31 Mayıs 2007 00:00
AVRUPA GERÇEĞİ
İnsanlığın Hitler faşizminden kurtuluşunun 62. yılı dolayısıyla bu yıl yapılan kutlamalar öncesi ve sonrasında, eski SSCB cumhuriyetlerinden Estonya ile Rusya arasında yaşanan Sovyet Anıtı krizi, aslında Doğu Avrupa ülkelerinde ...
İnsanlığın Hitler faşizminden kurtuluşunun 62. yılı dolayısıyla bu yıl yapılan kutlamalar öncesi ve sonrasında, eski SSCB cumhuriyetlerinden Estonya ile Rusya arasında yaşanan Sovyet Anıtı krizi, aslında Doğu Avrupa ülkelerinde 1990ların başından bu yana sürdürülen gerici politikaların ulaştığı boyutu gözler önüne seriyordu.
Bakım-onarım çalışmaları adı altında Hitler faşizminin yıkılmasında en büyük rolü olan Kızıl Orduya karşı yapılan bu saygısızlık, gericiliğin geldiği düzeyi göstermekle birlikte, geçmişin antifaşist değerlerine de savaş açıldığını ortaya koyuyordu.
En son Estonyada ortaya çıkan geçmişe ait bütün değerlere açılan savaşın diğer Doğu Avrupa ülkelerinde uzunca zamandan beri sürdürüldüğü, bunun bölgede ırkçılığın, faşizmin ve dinciliğin gelişimine yol açtığını son birkaç yıl gösteriyor.
Örneğin bölgenin en büyük ülkesi Polonyada 2005in sonbaharından beri dinci-faşist bir çizgiye sahip Kaczinsky İkizlerinden biri cumhurbaşkanlığı (Lech), diğeri başbakanlık (Yaroslov) koltuğunda oturuyor. Papa II. Jean Paulün de büyük katkılarıyla ülkede estirilen antikomünist propaganda, Kaczinsky İkizlerinin işbaşına gelmesiyle doruk noktasına ulaştı. İkiz kardeşler şimdi, Polonyanın batıya entegre olmasından 17 yıl sonra, ülkedeki güvenlik görevlilerinin, öğretmenlerin, öğretim üyelerinin ve gazetecilerin eski Demokratik Almanya Cumhuriyeti istihbarat örgütü Stasi ve KGB ile bağlantısını ortaya çıkarmak, dolayısıyla geçmişle hesaplaşma savaşını derinleştirmek istiyor. Böylece, geçmişte sosyalist olan ve halen de bu görüşleri savunanlara meslek yasağı getirilmek isteniyor.
Bunlar yetmiyormuş gibi, bir grup milletvekili işi biraz daha ileriye götürmek için İsanın Polonya Kralı ilan edilmesi için parlamentoda inisiyatif başlattı. Keza, kürtajın yasaklanması, yasağı delenlerin cezalandırılması için yasa tasarısı hazırlandı. Polonya Aile Ligası üyesi Avrupa Parlamentosu milletvekili, faşist Franco hayranı olduğunu hiç gizleme ihtiyacı duymuyor. Ve hakkında hiçbir işlem yapılmıyor.
Benzer bir durum Macaristanda da yaşanıyor. Neoliberal bir sosyal demokrat olan Başbakan Ferenc Gyurcsanynin bütçe açığı konusunda seçim kampanyası sırasında halka yalan söylediklerini ifade etmesi üzerine başlayan protestoların önemli bir bölümünün ırkçı-faşistler tarafından çıkarıldığı biliniyor. Faşistler önümüzdeki sonbaharda yeniden büyük olaylar çıkarak hükümeti devirmeyi planlıyor. Geçtiğimiz yıl başlayan ve bu yıl devam eden olaylar, ırkçılığın Macaristanda önemli bir zemin bulduğunu gösteriyor.
Parlamentoda grubu bulunan Komünist Partinin gençlik örgütünün yasaklandığı Çek Cumhuriyetinde de durum parklı değil. Bu ülkede geçmişin olumlu değerlerini savunanlara karşı bir cadı kazanı kaynatılıyor. Bununla da yetmiyormuş gibi, ABDnin Rusyaya karşı kurmak istediği savunma kalkanlarına, halka rağmen kucak açılıyor.
Slovakyada ise Hitlerin bir numaralı işbirlikçisi Josef Tisonun portesi hükümet ortağı SNSnin Başkanı Jan Slotanın çalışma odasında asılı (Der Spiegel, 22/07). SNSnin Le Penin başında olduğu Milliyetçi Cephe ile birlikte Avrupa çapında yeni bir ırkçı birlik kurmak istediği biliniyor.
1 Mayıs 2004ten beri AB üyesi olan Doğu Avrupanın belli başla ülkelerinde yaşanan politik gelişmeler, ABD ve AB desteğiyle sürdürülen sosyalizm düşmanı kampanyanın dincilik ve faşistliği alabildiğince geliştirildiğini gösteriyor. Bu ülkelerdeki siyasi rakipler arasındaki hesaplaşma halkın mevcut sorunlarının nasıl çözüleceğine dair çözümler yerine geçmişle ilişkisi üzerine yapılıyor. Eski dönemde iktidar olmuş kadroların kurduğu partiler genellikle postkomünist diye tanımlanarak, aradan 17 yıl geçmesine rağmen mevcut sorunların baş sorumlusunun halen sosyalizm olduğu ileri sürülerek, dincilik ve faşistliğin gelişmesine ortam yaratılıyor.
Doğu Avrupada yaşanan bu uçlaşmanın elbette ekonomik ve sosyal zemini bulunuyor. Bu ülkelerde ortalama bir emekli maaşı 200, işçi maaşı 500 Avro. İşsizlik ve yoksulluk almış başını gidiyor. Hükümetler arasında bir özelleştirme yarışıdır sürüp gidiyor. Sosyalizm döneminde ülke ekonomisinin bel kemiğini oluşturan işletmeler kelepir fiyatına Batının tekellerine satılıyor.
Bütün bunlar Doğu Avrupada milyonlarca emekçi arasında işsizlik ve yoksulluğu artırırken, sınıflar arası çelişkileri derinleştiriyor. Çelişkiler yumağı içerisinde doğru çözüm olan sosyalizme yönelme bir suç düzeyine çıkarılırken, dincilik ve faşistlik çaresiz yığınlara çözüm olarak dayatılıyor.
Bundan ötürü, Doğu Avrupa ülkelerinde yükselmekte olan dinci, ırkçı ve faşist akımların baş sorumlusu demokratik halk cumhuriyetlerinin yıkılması için canla başla çalışan Batı kapitalistleridir.
Yücel Özdemir