10 Haziran 2007 00:00
evrensel olmak
girit bizim canımız feda olsun kanımız
29 Nisan 2007 günü Cumhuriyet gazetesi, bir gün önce Tandoğan Meydanında düzenlenen bir mitingin haberini veriyordu beş sütun üze-rine: Kerkük Türkün namusudur.
Irak Türkmen Cephesinin (ITC) 12. kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen mitinge; BBP Genel Başkanı ile yardımcısı, Bask Genel Başkanı, AKP Balıkesir Milletvekili, Türk Metal Sendikası Başkanı, DSP, İP, Hür Parti ve Bağımsız Türkiye Partisi temsilcileri katılmış. Üç sütunluk fotoğrafın altında da yüzlerce kişinin katıldığı miitingde, BBP ile MHPliler arasında gerginlik yaşandığı yazılı.
Gazeteye göre mitingde söylenen bazı sözlerden ve açılan pankarttan seçmeler:
Kerkük namusumuzdur, Türk milletinin namusudur, Musul, Kerkük Türktür, Türk Kalacaktır, Bir gece ansızın gelebiliriz, Hepimiz Tel Aferliyiz, Hepimiz Kerküklüyüz, Osmanlı ruhu geliyor.
...
Milliyet gazetesi dış politika yazarlarından Semih İdizin Milliyet Kitap Ekinde (Mart 2007) zengin bir literatür ve bölgeden getirdiği taze izlenimlerle kaleme aldığı Kerkük Muamması yazısı, konuyla ilgilenenler için oldukça aydınlatıcıdır. (Ayrıca İdiz, yazısının yanı başına doğrudan Kerkük, Türkmenler, Kürtler ve Irak üzerine çok yararlı on bir kitaplık bir Okuma Listesi de eklemiş.)
Yazarımız, bu yılın başında sorunu yerinde incelemek için gittiği bölgede genel olarak Kuzey Irakta, özel olarak da Kerkükte karşılaştığımız tarihi ve güncel gerçeklerin Ankaradan göründüğü gibi olmadığı, hatta Türk kamuoyunun birçok açıdan bu konuda doğru bilgilendirilmediğini gördük diyor. Ayrıca ilginç bir noktaya da değiniyor Semih İdiz. Nüfusunun üç milyon olduğu savlanan Türkmenler, Aralık 2005te yapılan genel seçimlerde 275 koltuklu Irak meclisine ancak 9 milletvekili göndermiş. Yazarımıza göre bu Türkmen milletvekillerinin sadece birisinin, Türkiyede bütün Türkmenleri temsil ettiği sanılan Irak Türkmen Cephesinden (ITC) olması, beşinin Şii Arapların listesinden, ikisinin ise Sünni Arapların listesinden seçilmesi bile durumun hiç de sanıldığı gibi olmadığını gösteri-yordu. Sonuçta iki noktaya dikkatimizi çekiyor Semih İdiz: Birincisi Şii Türkmenler olgusunun Türkiyede fazla bilinmediği, ikincisi Türkiye ile yakınlığı bilinen ITCnin sadece bir bölüm Türkmeni temsil ettiği ve Kerkük dışındaki çoğu Türkmenin tercihi olmadığı gerçeği
Bu çerçevede diyerek sürdürüyor Semih İdiz, Yerel Kürdistan yönetiminin denetiminde bulunan Erbilde yaşayan ve sayılarının 300 bin olduğunu belirten Türkmenlerin, ITCnin tam aksine, Kerkükün Kürt bölgesine bağlanmasını istediklerini bizzat kendi temsilcilerinin ağızlarından işittik.
Bölgeye ilişkin epeyi öğretici olan bu kapsamlı yazının bir yerinde; Türkmenler, Saddamın zulmü sırasında inlerken, Türkiyeden hemen hemen hiç ses çıkmamış olmasını da büyük bir buruklukla anımsıyorlar.
...
Akşam gazetesinin muhabiri Özlem Temiz, Irakın Kürt kökenli başbakan yardımcısı Berham Salihe soruyor: Peki, diyelim ki Türkiye Kerkükteki gidişta dur demek istedi ve sınır ötesi bir operasyon başlattı. Ne yapacaksınız o zaman? Kimseden korkumuz yok. Türkiye böyle bir şey yaparsa sonuçlarına katlanır... Ülkemizin içişlerine karışılmasına sessiz kalmayacağız tabii ki... (Akşam, 5 Mayıs 2007)
Ya Taksim, ya ölüm!
1950lerin başında Türk medyası ve kimi politikacılar, ne hikmetse, birdenbire Kıbrısı keşfetti. Bu işin başını Hürriyet gazetesi çekti. Belki bu yüzden; çok kimse, doğma büyüme İstanbullu bir aileden gelen Sedat Simavinin (1898-1953) Kıbrıslı olabileceğini düşünüyordu.
O yıllar için oldukça etkili bir slogan da bulunmuştur: Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır!
Üç beş yıl sonra ne olduysa; belki de Kıbrısın tümünü gözümüz yemedi, ardından yeni bir slogan ortaya çıkarıldı: Ya Taksim ya ölüm!
Şimdilerde de Kerkük Türktür, Türk kalacaktır. Türkiye laiktir laik kalacaktır sözleri kulağımda çınlarken bunları anımsadım.
...
Bir şeyi daha anımsadım. Bundan tam elli yıl önce; Ulusta, Devlet Tiyatrolarının bulunduğu Gençlik Parkına bakan Vakıflara ait binalardan birinde, Maliye Bakanlığının (şimdi adını anımsayamadığım) fazla perso-neli olmayan bir genel müdürlüğü vardı. Genel Müdür Mehmet Ertuğruloğlu Kıbrıs kökenli idi. (Daha sonra KKTCnin Ankaraya gönderdiği ilk büyükelçi oldu.) Hemşehrim ve arkadaşım Mete Buharalı (1937-1997) burada özel kalemde çalışıyor, ayrıca Ankara Hukukta öğrenciliğini sürdürüyordu. Arada bir görmeye gidiyordum. Bir keresinde Metenin odasındaki bir koltukta otuzlu yaşlarında, güçlü kuvvetli birini gördüm. Sol gözü bantlıydı. Mete, duyulur duyulmaz bir sesle bana arkadaşı tanıştırdı. Kıbrıstan gelmiş. Genel müdürle görüşmek istiyor. Odada üç kişiydik. Meteyle ordan burdan konuşuyorduk. Derken Kıbrıslı konuğumuz, oturduğu yerden parladı üstümüze. Sanki Meteyle benim kişiliğimde cümle mitingçileri sorguluyordu: Nereden çıkardınız yahu Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır! Ya Taksim ya ölüm! Ben Kıbrısta limanda tahmil tahlisiye (yükleme ve kurtarma) işçisiyim. Cebimde İngiliz pasaportu var. Gül gibi geçinip gidiyordum. Bakın işte, sizin yüzünüzden bir gözümden de oldum!
Şaşırıp kaldık ama bir şey diyemedik. O sıra telefon çaldı. Genel Müdür Ertuğruloğlu konuğu içeride bekliyordu.
Yarım yüzyılı geçti; ne güzelim Kıbrıslılar doğru dürüst gün gördü, ne de bu yakadaki kurtarıcıları... Geçen bu süre içinde hemen bütün iktidarlar, öyle ya da böyle Kıbrısı iç politikaya malzeme yaptı. Hatta otuz küsur yıl önce, CHP-MSP ortaklığında, Kıbrıs yeni baştan fethedilmeye gidildi. Adaya yaklaşırken birtakım talihsiz olaylar da yaşandı. Ayrıca Amerikaya rağmen hareket edildiği için çok uzun yıllar sürecek silah ambargosu uygulandı ülkemize. Dünyanın bildiğini burada saklamanın alemi yok herhalde. Kurulan KKTCyi (yazıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) sadece Pakistan ya da Afganistan tanımıştı diye biliyordum. Meğer onlar da tanımamış. Şimdi Kıbrısta gelinen durumu ise okuryazar herkes biliyor olmalıdır.
Sınırın ötesine geçmek...
Sınır ötesi operasyon hevesi bizim için pek de yeni olmasa gerek. Altmış küsur yıl önce geçen bir olayı, (üçüncü ağızdan) nakletmek istiyorum.
İkinci Dünya Savaşı bütün şiddetiyle sürüyor. Hitlerin ordusu Moskova önlerinde Birçok bölge ülkede olduğu gibi, bizde de o sıra nazi sempatizanı (yani antikomünist) asker, bürokrat kadar gazeteci ve yazar da vardır. Ordumuzun tepesindekiler Cumhurbaşkanı İnönüye bir şekilde duyurmaya çalışır: Hazır Almanlar bu kadar ilerlemişken, biz de Kars tarafından cephe açalım Sovyetlere. İnönü, bu şahin generallerini Kayseride bir toplantıya çağırır. Hoşbeşten sonra bu gözü kara askerlere çok sade bir ev ödevi verir: Buradan Karsa, Karstan Moskovaya gidecek askerimizin sayısı ne kadar olmalıdır? Götürülecek askerimizin gereksinmesi olan lojistik malzeme ile teçhizatı tamamlayacak silah durumumuz nedir?
Ertesi gün, daha ertesi gün ve hiçbir gün şahinlerimizden bu konuda bir haber gelmemiştir.
Not: Babasından (İsmail Hakkı Tonguç) naklen oğul Dr. Engin Tonguç yıllar önce anlatmıştı.
...
Sevgili Işık Kansu, Cumhuriyetteki köşesinde Zor Sorular başlığı altında sesli düşünüyor:
Irakın kuzeyine girmek mi istiyoruz, yoksa itiliyor muyuz? Sınırımızı kollamak mı çıkarımıza, yoksa onun ötesine geçmek mi? Hangisi? (28 Mayıs 2007)
...
Bilindiği gibi artık savaşa yalın kılıç Allah! Allah naralanmasıyla gi-rilmiyor. Çağımızın en haksız savaşlarından birinin yaşandığı Irakta, dünyanın en güçlü ve en acımasız devleti ABD bile rezil rüsva oldu. Yurtta barış dünyada barışın inanmış ve vazgeçilmez bir tarafı olarak, ülkemiz insanına ve dünya halklarına hâlâ çok hizmet edebiliriz.
Remzi İnanç