30 Mayıs 2007 00:00

UZUN MESAFE

Gecenin bir vakti yaz yağmuru ile sırılsıklam olmuş yaşlı adamı yüksek ateşle muayene masasında gördüğümde derece kırkı gösteriyordu. Ateşi düşünceye kadar revirde gözlem altında kalması gerektiğini söylediğimde kalamayacağını, nöbete gitmesi gerektiğini belirtti.

Paylaş

Gecenin bir vakti yaz yağmuru ile sırılsıklam olmuş yaşlı adamı yüksek ateşle muayene masasında gördüğümde derece kırkı gösteriyordu. Ateşi düşünceye kadar revirde gözlem altında kalması gerektiğini söylediğimde kalamayacağını, nöbete gitmesi gerektiğini belirtti. Tedavisine başlayıp öykü derinleştiğinde 66 yaşında olduğunu, boşaltılan köyünde yalnız kaldığını, yaşadığı yeri terk etmek istemediği için korucu olduğunu anlattı bir çırpıda. Şaşırmıştım. O güne kadar korucuların sağlık ve sosyal güvenlik kapsamı konusunda bilgim yoktu. Kendisine hastalık raporu açacağımı ve bu sağlık raporunu askeri yetkiliye götürmesini söylediğimde ikna olmuştu.
Ateşi düştüğünde herhangi bir reçete kağıdına tıbbi kanaatimi yazdım. “Bir hafta süresince istirahatı uygundur.” Giderken bir kez daha baktım peşi sıra: Hastaydı, yaşlıydı, aksayan bacağını bastonla desteklemekte zorluk çekiyordu.
Bir hafta sonra kontrole geldiğinde raporun kabul edilmediğini, göreve çıkmak zorunda kaldığını söyledi. Bir hekim olarak sağlıkta ayrımcılığı hissetmiştim. Aslında korucular sağlık hakkı boyutuyla bir turnusol gibi ve Çukurca’da rengi gizlenemiyordu.
Geçen hafta korucularla ilgili bir yasa geçti TBMM’den. 55 yaşını geçen korucuların görevlerinin sonlandırılacağı maddelerden bir tanesiydi. Gazetelere yansıyan haliyle ve geçmiş gözlemlerimin hatırlatıcılığında ne 18 yaş altına dair bir ibare ne de sağlık hakkına dair bir cümle göremedim.
1997 yılına ait üç aylık rotasyon insanlığın binyıllardır ayrımcılığı önleyici cümleler kurduğu sağlık alanında korucular için gönülden uzak olanın gözden de uzak olduğunu öğretti bana. Bu köşede zaman zaman onlarla ve özellikle çocukları ile ilgili yazılar görürseniz sakın şaşırmayın. Bir sonraki yazım “Korucular ve Genel Sağlık Sigortası” olacak muhtemelen.
...
Evlilik öncesi tıbbi tetkikler
Yıllar önce ilk uygulama İzmir’de başlamış, zamanla diğer illere yayılmıştı. Evlenecek kişiler nikah başvurusu yaptıklarında belli kan tahlilleri yaptırmadan nikah işlemleri başlatılmıyordu. Amaç sarılık, frengi, AIDS gibi bulaşıcı hastalıklar ve Akdeniz anemisi (Talasemi) gibi kalıtsal hastalıklar konusunda koruyucu hekimlik organizasyonuydu. Özellikle hepatit B aşısı mümkün olduğundan eşlerden birisi taşıyıcı ise diğerinin aşılanması ile sorun ortadan kalkıyordu. Akdeniz anemisi bahsinde ise doğacak çocukların sağlığı hedefleniyordu. Yine kadınlarda çok sık izlenen ve halsizlikle seyreden demir eksikliğine bağlı kansızlık yorucu bir süreç olan evlilik hazırlığında tedavi ile normalleştiriliyordu.
Tüm bu yararlarına karşın belki de yaşamlarının en güzel aylarında gerek tetkik öncesi “ya bir hastalığım varsa” kaygısı, gerekse sonuçlar çıktığında bir hastalık varlığı çiftler için iç sıkıntısına dönüşebiliyor. Bu ise psikolojik danışmanlığın daha bir titizlikle organizasyonunu gerekli kılıyor.
