17 Haziran 2007 00:00
NOT
Kim kimin dilini konuşuyor?
Tayyip, Baykal ile MHPnin aynı dili kullandığını saptıyor. Baykal da Tayyipin Barzaniyle aynı dili konuştuğunu belirtiyor
Kim kimin dilini konuşuyor?
Tayyip, Baykal ile MHPnin aynı dili kullandığını saptıyor. Baykal da Tayyipin Barzaniyle aynı dili konuştuğunu belirtiyor. Bahçeli ise çok şükür ki kendilerinin milliyetçi dili terennüm ettiğini söylüyor... Bu sözde ayrı dillerden süren tartışma tüketiminin işaret ettiği gerçek ise, hepsinin aynı dilden, savaş dilinden öten kafes kuşlarına dönüştükleridir. Kafeslendikleri savaş arabasında sürüklenip gidiyorlar...
Sordukları ve bazen farklı, bazen ortak yanıtlarla üzerinde tepiştikleri soru, savaşı içerde mi yoğunlaştıralım, sınır ötesinde mi? şeklindedir. İktidar dalaşının ve de seçim ekseninin güvenlik zeminine kaydırılması başarılmış, artık sivil kanat diye anılan hükümetin de bu zeminde farklı bir dil tutturma şansı kalmamıştır. Güvenlik sahasında geçerli olan askeri-militarist dildir çünkü. İşte, 27 Nisan sonrası burnuna halka takılmış hükümet şimdi esas duruşta. Hiç değilse seçimleri kurtarmak için ben de sizdenim, ne istediniz de vermedik deyip duruyor. Ve tabii ki o ünlü parolayı tekrarlıyor: Bir tek terörist kalmayıncaya kadar...!
Evet, şimdi hepsi savaş dilinin ezberleriyle iştigal etmekte. Bunun ise çözüm olmadığını hepsi de biliyor. Ama olsun, ilahlar böyle istiyor ya! Terör- Güvenlik-Savaş kıskacında intihara sürüklenmiş siyasetin, ölümlerden ve acılardan başka neye ihtiyacı olur ki? Vaziyet ortada; bir seçim sürecinde siyasetin sorunlara çözümler önermesi gerekir değil mi? Bir tekinin bile memleketin bu en önemli sorununda terörle mücadele gak gukları dışında bir şey önerdiğini duydunuz mu! AKP mi, CHP mi, MHP mi, yoksa bir ara ovada siyaset yapsınlar diyen ve hemen tükürdüğünü yalayan Ağar mı...
Bırakalım diğerlerini, liberal, demokrat bilinen köşe yazarlarının,, aydınların durumu farklı mı sanki. Hemen hepsi Kürt sorunundan değil terörden bahsediyor, terör uzmanı havasında reçeteler önermekle meşguller. Asker cenazelerinden acı duyuyor, infiale kapılıyorlar ama önerdikleri reçetelerin daha fazla kan, daha fazla acı demek olduğunu sanki bilmiyorlar. Diyalogsuz, barışsız hiçbir önerinin çözüm getirmediğini, getiremeyeceğini, dolayısıyla ahlaki ve insani olmadığını öğrenemediler mi hala? Savaşın içeride ya da dışarıda yoğunlaştırılmasından, daha etkin savaş tekniklerinin kullanılmasından umulan çözümün, gerçekte çözümsüzlüğün daha da derinleşmesi anlamına geleceğini kim bilmez?
Milliyetçilik ateşinde kaynatılan savaş ve terörle mücadele kazanından, bölücülüğün daniskası pişirilmektedir. Bu uğursuz gidişata dem tutup sonra da cenazelere ağlamak sahtekarlıktır.
Savaş savaş diye tutturmak, daha çok ölümden yana olmaktır.
Bu kadar basit...
***
Yurtta barış Perinçeke kaldıysa...
Perinçek, partisinin Yurtta Barış programını açıkladı. Barış ve Perinçek... Doğrusu bu tez ve anti tezden ilginç bir sentez çıkacağı beklenirdi. Sonuç gerçekten de ilginç oldu. Şöyle diyordu Perinçek: (Milli hükümeti kurduklarında) Onbin gönüllüyü toplayacağız. Gelin kardeşim, gönüllü olanlar bu bayrak altına gelsin diyeceğiz. Bu gönüllüleri eğitim kampına alacağız. Sonra arabalara, jiplere bindirip dağlara, bayırlara, ovalara salacağız. Bunlar gidecek dağdaki çobana soracaklar: nedir kardeşim, ne istiyorsun? Taleplerini öğrendiğimiz çobanla konuşacağız ve ortaya çıkacak ki istediklerinin çoğu zaten vardır. Esas olarak bütün talepleri karşılanmıştır...Yine ayrılıkçı partileri tvlere çıkaracağız. Nedir kardeşim derdiniz, ne istiyorsunuz? diye soracağız. Görülecektir ki kem küm edip bir şey diyemeyeceklerdir. Çünkü Kürt meselesi esas olarak çözülmüştür. Bunu göstereceğiz...
Gördünüz mü Yurtta Barışın nasıl tesis edileceğini! Ortada olduğu var sayılan bir Kürt sorunu var... Aslında o sorun, zaten çözülmüş bir sorun olarak, aslında yok...Gerçek sorun ise aslında çözülmüş bir sorunun çözülmüş olduğunun yani artık sorun olmaktan çıktığının Kürtlere anlatılmamış olmasıymış! Biraz karışık oldu ama bizim Perinçekin Barış programından anladığımız budur. Sorunlarının çözülmüş olduğunun farkında olmayan Kürtlere, cahil, aymaz Kürtlere sorununuz çözülmüştür şeklinde farkındalık bilinci götürerek barış sağlanacaktır. Barışın engeli Kürt sorunu değil de, çözülmüşlüğünün bilinmiyor olmasıdır!
Bu enformasyon ihtiyacını gönüllüler ile giderecek olan Perinçekin bu noktada kalması herkesin komik olma özgürlüğü var denilerek anlayışla karşılanabilirdi belki. Ama o da savaş dili salgınından uzak durur mu hiç. Şu sözler de onun: Terörün özgürlüğüne son... Hukuki mevzuatları değiştirerek insan hakları adına terör organizasyonlarının önüne geçeceğiz... !
Son Genelkurmay bildirisinin bir hatırlatması da, insan hakları, barış, demokrasi gibi değerleri terör örgütüne paravan olarak kullanan kişi ve kuruluşların gerçek yüzlerini... şeklinde başlamıyor muydu zaten!
Perinçekin barış programı dediği, süre gelen askeri savaş programının biraz komik, biraz kopya karikatüründen başka bir şey değil...
***
Yiyen varsa, bu da tezden sayılıyor!
Son zamanlarda artan cenazelerle birlikte oluşturulan ve seçim sürecini bloke eden terör ve cenaze siyaseti ekseninde, mevcut durum analiz edilirken akıllara ziyan yaklaşımlar sergileniyor. Örneğin, cenazelerdeki artış, bölgeye yapılan askeri yığınak ve onbinlerce askerin katıldığı yoğun operasyonlar atlanarak izah edilmeye çalışılıyor. Yine yıllardır süren ve hep karşılıksız bırakılan, sözde diye nitelenerek dikkate alınmayan tek taraflı ateşkes süresinin dolması hiç konuşulmuyor. Bir kısmı, ABnin, ABDnin oyunudur deyip çıkabiliyorken işin içinden, bazıları (örneğin Ercan Çitlioğlu) ise PKKnin askeri ve siyasi kanatları arasındaki çelişkiye işaret edip, eylemler tam da seçim öncesi siyasi kanadın zorda bırakılması içindir diyebiliyor! Bu teze göre, (DTP kastedilerek) siyasi kanat sistemin içine girmek isterken, askeri kanat ise zeminini yitirmek istemediği için gidişattan endişeli. Zira siyasi kanat güçlendikçe, askeri kanat zayıflayacaktır. Dolayısıyla, tam da seçimler öncesi şiddeti tırmandırarak siyasi kanadın işini zorlaştırıyor. Silahlılar, silahsızların meclise girmesini istemiyorlarmış yani!
PKKnin, DTPyi zorda bırakıp meclise girmesini engellemek isteyip istemediğini biz bilemeyiz elbette. Ama bildiğimiz, bizzat devletin bütün güçleriyle bu partiyi sıkıştırarak en azından meclis dışında bırakmak istediğidir. İşte yüzde 10 barajı, işte oy pusulası sahtekarlığı...
Askeri ile siyasi kanatlar arasında çatlak varsa, akıllı devletin bu çatlağı, hele sisteme dahil olmak isteyen, siyasi kanat lehine derinleştirmesi gerekir değil mi? DTPye engeller çıkarmayıp askeri kanadı boşa çıkarır mesela. Ama hiç de böyle olmuyor. Tam tersine, bu parti de terörle mücadelenin konusu yapılıyor. Böyle olunca da bizim çok akıllı uzman tezcilerimizin önüne kazık bir soru çıkıyor: Teziniz doğruysa, nasıl oluyor da hem PKKnin askeri kanadı ve hem de devlet DTPyi sıkıştırmaya çalışıyor?
Tövbe tövbe, devlette mi PKKnin askeri kanadından yoksa!
***
Aklın iptali!
Savaş dili dedik ya... Devlet merkezinin toplumsal yaşama dayattığı bu dil, bulaştığını sarıp sarmalıyor, aklını teslim alıyor. Artık dayatılan akıl geçerli oluyor, onun kodlarıyla, onun diliyle konuşuluyor. Şimdi geçerli savaş dilinin sınır tanımaz pervasızlığını sergilemek için ne numuneler var ortada. Her biri dudak uçuklatan, bu kadar da olmaz dedirten...
İşte yılların gazetecisi Cüneyt Arcayürek... Cumhuriyet gazetesi yazarı ve sıkı sosyal demokrat olarak bilinir. Gerçi ondaki demokratlık kırıntılarının yükselen milliyetçi eğiliminin girdabında çoktan tükendiğini gözlemliyorduk ama en azından bu trajik noktaya gelebileceğini doğrusu tahmin etmiyorduk.
Adı lazım değil bir tv kanalında kanal sahibi büyük Türk, büyük gazeteci, büyük mitingci, büyük çığırtkan, kısaca büyük her şey Tuncay Özkanla birlikte kafa kafaya verip veriştirdikleri ve de ha bire oylar CHP ile MHPye çağrısı yaptıkları programlarında şunları söylüyor Cüneyt Arcayürek:
Hayır arkadaş, yeter artık! Sıkıyönetimse sıkıyönetim! Bunlar, bu PKKlılar nerde görülürse öldürülsünler. PKKya yardım edenler, destek olanlar nerde görülürse öldürülsünler... !
Yılların adamı, ne duruma düşüyor işte... Sıkıyönetim ve öldürülsünler! Kesin, temiz ve kökten çözüm... Kenan Evren modeli; o, asacaksın bunları diyordu, Arcayürek öldüreceksin diyor. Ama Evren insaflıydı yine de; yardım ve yataklık edenler işkence ve mapuslukla canlarını kurtarma şansına sahiplerdi bir şekilde. Bu Cumhuriyetçi Cüneyt ise kimseye şans tanımıyor: Öldürülsünler!
Hukuku mu hatırlatmak... Ne yazar... Merkezin talep ettiği toplumsal refleks konsepti cumhuriyetimizi korumaya kararlı yıllanmış Cumhuriyetçide işte böyle tecelli ediyor.
İnsan aklının iptali de böyle gerçekleşiyor işte...
Vedat İlbeyoğlu