06 Haziran 2007 00:00

UZUN MESAFE

Nükleer deyince doğal olarak akla önce silahlar, sonra da enerji santralleri geliyor.

Paylaş

Nükleer deyince doğal olarak akla önce silahlar, sonra da enerji santralleri geliyor. Oysa modern tıbbın kullanımında, bazen oturduğumuz apartmanın komşu dairesinde nükleer tıp laboratuvarı, röntgen laboratuvarı ya da kan tahlillerinin yapıldığı bir laboratuvar olarak, riskleriyle sessizce hayatımıza girmiş durumda nükleer tehlike. Yanı başımızda tıbbın insanlığın hizmetine sunduğu uygulamalara bakarak, gündelik hayatın gölgesinde radyasyonla mücadelede olası zaafları irdelemeye ne dersiniz?
Geçen haftalarda Cumhurbaşkanı, Nükleer Santral Yasası’nı veto etti. “Yasada, kurulacak şirketin denetiminin hangi kurum tarafından yapılacağı açıkça yer almalı” diyordu veto gerekçesinde. Gerçekten denetim önemli ama ülkemizde denetçi kurumların görevlerini yerine getirip getiremedikleri tartışmaya değer. Örneğin hastanelerdeki radyoloji ünitelerinin yüzde kaçı gerekli koşulları taşıyor? Ya da tıpta tanı amaçlı tetkiklerde nükleer madde kullanımlarında atıklar ne yapılıyor? Sakın şehir kanalizasyonuna akıtılıyor olmasın? Bırakalım toplumu, bizzat sağlık çalışanları radyasyonun olumsuz etkilerine karşı korunaklı mı? Ortopedi gibi bazı branşlarda skopi cihazı ile yapılan o uzun ameliyatlarda, çevreye kontrolsüz dağılan radyoaktif maddelerden hamile hemşirelerin korunduğuna inanıyor musunuz?
Bu görece küçük olumsuzluklara dair farkındalığın, ülkelerin nükleer enerjiye geçiş kararlarında etkili olacağına inanıyorum. Her ne kadar farklı ülke örnekleri insana bazen moral, bazen karamsarlık aşılıyor olsa da... Bu konuda önemli ülke Japonya. Bir taraftan ülkesine atılan atom bombaları sonrası yaşanan onca acıya karşın elektrik enerjisinin önemlice kısmını nükleer santrallerden karşılaması, öte yandan bir yıl önce mahkeme kararıyla gelen nükleer santral kapatma kararı... Her gün yüzlerce sarsıntının meydana geldiği ülkede, Kanazava Bölge Mahkemesi Yargıcı Keniçi İdo, “Büyük depremlerde radyasyon sızıntısı tehlikesi vardır, bölge sakinleri haklı” diyordu kapatma kararında.
Nükleer santraller, olası riskleriyle elbette kabul edilebilir bir enerji değil ve karşı çıkmak için onlarca neden, itirazlarda ortaklaştırılabilir. Zamana yolculuk bizleri uzak ülke Japonya’da Hiroşima ve Nagazaki’ye, ABD tarafından atılan atom bombasına götürse de komşumuz Irak’ta yine ABD ile müttefiklerince kullanılan seyreltilmiş uranyum içeren bombaları unutmak mümkün mü? Ve tabii ki 1986 Çernobil faciasını!..
...
Süs bitkileri ve çocukluk zehirlenmeleri

