17 Haziran 2007 00:00

işçi mücadelesinde iki büyük gün

Taban söz ve karar sahibiydi. İşçiler ne yapacağını biliyor ve bu bilinçle birlik içerisinde, birbirinden kopmadan hareket ediyordu. Hedefi vardı. Bu hedefe ulaşmak için her şeyi göze almıştı.

Paylaş


- O dönemin öne çıkan somut koşulları nelerdi?
- Taban söz ve karar sahibiydi. İşçiler ne yapacağını biliyor ve bu bilinçle birlik içerisinde, birbirinden kopmadan hareket ediyordu. Hedefi vardı. Bu hedefe ulaşmak için her şeyi göze almıştı.
Bu sözler, işçi sınıfının 1970’te gerçekleştirdiği büyük mücadelesi, 15-16 Haziran direnişinin içerisinde aktif görev almış Celal Alçınkaya’ya ait. Alçınkaya o zamanlar, Silahtar’da bulunan Rabak Elektrolit Bakır Fabrikası’nda işçi olarak çalışıyormuş. Burada örgütlü bulunan DİSK’e bağlı Maden-İş Sendikası’nın baştemsilciliğini yapan Alçınkaya’nın bahsettiği hedef, yükselen sınıf hareketini etkisizleştirmek için patronların baskısıyla Meclis’ten geçirilmek istenen Sendikalar Yasası’dır. Bu yasayla işçilerin toplusözleşme, grev gibi haklarına kısıtlama getirilmekte, sosyal hakları ellerinden alınmak istenmektedir. Yasanın çıkması durumunda karşılaşacakları sonuçları iyi bilen işçiler, her ne pahasına olursa olsun karşı koyacaklarını, sendikaları aracılığı ile kararlaştırmıştır.

Direniş ağır basıyor
Uzlaşmacı, bürokratik sendikal anlayışa karşı işçilerin kendi inisiyatifleriyle karar aldıkları ve bunu hayata geçirdikleri bir dönemin üzerinden kurulan DİSK içerisinde örgütlü olan işçiler, taban olmanın sorumluluğu ile hareket etmektedir. Sendikalar Yasası Meclis gündemine getirildiğinde, DİSK merkezinin çağrısıyla Merter’de bulunan Lastik-İş binasında sendika başkan ve yöneticilerinin yanı sıra işyeri temsilcilerinin de bulunduğu bir toplantı yapılır. Bu toplantı öncesinde DİSK başkanları, Cumhurbaşkanı, milletvekilleri, meclis başkanı ve parti genel başkanlarıyla görüşmeler yapmış, bu görüşmelerden olumsuz sonuçlar almışlardır. Bunun üzerine 14 Haziran’da yapılan toplantıda, yasayı protesto etmek ve bu yasanın Meclis’ten geçmemesi için iş bırakma eylemi yapılması kararlaştırılır. 17 Haziran’da Taksim Meydanı’nda kitlesel eylem yapılması da alınan kararlar arasındadır. Bunun dışında başka hiçbir yan hareket olmaması da istenmektedir. Toplantıda, işçiler tarafından çekilecek telgraflar ve sendikaların yayın organları yoluyla tabandaki işçilerin bilgilendirilmesi gibi öneriler de vardır. Ancak işçiler direnişten yanadır ve bu karar ağır basmıştır.
DİSK merkezinde yapılan toplantının ardından, Kocaeli ve İstanbul’dan toplantıya katılan belirli büyük fabrikaların işyeri temsilcileri, kendi aralarında o gece toplantı yapar. Alınan kararlar değerlendirilir, nasıl uygulanacağı konuşulur. Bu toplantıyı, 15 Haziran sabahı işçilerin birlikte hareket edebilmek için yaptıklarını anlatan Celal Alçınkaya, “Şimdi yukarıda karar alındı, bunu uygulamak da oradaki işyeri temsilcilerine düşüyor, sendika adına. Biz de bu işe güvendiğimiz için anlaşmamız iyi olmuştu. Yani anlatılan yasa, bize ileride zarar verecek, kazanılmış haklarımız elimizden alınacaktı; alınmaması için de ona tepki göstermek lazımdı. Tabii o zaman işçiler de güveniyordu bize.”

