08 Haziran 2007 00:00
GÖZLEMEVİ
30 Haziran akşamına kadar sürecek 35. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali, geçtiğimiz cumartesi akşamı başladı. Açılış konseri, programın tam kırk beş dakika sarkması dışında en küçük bir aksama olmadan başarıyla tamamlandı.
30 Haziran akşamına kadar sürecek 35. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali, geçtiğimiz cumartesi akşamı başladı. Açılış konseri, programın tam kırk beş dakika sarkması dışında en küçük bir aksama olmadan başarıyla tamamlandı. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) Başkanı Şakir Eczacıbaşı, 35. yılına kavuşan Uluslararası Müzik Festivalini Dr. Nejat Eczacıbaşının öncülüğünde, Cevat Memduh Altar, Vedat Nedim Tör, Bülent Tarcan, Ercüment Berker, Aydın Gün gibi kültür ve sanat adamlarıyla gerçekleştirdiklerini anlatmasından sonra, acı bir gerçeği İlk İstanbul Festivalinden bu yana konserlerin büyük bir bölümünü, bugün içinde bulunduğumuz Aya İrinide gerçekleştiriyoruz. Bu nedenle, Aya İriniyi 4. yüzyılda yaptıran İmparator Constantinusu ve kiliseyi camiye çevirmeden olduğu gibi bırakan Fatih Sultan Mehmedi selamlıyoruz. Başka bir deyişle, bu iki devlet adamı yıllardır en büyük mekân sponsorlarımız olmayı sürdürüyorlar diyerek ironi biçemiyle açıklaması gülmelerle, gülümsemelerle birlikte alkışlandı. Sponsorlara teşekkür plaketlerinin sunumu sırasında Bülent Eczacıbaşının ve Ahmet Kocabıyıkın diğer destekçilerden daha fazla ve daha yüksek alkış alması, doğrusu hiç mi hiç yadırganmadı. Haklarıydı.
Leyla Gencer de oradaydı
Gel gelelim, esas alkış fırtınası, bu yıl onur ödülüne değer görülen İdil Biret ve Ayla Erduranın yaşamlarından cımbızla seçilerek titizlikle hazırlanmış belgesellerinden sonra koptu. Alkış, ikisinin de anasının ak sütüydü, ama uluslararası başarı açısından İdil Biretin daha fazla hakkıydı diye düşündüm. Derken, ödülleri vermesi için Leyla Gencer sahneye çağırılmaz mı? Leyla Gencer Zeynep Oralın tanımlamasıyla içinin ateşiyle yeryüzünü tutuşturmaya hazır; acıyı ve sevinci, korkuyu ve öfkeyi, dostlukları ve ihaneti, aşkı ve nefreti, kendi özel bahçesinde yeşerten; güçlüklere, engellere, baskılara meydan okuyarak savaşmaktan yılmayan; yeryüzü uçurumlarını sınayan Leyla Gencer
Onlar, bunlardandır
Leyla Gencer 79 yaşının içindeydi ve sahnedeydi. Ödülleri verdi. Sarıldılar Öpüştüler... Ödüllerini, operaya yatırımın olmadığı bir ülkede yetişmiş bir Divanın elinden, gırtlağını kullanma tekniği opera literatürüne gencerate olarak geçmiş bir sopranonun elinden alışılmış mütevazılıkları içinde aldılar, yerlerine oturdular. Ben o sırada parıltıyı ve ünlü olmayı düşünüyordum. Biz sıradanlar da, dünyaya aynı tantana içinde gelmez miyiz? Analarımız, babalarımız bizim büyüyünce kahramanlar gibi dağları denizleri titreteceğimize kendilerini peşinen inandırmazlar mı? Gün be gün, nasıl ünlü olacağımızı için için hesaplamazlar mı? Oysa genç akıl, büyük yetenek ve çalışmaktır esas olan yaşamda. Daha ilk gençliğimde anladım ki, ancak onlar (yani Gencer, Biret, Erduran gibi olanlar) dört yanımızı saran temiz sulara, çirkefe ve sonsuz topraklara korkusuz bakmaktadırlar. O akşam sahnedeki Leyla Gencer, İdil Biret, Ayla Erdurana gelince, işte bunlardandılar.
Doğa, sanatçının kölesi mi?
On keman, iki viyola, iki viyolonsel, bir kontrbas ve klavsenden oluşan Yıldızlar Orkestrası, Mozartın Küçük Bir Gece Müziğinin başlangıcındaki marş vuruculuğundaki direngen allegro sınırlarında ilerlerken, Gencerin, Biretin, Erduranın sanat serüveninde kim bilir kaç ışığın kırıldığını, kaç hayalin uçup gittiğini ve üzüntü, sıkıntı haz duygusunun kim bilir kaç kez birbirleriyle çılgıncasına çarpıştıklarını düşündüm. Birinci ve ikinci kemanların birleşerek sundukları Re majör tonundaki ikinci ve üçüncü temalardaysa, doğanın düşünceye dalarak ve de sanatçının önünde diz çökerek: Sen bana yaşam, sen bana şan, sen bana yıldızsın diye inlemesini düşlemekteydim. Doğa, sanatçının kölesiydi. Bu düşümü sevdim.
Bachın ve yorumcularının bana ettikleri
Sonrasında Ayla Erduran, Yıldızlar Orkestrası eşliğinde ve Cihat Aşkın-Özcan Ulucan ikilisiyle birlikte sahneye geldi. Bachın Üç Keman İçin Re Majör Konçertosu Erduranın, Aşkının, Ulucanın kemanlarının inen çıkan yaylarından üretilen simetrik olmayan tek sesli tema daha sonra ayrıntılı bir biçimde duyulurken, düşlemekte olduklarımın yüksek gururu yukarı tırmandı, kendisini seçen tanrıyı korkusuzca alt etti. Yukarıdan aşağı inen haykırış, ölüm karşısında o kadar büyüktü ki, gücümüze güç kattık. Allegro bölümünün akıcı temposu içinde üç solist de değişik roller üstlendiler. Kaldı iş virtüöziteye. Partiler berraklaştı, yapıt dinleyicinin düşünme gücünü yırttı, kafalarına vurdu, beyinlerinde şimşekler çaktırdı ve içlerini yaktı. Bütün bunların, akşamın yıldızları altında, fazla gecikmeden, müzik tutkunları için pırlanta ışıklar saçarak sessizce birleştiklerini duyumsadım: Parıltı ve ün, haz ve ıstırap, rüya ve ölüm Ben bu işin gizini, gizemini işte böyle çözdüm.
İdil Biretin doruk yolculuğu
İdil Biret, 11 yaşındaki yetenek Mertol Demirelli ile birlikte Bachın İki Piyano İçin Do Minör Konçertosunu çaldı. Kendimi yapıtın armonik şemalarına ve tempo başlıklarına kaptırmışken, aklım, bütün teknik sorunlarını çözmüş uluslararası marka İdil Biretin tuşelerindeydi. Adagio bölümünde geniş tutulmuş ezgiler içinde Bachın renkleriyle, düşüncelerinin derinliğiyle ilgilendi. Sanki yeni yeni bir şeyler keşfediyor gibiydi. Hiç de skolastik değildi. Tekste bağımlı kaldı kalmasına da, ötesine geçip üstüne çıkmayı da bildi. Önce noktayı saptadı, gitti, gitti, gitti, ritimde akıcı ve duygulu şarkılar dile getirilirken doruku buldu ve yerleşti. O doruktan eğilerek bütün ses dinamiklerini yerleştirdi.
İdil Biretin yanı sıra, alkışlarımızın bir bölümünü de gencecik yetenek Mertol Demirelliye gönderdik. On bir yaşındayken ünlü piyanist Wilhelm Kempfle birlikte Mozartın İki Piyano İçin Konçertosunu çalmış olan İdil Biret için, cumartesi akşamı on bir yaşındaki Türk meslektaşıyla çalmış olmanın keyif derecesini oranlamak ya da en azından oranla ilgili tahminde bulunabilmek gerçekten zordu.
Konserin sonu
Açılış konserinin son bölümünde Hakan Şensoyun düzenlemesiyle çalınan Nicolo Paganininin Virtüöz İçin Yazılmış Çalgı Parçası anlamına gelen Moto Perpetuosu pek beğenildi. Rivayet olunur ki, keman çalma tekniğinde devrim sayılabilecek buluşlarıyla mükemmel bir teknik geliştirmiş olduğu bilinen Paganini, bestesi Moto Perpetuoyu üç dakikada çalmıştır ve bu süre, dakikada 1008 nota basabildiği anlamını taşımaktadır. Geceyi alkışlarla ve bisle bitiren parça ise Peter Heidrichin Happy Birthday Çeşitlemeleri oldu.
Diğer konserler
Festivalin primadonnası Angela Gheorghiunun konseri bilemediğim bir nedenle 17 Hazirana ertelendi. Dün akşamki Bachın Goldberg Çeşitlemelerineyse gidemedim. Aşk olsun, gidebilmiş olsam sizlere müthiş sanatçı olarak adlandırılan Mischa Maiskynin viyolonselini, günümüzün tüm seçkin orkestralarıyla çalmış Julian Rachlinin kemanını, hayranlık uyandıran yorumlarından sıkça söz edilen Maxim Rysanovun viyolasını anlatmaz mıyım? J.S. Bachın 1740 yılında Rus Büyükelçisi Kont Carl Von Keyserlingkin uykusuz gecelerine çare olmak amacıyla klavsen için bestelediği Goldberg Çeşitlemelerinin yaylı çalgılar üçlüsü için yepyeni düzenlemesinden söz etmez miyim hiç?
İyisi mi, siz bu akşam her şeyi bir tarafa bırakın, genç İngiliz Şef Joseph Wolfe yönetimindeki Borusan Oda Orkestrası eşliğinde Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrasının viyolonsel grup şefliği görevinin yanı sıra, solistlik kariyerine de devam eden genç kuşağın en başarılı temsilcilerinden Viyolonselist Çağ Erçağı dinleyin. Biletleri mi sordunuz? 60, 40, 30 YTL. Öğrenci 15 YTL. E, daha ne diyeyim?
Üstün Akmen