Konuyla ilgili bir diğer boyut ise sağlığın ticaretinin bu alana da yansıması. Bir üniversite hastanesinden alınsa bile tetkikler ve düzenlenen sağlıklılık raporları kabul edilmiyor. Birçok yerde belgelerin tanımlanan kamu sağlık biriminden alınması zorunlu kılınıyor. Bu uygulama ister istemez evlilik öncesi tıbbi değerlendirmelerde gelir beklentisinin niyetin önüne geçtiğini gösteriyor. Siz ne dersiniz?
...
Demir eksikliği anemisi
Deneyimli bir ebe arkadaşımız çalıştığı sağlık ocağında bebeğini kontrole getiren annelere tartıyı kullanmasını öğreterek bir sonraki gelişlerinde kendilerinden tartmalarını isteyeceğini belirtir. Sonraki gelişte tartıyı kullanamayan annelerin tümünü kan tahliline gönderir. Neredeyse hiç birisinde yanılmaz. Hepsi anemik yani kansızdır. Anemi sadece halsizlik yapmaz aynı zamanda algıda gecikme ve öğrenme süreçlerinde gerilemeye yol açar. Bu sorun özellikle okul çağı çocuklarında önemli olup söz konusu hastalık demir eksikliği ise ufak bir çabayla arkadaşları arasındaki farklılık giderilebilir.
Ülkemizde demir eksikliği anemisi kadınlarda daha fazla olmak üzere ne yazık ki çok sık izleniyor. Demir doğada olduğu gibi insan bedeninde de tekrar kullanılabildiğinden eksikliği için ya artan gereksinimi depoların karşılayamaması, ya vücut dışına kayıp ya da demir alım ve emiliminde sorun olması gerekiyor.
Gebelik, çocuk yaşları ve ergenlik gibi dönemlerde demir gereksinimi normale göre artar. Bu dönemlerde hekiminize başvurup varsa eksikliğin giderilmesi gerekir.
Aneminin bir diğer sık nedeni mevcut kayıplardır. Kadınlarda uzamış adet kanamaları en sık görülenidir. Yanı sıra basur, mide ya da sindirim sisteminin diğer bölgelerinden ya da idrarla aşırı kanamalar, abartılı kan bağışları diğer olası nedenler arasındadır. Erkeklerde ve uzun zamandır adetten kesilmiş kadınlarda sonradan gelişmiş Demir Eksikliği Anemisi kalın barsak kanseri dahil sindirim sistemi kanserlerine bağlı kronik kan kaybını akla getirmelidir.
Tıbbi danışmanlık alınmadan yapılan kilo verici diyetler, yoksulluğa bağlı beslenme sorunları, bazı barsak hastalıklarında gelişen emilim bozukluğu ve mide ameliyatları ise demir emiliminde azalma yaratarak anemiye yol açarlar.
Sizlerin de hissedebileceği gibi onlarca nedene bağlı gelişebilen demir eksikliği anemisinde demir tedavisi ile anemiyi düzeltmek ilk anda kolay olmakla birlikte altta yatan nedeni araştırmamak bazen kanser dahil tanı gecikmelerine yol açabilmektedir. Bu nedenle siz siz olun aneminizi hafife almayın. Bu arada doğum kontrol yöntemi olarak kullanılan spiralin bazen aşırı kanama yapabildiğini ve böyle bir durumda hekiminizle paylaşmanız gerektiğini hatırlatmak isterim. Yine toprak, cam, kömür vb. maddeleri yiyorsanız büyük olasılıkla sizde demir eksikliği var diyebiliriz.
Sağlıcakla kalın.
Dr. Zeki Gül
ÖNCEKİ HABER

Medyanın basın özgürlüğü kavgası

SONRAKİ HABER

Keneye karşı ne yapmalı?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...