15 Haziran sabahı
Demirdöküm, Rabak, Elektro Metal, Sungurlar fabrikaları, Silahtar’da bulunan önemli ve büyük fabrikalardır. 15 Haziran sabahı alınan karar gereği gece vardiyasından çıkan işçilerle, vardiyayı teslim alacak olan işçiler birleşerek üretimi durdururlar. Rabak’ta işçilere seslenen Alçınkaya, yasa geri çekilene kadar üretime geçmeyeceklerini, eylemlerinin süreceğini duyurur. Bütün işçiler bu kararı uygulayacaklarını söyler. Silahtar’da bulunan diğer fabrikalar da bu kararı hayata geçirir. Alçınkaya, sabah saat 08.15’te yüksek bir tepeye çıkıp baktığı zaman, hiçbir fabrikanın bacasının tütmediğini görür. Katılım tamdır.
Saat 10’a doğru başka fabrikalardan gelen haberler, bazı işyerlerinde işçilerin dışarı çıkıp yürüyüşe geçtikleri yönündedir. Alçınkaya, “Bu arada yer yer polis ve askerle çatışmaların olduğunu duyduk. Ancak bizim işçiler o gün yürümedi. Bu arada Demirdöküm, Elektrometal ve Sungurlar fabrikalarından temsilciler ve işçiler bizim fabrikaya geldiler. Ben de diğer fabrikaları ve çevreyi gezdim. Öğleye doğru Eyüp ve Silahtar bölgesinde yürüyüşler oldu. İşçi arkadaşlar, ellerinde pankartlarla çevrede yürüyüşler yaptılar” diye anlatıyor o günü.

‘İşin rengi değişti’
Silahtar’da bunlar yaşanırken, diğer taraftan da Maltepe’de bulunan Başbakan Süleyman Demirel’in kardeşi Şevket Demirel’in ortak olduğu Haymak Fabrikası işçileri fabrikayı işgal etmiştir. Kocaeli’nden işçiler de yürüyüşe geçerek bu yöne doğru gelmektedir. Bu esnada gözaltına alınan bir işçi, polisler tarafından Kartal Maltepe’de bulunan 2. Zırhlı Tugayı’na getirilmektedir. İri, pos bıyıklı olan işçi, nizamiye kulübesinde, “Stalin’den aldığın rubleleri ne yaptın” diye sorgulanmaktadır. İşçi de “Ne rublesi ya? Ben Türküm ve Müslümanım” diye karşılık vermektedir. İşçi, dövülerek işkenceye maruz kalmaktadır. Haymak Fabrikası işgalini bastırmak için görevlendirilmiş genç bir subay, bu görüntüye dayanamayarak oradan uzaklaşır. Bu genç subay, bir sonra Kurbağalıdere’de Kocaeli ve Maltepe bölgesinden gelen işçi kortejini engellemek için 1. Ordu Komutanı General Vahit Güneri tarafından verilen ateş emrini yerine getirmeyen Atilla Özsever’den başkası değildir. O zaman 22 yaşında olan Özsever, 2. Zırhlı Tugay Mekanize Piyade Taburu 1. Bölük takım komutanıdır. Askeri kariyerlerle Haymak Fabrikası’na tertibat almak için giden Özsever, o günü şöyle anlatıyor: “İşçiler başlangıçta, bizi ‘ordu millet el ele’ diye alkışladılar. Ondan sonra fabrikanın etrafını çevirince tabii işin rengi değişti. Niyetimizi anladılar, destek verecek mi ne sandılar. Biz fabrikada bir hareketlenme olduğu için fabrikanın etrafını çevirdik. O arada hatırlıyorum, gençten bir arkadaş, kariyerin üstüne fırladı. Ben de onun üstünde duruyorum. Yakasını bağrını açtı. ‘Beni vurun’ diye bağırdı. Ben öyle bir niyetimizin olmadığını söyleyerek yatıştırdım. O gün öyle geçti, sonra biz tekrar kışlaya gittik. O gece ilginçtir. Dışarıda çadırlarda yattık. Herhangi bir şey olursa hemen müdahale edelim diye.”

Türk-İş üyesi işçiler de katıldı
Her yerde işçilerin üzerinde polis ve asker tarafından yoğun bir baskı olmasına rağmen, öğrencilerin ve halkın yoğun desteğinin yanı sıra Türk-İş üyesi işçilerin de desteğiyle büyük bir güç oluşturan işçiler, kararlıdır. Alçınkaya, işçilerdeki hareketliliğin durdurulamaz olduğunu söylerken bir anısını anlatıyor: “Şimdi Demirdöküm, Sungurlar işçileri; Silahtara’dan, Gaziosmanpaşa’dan Topçular, oradan Edirnekapı’dan yürüyerek geri fabrikalara dönüyorduk. Eyüp’e geldik. Eyüp’ten karakolun önünden geçiyorduk. Bu sırada 2-3 kişinin içeriye alındığını söylediler. İşçiler olduğu gibi oturdular oraya. ‘Arkadaşlarımızı almadan gitmeyiz’ diyorlar. Oranın emniyet amiriyle konuştuk. ‘Olay çıkartma, selin önüne geçebilir misin’ dedik. İşçileri bırakmak zorunda kaldılar.”

Ve 16 Haziran
Sabah vardiyasına gelen işçiler, kartlarını bastıktan sonra dışarıya çıkar ve Silahtar bölgesindeki bütün fabrikaların işçileri bir araya gelerek ellerinde pankartlarla Kağıthane’ye doğru yürüyüşe geçer. Kortejin her geçtiği yerden, fabrikalardan işçiler onlara katılmaktadır. Bölgedeki bütün fabrikaların katılmasıyla oldukça büyük kalabalık bir kitle haline gelen işçilerin yürüyüşüne, Türk-İş üyesi işçilerin bulunduğu fabrikalar da işi bırakarak katılır. İşçiler, coşku içinde sloganlar atarak hükümetin istifasını istiyordur. Silahtar bölgesindeki işçilerin amacı, Beyazıd’a kadar yürümek ve diğer bölgelerden gelen işçilerle birlikte büyük bir gösteri yapmaktır. Bu sırada diğer bölgelerde çatışmalar çıkmıştır ve yaralılar vardır. Galata Köprüsü açılarak geçiş engellenmiş, vapur seferleri iptal edilmiştir. İşçilerin ilerlemesini engellenmek için daha birçok önlem alınmıştır. Edirnekapı surlarının girişinde askeriye barikat kurmuş, ancak bu barikat aşılmıştır. Barikatı aşanların önünde bir kadın işçi vardır. Kocaeli bölgesinden gelen işçilerin önü de Atilla Özsever’in komutasındaki askerler tarafından Kurbağalıdere Köprüsü’nde kesilmiştir. Burada da barikat aşılmıştır ve yine en önde kadın işçiler vardır.

Sıkıyönetim
Yasaya karşı başlangıçta Merter’deki toplantıda iş bırakma ve 17’sinde Taksim’de miting düzenleme kararı işçiler tarafından bozulmuş, kendi inisiyatifleriyle iki büyük güne imza atmışlardır. Gelişmeler üzerine 17 Haziran’da miting iptal edilir. Topkapı’da, Kadıköy’de, Levent’te büyük çatışmalar olmaktadır. Çatışmalarda ölenler olmuştur. Yasa geri çekilir. Sıkıyönetim ilan edilir. Birçok sendikacı, işçi önderi gözaltında işkencelerden geçirilir. Son yılların yetiştirdiği ileri işçi kuşağını, polis sorgulamaları cezaevlerinden geçirmiş ve büyük bir işten çıkartmalarla yüzlerce işçi önderi sokağa atılmıştır. Meclis’le yapılamayan sıkıyönetimle yapılmıştır.

Sınıf dayanışması
Alçınkaya ve arkadaşları, sıkıyönetime rağmen Silahtar bölgesindeki fabrikalarında direnişlerini sürdürürler. 18 Haziran’da garnizon komutanı, yanındaki yüksek rütbeli subaylar ve emniyet görevlileri ile fabrikaya gelir. “Beni çağırıp işçilere işbaşı yaptırmamı istediler. Ben kendisine ‘Buyrun, siz söyleyin de çalışsınlar’ diye cevap verdim. Komutan ‘Neden çalışmıyorsunuz’ diye sorunca, bütün işçiler ‘Kanun değişsin, yöneticilerimiz serbest bırakılsın’ diye cevap verdiler. Komutan şaşırmıştı. Beni ve diğer temsilcileri bir odaya kapatarak ‘tutuklu olduğumuzu’ söyledi. Kapıya da iki er koydurttu. Bizi kapattıktan sonra yeniden işçilerle görüşmeye gitmiş ama işçiler yine işbaşı yapmamışlardı. Sonunda bizi serbest bırakmak zorunda kaldılar” diye o günü aktaran Alçınkaya, direnişlerinin 8 gün sürdüğünü belirtiyor. O günlerde eğitim seviyesinin oldukça düşük olduğunu ifade ediyor Alçınkaya. Kendisi de ilkokulu bitirmemiş. Ancak sendikanın eğitim fonu sayesinde geniş bir eğitime tabi olduklarını dile getiriyor. Bununla birlikte kararlı bir hareketin içinde olunca da eğitimlerin somutlaştığını ve bunun üzerinde de birçok kadronun yetiştiğini aktaran Alçınkaya, bu kadroların sadece kendi bölgelerindeki değil başka illerdeki fabrikaları örgütlemeye gittiğini ifade ediyor. Bugünün olanaklarının daha fazla olduğuna değinen Alçınkaya, işçiler arasındaki dağınıklığı eğitimin olmayışı, sendikaların güven vermemesi, işçilerin arasındaki kopukluğu giderebilecek bir gücün olmamasına bağlıyor. Eskiyi özlemle anarken bugünün gençleri, aydınları, sendikacılarından umutsuz olmadığını belirterek şunları söylüyor: “Sınıf dayanışması her şeyin önündedir. Kazanım bununla olur. Yeter ki bunun zeminini oluşturun.”

hayatını değiştirdi
Sosyalist fikri kitaplardan benimsemiş Özsever’in, işçi sınıfıyla ilk sıcak teması burada gerçekleşir. Özsever, bu teması hayatının dönüm noktası olarak niteliyor. O gün işçilerle karşı karşıya gelmesi ve sınıf bilincinin düşüncesinde somutlaşması, bugüne kadar sınıf hareketinden kopmamasını sağlamış. 12 Mart 1971 darbesinde Kara Kuvvetleri Devrimci Subaylar Örgütü davasından yargılanan Özsever, iki buçuk yıl hapis cezası alır. Daha sonra da resen emekli edilir. Sivil hayatta gazetecilik yapmaya başlayan Özsever, halen kendi görüşünü dile getiren yazılar yazıyor. 1993’ten 2000’e kadar Milliyet’te, “Emek ve İnsan” başlıklı bir sayfa hazırladı. Daha sonra sayfanın kaldırılmasıyla bir yandan devam ettirdiği öğrenimini tamamladı. Doktora yeterliliğini veren Özsever, çalışma ekonomisi doktoru olur. 2003’ten beri Maltepe Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’nde İş Hukuku, Sosyal Politika, Çalışma Ekonomisi derslerini veriyor. Bugün öğretim görevlisi olarak bulunduğu yer, askerlik yaptığı Maltepe’de. Özsever, o gün işçilerin, kurulan barikatları aşmalarını ve tankların üzerine yürümelerini halen unutamıyor.

Erkan Araz
ÖNCEKİ HABER

‘kurtarılmış haziran’ın anlattığı

SONRAKİ HABER

Hareketin asıl kahramanı işçilerdi!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...