalarına olduğunu ilan etmiştir.
Yine bu iki mihrak da mevcut seçim sistemindeki adaletsizlikten beslenmekte ve bunu değiştirmekte ısrar etmektedirler.
Yine bu iki mihrak; Kürt sorununun çözümünde yok etme, baskı ve şiddetten başka yöntem tanımamakta, Kürt sorununun demokratik çözümünü bölücülük ilan etmekte ortaktır.
Yine bu iki mihrak; inanç ve vicdan özgürlüğü (laisizmin temelleri) konusunda sadece kendi inançlarına saygı gösterme ilkesinde ortaktır ve Türkiye’nin, Diyanet’in olmadığı, diğer din ve mezhepler karşısında devletin tam yansızlığına yaklaşmamaktadırlar; sadece din istismarcılığını kendilerine yaraması için kullanmak konusunda çatışmaktadırlar.
İşte seçime bu “belli olmayan” koşullarda ve karşımızdaki güçlerin kendi arasında da çatıştıkları ve halkı sahte bir bölünmeyle bir kez daha “seçim oyununa” getirmek istedikleri; bunun için her yol ve yöntemi geçerli gördükleri koşullarda giriyoruz.
Burada demokrasi güçlerine son derece önemli görevler düşmektedir. Bunların bir bölümünü önümüzdeki günlerde tartışacağız. Ama bugün hiç vakit geçirmeden yapılması gereken iki şey vardır. Bunlardan birincisi; politik ortamın provokasyonlara ve her tür müdahaleye açık hale getirilmesine karşın kararlı, inisiyatifli tutum ve cesaretli bir üslupla sermaye partilerinin amaçlarını teşhir etmek ve tüm demokrasi güçlerini, tüm emek güçlerini tek bir mihrak olarak seçimde mevzilendirmek ve seçim sürecini, demokrasi güçlerinin ortak cephesinin yaratılması mücadelesi için değerlendirmeyi başarmak için her gayreti göstermektir. Bunun için “aday kim olacak”, “partilerin arasındaki ilişki ne olacak”, “seçime nasıl gireceğiz” gibi soruların “somut” yanıtlarını beklemenin bir gereği yoktur.
İkinci önemli şey ise seçim süreci boyunca emek ve demokrasi güçlerinin fabrikaları, atölyeleri, hizmet kurumlarını, mahalleleri, kahveleri, köyleri ve tarlaları “seçim meydanları” olarak değerlendirmesidir. Bu, sermaye partilerinin elinde olmayan bir imkandır. Onların alanlarda ya da TV kanallarında söylediği her yalanı, biz gün boyu işyerlerinde, hizmet kurumlarında... halkın bulunduğu her yerde teşhir edebiliriz; etmeliyiz de. Onların devasa imkanlarına karşı ancak böyle savaşabiliriz. Sermaye partilerinin elinde olmayan bu imkanı emekçiler, sınıf partisi ve öteki emek yanlısı partiler kullanmak durumundadır. Bu, onların en önemli avantajıdır. Dolayısıyla seçim faaliyeti, günün yirmi dört saatini kapsayan bir faaliyet olarak örgütlenmelidir.
İhsan Çaralan
ÖNCEKİ HABER

Sınırın ötesinden operasyona itiraz

SONRAKİ HABER

ÖDP İstanbul adaylarını belirliyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa