08 Haziran 2007 00:00

ÖZGÜRCE

Kapitalist sistem içerisinde parlamenter demokrasi, burjuvazinin iktidarını meşrulaştırma ve böylelikle toplumun diğer kesimlerine kabul ettirmenin en temel yoludur. Parlamenter sistemde toplumun önüne bir sandık konulur ve bu...

Paylaş

Kapitalist sistem içerisinde parlamenter demokrasi, burjuvazinin iktidarını meşrulaştırma ve böylelikle toplumun diğer kesimlerine kabul ettirmenin en temel yoludur. Parlamenter sistemde toplumun önüne bir sandık konulur ve bu sandığa oy atan yurttaşlar da demokratik bir düzen içinde olduklarını, kendilerini yönetecek kişilerin seçiminde ve dolayısıyla yönetimde söz hakları bulunduğunu zannederler. Sonra da seçtiklerini zannettikleri kişiler, kendi sorunlarına çözüm getirmeyip durumlarını daha da kötüleştirince, sistemin bütününü sorgulamak yerine yanlış bir seçim yaptıklarını düşünür ve bu yanlışı bir dahaki seçimde düzeltebileceklerini umarlar. Oysa aynı oyun, daha sonraki seçimlerde de oynanır ve oy sandığında “makus talihini” yeneceği umudunu sürdüren toplum kesimleri, yıllar ve yıllar boyu daha fazla acılar çekerek ömürlerini tüketirler.
22 Temmuz seçimleri vesilesiyle bu çok bilindik seçim oyununa bir kez daha tanıklık etme olanağı buluyoruz. Ancak bu kez oyun, toplumun farkına varacağı endişesi olmadan tüm açıklığıyla sahneye konuluyor. Zira oyunun planlayıcıları ve aktörleri, yıllardır apolitikleştirilmiş, ideolojisizleştirilmiş toplum kesimlerinin bu oyuna tepki göstermeyeceğinden öylesine eminler ki...
Şüphesiz yüzde 10’luk baraj bu seçim oyunun en bariz yönü. Bunun yanında milletvekili aday belirlemesindeki lider sultası da oyunun başka bir perdesi. Öte taraftan bağımsız adayların önünü kesmek için oynanacak oyunlar, seçmen kütüklerinin oluşturulmasındaki karmaşa ve oy sayımında her seferinde yaşanan, bu kez de tekrarlanacağına şüphe olmayan şaibeler de oyunun diğer perdelerini oluşturuyor.
Bu oyun tüm açık seçikliğiyle oynanırken liderler ve milletvekili adayları, toplumun gözünün içine bakarak demokrasiden söz ediyorlar. Zaten ekonomi ve diğer politikalar üzerinde birbirlerinden farklı söyleyecekleri bir şey olmadığı için demokrasi, bu seçimlerin en önemli ve belki de tek teması. AKP, demokrasi adına “sözde solcuları”, “sözde aydınları” vitrinine koyuyor. CHP yine bu amaçla sermayenin en önde gelen temsilcilerini, din adamlarını, listelerinde Meclis’e taşıyor.
Demokrasi adına pek gözde olan diğer bir gösterge de kadın aday sayısı. Listelerinde en çok kadını gösteren kimse, en demokrat olan parti o oluyor. Yine tüm partilerin ve bireysel olarak milletvekili adaylarının ortaklaştığı diğer bir gösterge de kimin daha fazla AB’yi savunduğu. AB’yi savunduğunuz ölçüde demokratsınız. Hele bir “AB demokrasisi, emekçilerin haklarını ortadan kaldırmayı meşrulaştıran burjuva demokrasisini temsil eder, o yüzden ben buna karşıyım” demeye görün. Antidemokrat damgasını öyle bir yersiniz ki sokağa bile çıkamazsınız.
Seçim oyununa ve onun içinde oynanan demokrasi oyuna bakıp da dün Evrensel’de yer alan PETKİM işçilerinin, Alsancak Limanı işçilerinin ve onlar gibi milyonlarca işçinin, emekçinin ‘özelleştirmecilere, emek sömürücülerine, soygunculara, yağmacılara oy vermeyeceğiz’ haykırışlarını ve bu haykırışların sandığa nasıl yansıyacağını düşünmemek elde değil.
Evet, yıllardır bu ve benzeri haykırışların sahipleri bu kez sandık başına gidince ne yapacaklar? Bundan önce olduğu gibi yine bu oyunun içine düşüp (sendikalarca da yönlendirildikleri) AB’nin görüntüsü altında bir kez daha mı aldatılacaklar, yoksa bu oyunu fark edip bu kez emeklerine, kendilerinin ve çocuklarının geleceklerine sahip mi çıkacaklar?
Gerçekçi olmak gerekir ki bu sorunun cevabı, geçmiş deneyimlerden de yola çıkılarak bakıldığında büyük ölçüde bellidir. Zaten tüm toplum kesimlerinin böylesine büyük bir oyun içinden, bireysel bir eylem olan sandık başındaki kararlarıyla sıyrılması beklenemez. Oyunun bozulması için sınıfsal çıkarlar doğrultusunda örgütlenmek ve öncelikle o örgütlenme içinde sınıfın gerçek çıkarlarının savunulmasını sağlamak gerekir. Unutulmamalıdır ki demokrasi mücadelesinin gerçek arenası, sermayenin oyun alanı olan sandık başı değil, emekle sermayenin gerçek anlamda karşı karşıya geldiği üretim ve hizmet sunum sürecidir. Bu nedenle oyunun 22 Temmuz’da bozulmasını beklemek hayalcilik olur. Ama buna karşılık 22 Temmuz, seçim ve demokrasi oyununun emekçi ve diğer sermaye dışı toplum kesimlerine gösterilmesi için bir fırsat olarak kullanılabilir ki bu da mücadele için hiç de küçümsenmeyecek bir adımdır…
Özgür Müftüoğlu
ÖNCEKİ HABER

Gara Memet’in öyküsü

SONRAKİ HABER

Tersanede gündem seçim

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa