13 Haziran 2007 00:00

UZUN MESAFE

Heredot’u okumak biraz masal biraz gerçek ama ülkemizin şimdiki zamanında bir türlü olağanlaşamayan illerimizin olağandışılaştırılan yaşamlarının izini sürmek yürek yakıyor. Koşullar Heredot’un anlatımından da geriye düşüyor bazen..

Paylaş

Heredot tarihini okuyanlar bilir. Döneminin İran’ından bahsederken tedavi olamayan hastaların yatağıyla birlikte yakınlarınca yola konduğu, gelen geçenlerin geçmiş olsun temennileri arasına sıkıştırdıkları “nesi var” cümlesi ardından benzer hastalıklardaki deneyim aktarımlarının tedavide dikkate alındığı aktarılır.
Heredot anlatımında bir şehirden bahsetmediği için Anadolu’nun coğrafi yakınlığı olan illerinde de ikibin küsur yıl önce benzer yaklaşımlardan söz edilebilir diye düşünüyorum. Peki hastalar neden hekim olmayanların görüşlerine itibar etme gereksinimi duyarlar? Bu sorunun yanıtı sanırım insanlık tarihi boyunca pek değişmemiştir ve cevabı aslında her birimizin yaşamında saklıdır.
Olağandışı durumlarda sağlık ve hastalık ilişkisi yeterli organizasyon sağlanamadığında bizi Heredot’un anlatımlarındaki koşullara sürüklüyor. Geçen hafta üç kentte tanımlanan fiili durum bana 1997 yılında o bölgede geçici olarak görevlendirildiğim Kızılay Sahra Hastanesi deneyimlerini hatırlattı. Birkaç olguda hastamı sevk etmek istemiştim. Tüm branşlarda hekim görevlendirilmesine karşın laboratuarı işletilmeyen sahra hastanesinin ilkelleşen koşulları hastam adına beni kaygılandırmıştı. Bir ilçede hizmet sunulmasına karşın bağlı olan ilde tek bir pratisyen hekimin görev yaptığını, komşu illere sevkte güvenlik amaçlı yer yer beş on kilometrede bir kontrol aramalarının varlığını ve izin alınması zorunluluğunu öğrendiğimde ise nedense şaşırmıştım. İçlerinden birisi kalp kriziydi ve sevk etmekten vazgeçmek zorunda kalmıştım.
İşte o zaman da bugün olduğu gibi aklıma Heredot’un hasta anlatımı gelmişti ve tesadüfen biz olmasaydık hele bir de hasta sosyal güvencesi olmayan biriyse hali nice olurdu diye kaygılanmıştım.
Heredot’u okumak biraz masal biraz gerçek ama ülkemizin şimdiki zamanında bir türlü olağanlaşamayan illerimizin olağandışılaştırılan yaşamlarının izini sürmek yürek yakıyor. Koşullar Heredot’un anlatımından da geriye düşüyor bazen. Hekim yok, sevk engelli, yatağı yola koymak ise kimin haddine!
...
Hastalık ve korku

Her şey yolunda gidiyor sanırken bir anda kalıcı bir hastalık tanısı almak kolay olmasa gerek. Giderek kanıksanan hipertansiyonda bile yaşamınıza bir yığın müdahale söz konusu. Düzenli tansiyon takibi, diyet değişikliği önerileri, stresten uzak durmaya çağrı, sürekli bir ilaca bağımlılık, egzersizi de içeren yaşam tarzı değişiklikleri, eşlik edebilecek ek hastalıklar bir yana sohbet konularınız bile değişiyor. Tanı şeker hastalığı ise tanı süreci duygulanım boyutuyla daha da çetrefil bir hal alabiliyor. Bu hastalık nedeniyle “diyabet yılgınlığı” ve “diyabetle başa çıkamama” gibi terimler ilgili sorunları tanımlamak adına tıp literatürüne girmiş durumda. Yine hastalığa bağlı gelişebilecek organ hasarı olasılığı gelecekle ilgili kaygıya dönüşebiliyor. Yapılan bir çalışmada hastalar korku ve endişelerini bakın nasıl tanımlıyorlar:
“-Hastalığa yakalanmış olma kaygı ve suçluluğu
-Hastalığı ile yaşamaktan korkmak
-Yemek yemekle ilgili sürekli endişe duymak
-Yiyecek karşısında kendisini mahrum hissetmek
-Hastalığı ile birlikte yaşamak konusunda kendisini çökkün hissetmek”
Tüm bunları okuyunca çözümü hemen bir psikologda aramayın derim. Öncesinde hepimizin yapacağı çok şey var. Hasta yakını olarak anlamaya çalışmak ama hepsinden önemlisi dinlendiğini hissettirmek, onu konuşup paylaşmaya teşvik etmek son derece önemli. Gerektiğinde ise psikolojik danışmanlık ihmal edilmemeli. Koşulları uygun olanların Diyabet Cemiyeti’nce düzenlenen kamplara katılmaları yapılabildiğinde şüphesis iyi bir sosyal destek sağlıyor.
...
Seçim süreci ve sağlık

2006 Nisan ayında İzmir kendince oldukça katılımcı bir organizasyonu gerçekleştirmişti. Ülke genelinde TTB, DİSK ve KESK tarafından düzenlenen GSS başlıklı referanduma bizler aile hekimliğini onaylıyor musunuz sorusunu eklemiştik. Beşyüz bini aşkın İzmirli hayır demişti. O dönemde belediye otobüslerine asılan afişlerde yer darlığından kurum adlarının tamamına yer verilememişti. Kimler yoktu ki! AKP, MHP, SP dışındaki siyasi partilerin tamamı, Hak-İş dahil tüm işçi sendikaları, memur sendikaları, meslek odalarının tamamı, birçok dernek ve inisiyatif, belediye başkanları, rektörler, İl Genel Meclisi Başkan ve üyeleri vd… Hatta ANAP ve DYP gibi partiler belki de sırf kentten uzağa düşmemek adına parti programlarının aksine ayrı basın açıklamaları ile gerek GSS gerekse aile hekimliğine karşı olduklarını açıklamışlardı.
Ülke erken seçim sürecine girdiğinde bir tesadüf İzmir’de aile hekimliğine geçilmiş oldu.
“Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmanın” mitingle test edildiği kent salt laiklik ekseninde tutularak yorgun ve dalgın kılındı. Şimdi SES sendikası, Pratisyen Hekimlik Derneği ve parti programları neoliberal politikalara karşı oluşturulmuş sol partiler dışında duyarlılığını sürdüren yok.
Seçim ve halkın hesap sorma zamanı cümlesi ise yaşadıklarımızdan sonra anlamsızlaştı. Özeti oluşturulan turuncu iklim sağlık ve sosyal güvenliğe dair ortaklaştırılmış itirazı hatırlanmaz hale getirdi. Bir başka yorumla İzmir’de daha sık duyulan “söz konusu vatan ise gerisi teferruattır” cümlesi sağlık ve sosyal güvenlikteki yıkımı bir teferruata indirgedi. Öyle olmadığını göstermek ise bizlere düşüyor. Sağlıcakla kalın!
Dr. Zeki Gül
ÖNCEKİ HABER

Cenaze protestoları medyayı ürküttü

SONRAKİ HABER

Light yalanlara kanmayın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...