3 Haziran 2007 00:00
televizyonun seçmenler üzerindeki etkisi
Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), kadınların televizyon izleme eğilimleri üzerine kapsamlı bir araştırma yaptırmış. (22. 05. 2007 basın.)
Buna göre:
Kadınlar günde ortalama 5 saat televizyon izliyor.
Eğitim düzeyi yükseldikçe izlenme saati düşüyor.
Ev kadını, emekli ve işsizler, kırsal kesimde çalışanlardan -bağda, tarlada vb.- daha çok televizyon izliyor.
En çok yerli diziler izleniyor.
Araştırma maddeleri böyle sürüp gidiyor.
Aslında bunlar beklenen sonuçlardı, bu yüzden bizi şaşırtmıyor.
Okumayı pek sevmeyen bir toplum olduğumuz için dünyaya bakış açımızı daha çok televizyon şekillendiriyor.
Ayrıca gerçekliği; önyargı, kulaktan dolma bilgi, komplo teorileri vb. yollarla değerlendirmeye yatkın olduğumuzu da unutmayalım. Sözgelimi ekranlara yansıtılanların perde arkasını içimizden kaç kişi merak ediyordur? En basitinden kadın programlarına bakalım: Kadınların gerçek çıkarlarını öne çıkaran programlar yapılıyor mu? Sağlık, güzellik, moda, elişleri, yemek, müzik, eğlence, magazin İyi güzel de, kadınların sömürü ve ezilme sorunlarına dair programlar nerede? Sözümona evkadınlarına hitap ediliyor. Kadının yeri evidir görüşü vurgulanıyor. Ama diyelim, evdeki çalışmanın -ev işi, çocuk bakımı vb.- iş/ meslek olarak kabul edilmesi ve ücretlendirilmesi gibi can alıcı bir konu neden gündeme getirilmiyor?!
Kadınların politikaya katılımının önündeki engellerden biri de televizyon bağımlılığı olsa gerek.
Sinderella etkisi
RTÜK araştırması gençlik kesimine yapılsaydı sonuçlar farklı mı olurdu acaba?
Televizyonda gençler, bir numaralı tüketici olarak gösteriliyor.
Gençlik programlarında kültür-sanata yer verilmiyor; şiir bile okunmuyor.
Teknoloji yüceltilirken bilim ve felsefe es geçiliyor.
Dini siyasete alet eden yayınlar
Düşünmeyi engellemek için adeta özel çaba harcanıyor.
Gençler, akıllarını cinselliğe taktırıp başka şeylerle ilgilenmesinler!.. O yarışma senin bu yarışma benim, yarışıp dursunlar Sıfırdan bir yere gelmek... Kazanmak ve ünlü olmak Psikologlar buna Sinderella etkisi diyorlar.
Televizyon bağımlılığı, yaşamın gerçeklerini fark etmemizi zorlaştırıyor.
Sözgelimi, namus uğruna yakını olan kadını öldürmekten bile çekinmeyen erkeği, toplumda fuhuşun katlanarak artması ilgilendirmiyor.
Giderek bireycilik, yüzeysel bir çağdaşlaşma çabası yaygınlaşıyor: Jöleli saçlar, yırtık kotlar... Bireyciliği yalnızca cilalayan çabalar...
Yabancılaşma, geleceğe güvenle bakamama kaygıları içindeki kişi, şiddete başvurarak var olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. İçteki sıkıntıyı şiddetle yatıştırabiliyor. Sonuçta kişilik erozyona uğruyor. (Futbol bile spor değerlerinden uzaklaşıyor; nedir o maçlardaki şiddet!)
Koşulların eğitilmemiş kişi üzerindeki etkisi daha güçlü oluyor. Kişi, içinde bulunduğu durumu sorgulamıyor, kendini kader kurbanı olarak görüyor. Öfkesi, isyanı kendine, çevresine yöneliyor.
Bu yıl 4.3 milyon genç, genel seçimlerde ilk kez oy kullanacakmış.
Genç nüfus işsizliği ise kentte yüzde 22.6, kırda 19.8. İşgücüne katılmayanlar kentte yaklaşık 18 milyon, kırda 9 milyon. (2006 sonu; Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verileri, 16.5.2007 basın.)
Eğitimsizlik, aile baskısı, özgüvenin yıkılması, duyarsızlaşma İnsanı siyasi davranıştan uzaklaştırır, dayanışma ruhunu zedeler.
Zor koşullar altında hayatta kalmaya çabalayan gençleri düşünelim: Seçimlerde tercihlerini nasıl yapacaklar? Gözü kapalı, insanları sahte umutlara yönlendirenlere oy vermeyecekler midir?
Gerçekler anlatılmıyor
Öte yandan televizyon, olay ve olguları yansıtırken nalıncı keseri gibi piyasa güçlerine yontuyor. Piyasa güçlerini desteklemeyen siyasi eğilimler ekranlarda yer almıyor.
Bütün kanallarda çeşitli anlamlara gelecek konuşmalar... Sağcı? Solcu? Kafalar iyice karışıyor. Sorunların bilincine varmak adeta olanaksızlaşıyor.
İnsanın isyan edesi geliyor: Toplum olarak daha geniş bir bakış açımızın olması gerekmez miydi?
Yalnızca ülkemizin değil, insanlığın sorunları -küresel ısınmadan savaşa- sürüyorsa ve çözüm için somut adımlar atılmıyorsa; tüm konuşmalar, vaatler, kandırmacadan öte ne anlama gelir?
Ağzı kalabalık lafebeleri, demagoji ustaları... Onlardan çekinmek gerekir, ikna kabiliyetlerine diyecek yoktur çünkü.
Gerçekler ise bize/ halka anlatılmıyor. Ekonomik, demokratik, sendikal vb. onca sorunun sürüp gitmesine karşın, işçi ve emekçi kesimin hâlâ sermaye partilerine yakın durmaları başka nasıl açıklanır?
Asıl düşündürücü olan da özgürlük, bağımsızlık gibi insanı insan yapan değerlere giderek duyarsızlaşıyoruz.
Ancak başka ülkelerde olup bitenlere karşı bir hareketlilik göze çarpıyor; en azından bir şeyler yapma çabası gözleniyor. Sözgelimi geçenlerde, Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavezin muhalefete yakın olan pembe dizici özel televizyon kanalını kapattırdığını, yerine sosyalist bir televizyon kurulduğunu, Chavez karşıtlarının bunu sokak gösterileriyle protesto ettiğini ve Chavezin pembe dizileri, kapitalizmi yaymak için katıksız zehir olarak nitelendirdiğini öğrendik. (29.5.2007 basın.)
Aynı şekilde dünyanın her yerinde, milyonlarca insan neo liberal politikaları uygulayan hükümetlere tepkilerini seçim sandıklarında gösteriyorlar.
Özetle; dünyada ve ülkemizde olup bitenleri doğru değerlendirmek için gereksindiğimiz bilgileri doğru kaynaklardan elde etmemiz gerekir. Bilgilerimizin doğruluğu alacağımız kararlara da yansıyacaktır.
İnsan düşüncelerini beğenmeyip değiştirebilir. Emekten yana olan saflarda yerini alabilir. Futbol takımı tutar gibi bir düşünceye körü körüne yapışmak insana yakışmaz. Yanılmışım demek de insanın hallerindendir.
Seçimlerde, başta televizyon olmak üzere büyük medyanın düşüncelerimizi şekillendirmesine izin vermeyelim.
Tülin Tankut
Evrensel'i Takip Et