Evlerde süs amaçlı bulundurulan bitkilerin pek çoğu zehirli özelliklere sahiptir ve özellikle küçük çocuklar için risk taşırlar. Yaprak ve çiçeklerin renkli dünyası, her an çocuklar için tercih edilir bir oyuncağa dönebilir. Bitki zehirlenmelerinde bahar aylarında piknikler dışında diğer bir kolaylaştırıcı da çocukların tatil nedeniyle sokakta daha sık oynamalarıdır. Yine son yıllarda ithal çiçek çeşitliliğinin artması riski daha da artırdı.
Bazısının çiçeği, bazılarının yaprak ve yumrusu zehirleyici olabiliyor. Örneğin neredeyse çiçeksever her eve giren Difenbahya, ev bitkilerinin en zararlılarından birisidir. Yapraklarının elle ovulması, çiğnenmesi veya yenmesi zehirlenmeye yol açabilir. Siklamen’in yumrusu, Kreton, Açelya ve Sarmaşık ise diğer zehirli olabilen ev bitkileridir.
Nedeni açıklanamayan bulantı, kusma, dalgınlık, ağızda kızarıklık, baş ağrısı, huzursuzluk ve koma, özellikle ani başlıyorsa zehirle temas gözlemi olmasa bile anne babanın kuşkularını hekimle paylaşması, erken tanıda yararlı olabilir.
Bahar aylarında bitki ilaçlamalarının varlığı bu tür zehirlenmeleri de artırmaktadır. Bu konuda önemli hatalardan birisi, içecek şişelerine bu tür maddelerin konmasıdır. Bitki ilaçlarının özellikle açıkken evde bulundurulmaması, kapalı haldeyken çocukların erişemeyeceği yüksekliklerde saklanması bir zorunluluktur.
...
Kolektif yalan: öğrenci raporları

Bir ülke düşünün ki milyonu aşkın genç ve çocuk aniden hastalanmış ama ülkenin sağlık bakanlığı, okulların tatil edilmesini talep etmiyor. Neden etsin ki işler tıkırındaysa! Milyonlarca öğrenci, sahte tanılı rapor talebiyle Sağlık Bakanlığı’na bağlı sağlık kuruluşlarının bu aylarda en önemli müşterisi. Müşteri demekte bir sakınca görülemeyecek tek sağlık organizasyonu bu! Evet Türkiye’den bahsediyoruz. Hani dünyada gençlik ve çocuk konulu ulusal bayramları olan tek ülke olmakla övünen ülkemizden. İşin ilginci, bu sahte hastalık salgınının iki bayram arasında gerçekleşmesi. Sağlık Bakanlığı, bu tanıları ülkenin sağlık istatistiklerine, buradan kazandığı parayı ise kasasına atmakta oldukça mahir. Bu nedenle geleneklerimiz arasına “iki dini bayram arasında evlenmek uğursuz” cümlesine iki ulusal bayram arası öğrenci raporu alamamak musibet yargısı eklendi son yıllarda.
Sorunun çözümünde etik başlığında çok şey söylendi geçmişte. Belki de farklı bir tarz gerekiyor. Örneğin Bilgi Edinme Yasası kapsamında kurumlara şu sorular sorulabilir diye düşünüyorum:
1- Sosyal güvenlik kurumlarına; “Mayıs-haziran aylarında sınav çağındaki öğrencilerin neredeyse tamamının sahte hastalık raporu aldıkları bilinmez bir sır olmadığına göre, bu gruba ait kurumunuza özel sektör ya da Sağlık Bakanlığı’nca gönderilen faturaları ödemeyi ya da ödediyseniz paranızı geri almayı düşünüyor musunuz?”
2- Milli Eğitim İl Müdürlüklerine; “Özel dershanelere yönelik denetimlerinizde doktor raporuyla hasta ve istirahatta görünmesine karşın derse devam eden öğrenci sayısı ne kadar, bahar aylarında denetiminiz altındaki özel dershanelerde devam yüzdesi nedir ve hasta öğrenci okutan özel sektöre bugüne değin herhangi bir yaptırım uyguladınız mı?”
3- Devlet İstatistik Kurumu’na; “Sahte öğrenci raporlarında yer alan hastalık tanılarını istatistiklerden çıkarmayı düşünüyor musunuz?”
Dr. Zeki Gül
ÖNCEKİ HABER

Listeler medyanın kafasını karıştırdı

SONRAKİ HABER

Anne sütüne en yakın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...