05 Haziran 2007 00:00

DURUM

Seçim sürecinin, herhangi bir seçimde yaşanacak olağan bir süreç olmayacağını artık daha iyi görüyoruz ve biliyoruz.

Paylaş

Seçim sürecinin, herhangi bir seçimde yaşanacak olağan bir süreç olmayacağını artık daha iyi görüyoruz ve biliyoruz. Muhtırayı verenler siyaseti yeniden dizayn etme konusunda peş peşe adımlar atıyorlar. Bu amaçla partileri “yeniden oluşturmaktan”, dış politika sorunu gibi görünen olayları –Kuzey Irak!- kullanmaya kadar pek çok yol ve yöntem kullanılıyor. Burada şu soru zihinlere takılıyor; içinden geçilen bu süreç, ülkenin daha önce yaşadığı gelişme ve süreçlere benziyor mu?
Bu sürecin bazı temel özellikleri ile 28 Şubat sürecine benzediği ileri sürülebilir. Elbette benzemeyen yanları da bulunuyor. 28 Şubat’ın ardından o günkü hükümet –Erbakan-Çiller- fazla dayanamamış istifa etmişti. Yerine bir koalisyon hükümeti kuruldu ve bu koalisyonu oluşturan o günün “laikçi” partileri, yükselen milliyetçilik dalgasının da üzerine binerek seçimlerden zaferle çıktılar ve hükümet oldular. Bu sürecin baş aktörlerinden birisi Demirel’di ve bu Demirel şimdilerde yeniden “yoğun bir mesai” içerisinde. Sürecin gerisi ekonomik krizler, o partilerin ilk seçimde halk tarafından süpürülmesi ve 28 Şubat sisteminin rezilce çökmesidir.
Açıkça görülen oydu ki; generallerin “toplum mühendisliği” iflas etmiş, hükümetten sürülen dinci partinin içinden çıkan ve “değiştik” diyen bir kanat seçimlerden zaferle çıkmış, tek başına hükümet olmuştu. Bu, 28 Şubat sürecinin ve kurduğu sistemin açıkça ve başkaca bir kanıta gerek kalmadan iflas ettiğinin somut göstergesi idi. “Paşalarımız” iktidar locasında sessizce oturmayı ve “gidaşatı kollamayı” kendilerine görev edindiler. Ama bir soru da zihinlerini sürekli kurcalamıyor değildi; ne zamana kadar böyle duracağız? Yeni kurmay değişikliği ile birlikte açıktan günlük politikaya dahil oldular ve daha önce bazılarının dile getirdiği gerekçeler, şimdi karargah politikası olarak uygulanmaya başlandı.
Sürecin 28 Şubat’a benzemeyen yönleri ise şunlar; mevcut hükümet çekip gitmedi ve kendi çizgisinin elverdiği kadar mücadele etme yolunu seçti. AKP seçimlere en güçlü parti olarak –süreçte daha neler yaşanacağını tam bilmememize rağmen- giriyor ve muhtemelen en fazla oyu alan parti olacak. Mücadele etmek yerine kaçmayı tercih eden Erbakan’ı terk eden seçmeni, şimdi kaçmak yerine mücadele eder görünen Erdoğan’ı destekliyor. Ama Erdoğan ve partisi bu süreçte halkın demokrasi isteklerini kışkırtacak herhangi bir adım atmaktan da özenle kaçınıyor. Seçimlerden AKP’nin hükümeti kurmaya ve cumhurbaşkanı seçmeye yetecek bir çoğunlukla çıkması durumunda, generallerin darbe yapacağı gibi tespitlerde ortalığa atılıyor. Bu tür “tespitleri” halk arasında korku yaratarak, seçimleri etkileme yönü ağır basıyor. Ancak söylenenin gerçekleşmesi durumunda da, bu darbenin ülkede en çabuk bozguna uğrayacak darbe olma olasılığı da oldukça yüksektir.
27 Nisan sürecinin, 28 Şubat sürecine benzemezliği elbette bundan ibaret değil. Halk ve demokrasi güçleri seçimlere daha hazırlıklı giriyorlar ve başarıyla sürdürülecek bir seçim kampanyasının ardından, parlamentoya girme ve parlamento kürsüsünden halka ülkenin gerçeklerini aktarma şansına sahipler. Böyle bir durumun ortaya çıkması, halkın “dinci-laik”, “Alevi-Sünni”, Türk-Kürt”, gibi bölünmeler derinleştirilerek, düşmanlaştırılmasına ve gericiliğe yedeklenmesine de engel olacak gelişmeleri güçlendirecektir.
Açıkçası paşalarımızın ve her türden şovenistin, faşistin hoşlanmayacağı bir Meclis görüntüsü ortaya çıkacak ve bu da halkı bölme ve zapt-ü rapt altına alma denemesinin başarısızlığa uğradığının açık kanıtı olacaktır. Buna rağmen, bu Meclis tablosunu gerekçe yapıp, şansını denemek isteyen darbeciler elbette olabilir. Ama kimsenin kuşkusu olmasın ki, baştan gayrı-meşru olan bu tür girişimleri püskürtecek gücü, bu halk bulacaktır.
Ahmet Yaşaroğlu
ÖNCEKİ HABER

AKP emekçiyi bölüp yoksullaştırıyor

SONRAKİ HABER

Uras’ın adaylığı ÖDP’yi karıştırdı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa