21 Haziran 2007 00:00

Bağımsız adaylar konuşuyor 14

Cezaevinde bulunan ve bugün duruşmaya çıkacak olan İstanbul 3. Bölge Bağımsız Milletvekili Adayı Sebahat Tuncel, sorularımızı yanıtladı

Paylaş

İstanbul 3. Bölge Bağımsız Milletvekili Adayı Sebahat Tuncel, 5 Kasım 2006 tarihinde DTP’nin Bağcılar İlçe Örgütü tarafından düzenlenen yasal bir toplantının polis tarafından basılması üzerine gözaltına alınarak tutuklanmıştı. Gebze M Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Tuncel, bugün Beşiktaş’taki İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargı önüne çıkacak. Tuncel ile bağımsız adaylığa nasıl karar verdiğini ve hedeflerini konuştuk.

Aday olmaya nasıl karar verdiniz?/i>
Seçim süreci başladığında Gebze Cezaevi’ndeydim. “DTP olarak seçimlere bağımsız mı, yoksa parti olarak mı katılacağız?” tartışmasını içeriden izledim. Seçim barajının yüksek olması başta Kürtler olmak üzere, tüm ezilenlerin, emekçilerin, kadınların parlamentoda temsil edilmesini engelliyor. TBMM, mücadele sahalarından birisi ancak bahsettiğim kesimlere kapalı. Bu nedenle yüzde 10 baraj engelini aşmak için bağımsız milletvekili (DTP adına) olarak Meclis’te yer almak; sistemin dışına itilen, kabul edilmeyen, benimsenmeyen, susturulan kesimlerin seslerini duyurmak büyük önem taşıyor. DTP’nin seçimlere ‘bağımsız’ olarak girme kararından sonra Kadın Hareketi’nin ve cezaevindeki arkadaşlarımın önerisiyle aday olmaya karar verdim. Adaylığımın arkasında güçlü bir kadın dayanışması, desteği olduğunu özellikle belirtmeliyim.

Bu seçimlerin cezaevindeki bağımsız adaylarından biri olarak, cezaevinde bulunma gerekçeniz merak ediliyor. Ayrıca kendinizi biraz tanıtır mısınız?
1975 yılında Malatya’nın Yazıhan ilçesinde doğmuşum. Liseyi Malatya’da bitirdikten sonra Mersin Üniversitesi MYO Harita-Kadastro Bölümü’ne girdim. Yani kayısı diyarından portakal diyarına yatay geçiş yaptım. İş hayatına harita teknikeri olarak başladım. Bir yandan çalışıyor, bir yandan da ülkedeki siyasi gelişmeleri takip ediyordum. Bilincim ve duyarlılığım beni hızla politik yaşama itiyordu. Her şeyden önce bir kadındım ve Kürt kimliğini taşıyordum. Temelde bu iki soruna yaklaşımından dolayı HADEP’te siyaset yapmaya karar verdim.
İlk olarak HADEP İstanbul Esenler’de Kadın Komisyonu’nda çalışmalara başladım. 2005 yılına kadar partinin çeşitli bölge ve kademelerinde görev aldım. DTP’nin oluşum aşamasında Kurucular Kurulu üyeliğini yaptım. DTP MYK üyesi ve Kadın Meclisi Sözcüsü iken tutuklandım. 5 Kasım 2006 tarihinde partimizin İstanbul Bağcılar İlçe Örgütü’nde ‘Halk Danışma Toplantısı’ vardı. Yasal çerçevede bir toplantı idi. Ancak, polislerce baskın düzenlendi. Ben de gözaltına alınanlar arasında yer aldım. Hakkımda, ‘Yasadışı bir toplantıya katıldığım’ iddiası olduğu gerekçesiyle tutuklandım ve Gebze M Tipi Cezaevi’ne gönderildim. Halen de buradayım.

Cumhurbaşkanlığı krizi, 27 Nisan muhtırası ve ardından gelen bir baskın seçim sürecinin içindeyiz. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bana göre krizin asıl kaynağı AKP Hükümeti’nin ülkenin temel sorunlarına çözüm geliştirememesidir. AKP iktidara geldiğinde demokratikleşme, insan hakları ve Kürt sorununun çözümüne dönük tumturaklı sözler sarf etti. Başbakan Diyarbakır’da, “Kürt sorunu vardır ve bu sorun benim de sorunumdur” dedi. Ancak, arkasını getiremedi, siyasi bir irade gösteremedi. Şiddetin dozajı artırıldı. Sınır ötesi operasyon gündemin baş sırasına yükseldi. Toplum yok yere gerginliğin kucağına itildi. Diğer önemli bir konu da Türkiye’nin AB’ye üyeliği çerçevesinde yapılan reformların ne yazık ki bu süreçte rafa kaldırılmasıdır. Adeta OHAL’li dönemlere geri döndük. TMY’de polisin yetkisini artıran insan hakları açısından ‘vahim’ sonuçlara yol açacak ve toplumu kriminalize edecek yasa tasarısı jet hızıyla kabul edildi. Genelkurmay’ın resmi internet sitesinde yayınlanan, “Ne mutlu Türküm diyene”den başka herkesi potansiyel terörist olarak gören ve halkı kitlesel refleks göstermeye çağıran bildiriler bu kaotik süreci derinleştirir nitelikte yaklaşımlardır. Yine “Cumhuriyet Mitingleri” adı altında düzenlenen mitingler gerginliği daha fazla tırmandırmaktır. Milliyetçilik, şovenizm ve “ya sev ya terk et” anlayışı bazı kesimler tarafından bilinçli bir şekilde pohpohlanıyor.
Özellikle seçim arifesinde operasyonların artırılması gerçekten çok ilginçtir. PKK’nin ilan ettiği tek taraflı ateşkese böyle operasyonlarla yanıt verilmesi sorunları kördüğüm haline getiriyor. Buradan kim kazançlı çıkacak? Ordu mu, AKP mi, CHP mi, cumhuriyetçi ve ulusal çevreler mi? Kim çıkarsa çıksın halkların yararına olmayacağı açık.

Türkiye’nin öncelikli sorunları neler sizce?
Bugün Türkiye’nin en acil çözmesi gereken sorunu, Kürt sorunudur. Kuşkusuz bunun dışında da pek çok sorun vardır. Ancak, diğer sorunların çözümü buradan geçiyor. Şunu rahatlıkla ve net bir şekilde ifade edebilirim ki, Türkiye’nin demokratikleşmesi ancak ve ancak Kürt sorununun çözümüyle mümkündür.
Çatışmalı süreçte kırk bine yakın insan yaşamını yitirmiş, dört bine yakın köy boşaltılmış, yüzlerce faili meçhul cinayet işlenmiş ve ülke büyük bir ekonomik krize girmiştir. Ortaya farklı isimler altında çeşitli çeteler çıkmıştır. İçlerinde emekli asker ve polisler ile PKK itirafçıları yer alıyor. En son Şemdinli’de Umut Kitapevi’nde patlayan bomba bu çeteleri tamamıyla teşhir etmiştir. Ve fakat bu çeteler Kürt sorununun çözümsüzlüğünden beslendikleri, kendilerini çatışmalı zeminde var ettikleri için Kürt sorunu hâlâ orta yerde durmaktadır. Bu sorunun çözümü için güçlü bir iradeye ihtiyacımız var. Şimdiye kadar iktidara gelen hükümetler, partiler ne yazık ki cesur davranamadılar. Oysa bu sorunun çözümüne katkıda bulunan kim olursa olsun toplum vicdanında aklanacak, tarih karşısında hak ettiği değeri bulacaktır. TBMM’de en çok dikkat çekeceğimiz konu “Kürt sorununa demokratik çözüm” hususu olacaktır.
Bununla birlikte parti olarak kadın sorununu oldukça önemsiyoruz. Kendini dünyanın, doğanın biricik ve vazgeçilmez cinsi olarak addeden eril zihniyet, kadını ve diğer tüm cinsel kimlikleri yadsımakta siyasal alana sokmamakta; sosyal alanı da daraltarak adeta bir kafes içinde yaşamaya zorlamaktadır. Oysa biz “21. yy kadın yüzyılı, kadın çağı olacak” diyoruz. Böylesine büyük bir iddia ile yola çıkıyoruz. Kadın sorununu sadece “şiddet” ve “namus-töre cinayetleri” ile ele alan, bu sorunu salt ‘kadının sorunu’ olarak değerlendiren zihniyetin hızla aşılması gerekiyor. Tüm çalışmalar “kadını siyasal, kamusal, sosyal ve kültürel alanın merkezine çekme” üzerinde, yürütülmelidir. Eril cinsin her şeyin dışında tuttuğu tüm cinsel kimlikler kendilerini her alanda özgürce ifade etmedikleri sürece gerçek bir demokratikleşmeden söz edilemez. Asli görevlerimizden biri de bunu sağlamaya çalışmaktır.
Yine yoksulluk ve işsizlik Türkiye’de yaşayan halklarımızın en temel sorunlarından biridir. Yıllardır “terörle mücadele” adı altında sürdürülen savaş zaten yoksul olan halk kitlelerini daha fazla yoksullaştırmış, açlıkla karşı karşıya getirmiştir. Devlet kasalarının içini boşaltan-hortumlayan şahsiyetsizler bugün lüks koşullarda hayat sürerken, insanlarımız eve bir lokma ekmek götürebilmenin telaşı içindedir. Gelir dağılımında yaşanan eşitsizliğin, adaletsizliğin bir an önce giderilmesi gerekmektedir. İnsanlarımızın sosyal güvencesi yok. Eğitim ve sağlık gibi ücretsiz olması gereken hizmet sektörleri hızla özelleştirmekte dolayısıyla sosyal devlet anlayışından uzaklaşılmaktadır.

Seçmenlerinize neler söylemek istersiniz?
Aslında bu seçim sürecinde onlarla birlikte olmak sorunlarını, dertlerini dinlemek, talep ve beklentilerini bizzat onlardan duymak en büyük arzum. Ne yazık ki şimdiye kadar bunu gerçekleştiremedik. Seçmenlerimle kucaklaşamadım. Bu üzücü bir durum. Ancak elimden gelen bir şey yok. Cezaevindeyim, kapalıyım, kilit altındayım. Yine de birbirimizi hissettiğimize inanıyorum. En azından ben onları duyumsuyorum. Acılarına, özlemlerine, isteklerine yakından tanığım. Ve bu tanıklığımı Meclis’te sergilemek, göstermek istiyorum.
Normal koşullarda, milletvekilliğini düşünemezdim. Ama, normal bir dönemde, zamanda değiliz. Bu yüzden tarihi bir sorumluluk olarak algılıyorum milletvekili olmayı. Oraya maaş için, koltuk için gitmiyorum. Oraya tüm “ötekilerin” sesi-sözü olmaya gidiyorum. Türbanlı bir öğrencinin de sesi olacağım, işsiz bir gencin de, Kürt anaların da sesi olacağım, asker analarının da. Omuzlarımdaki yük çok ağır, bunun bilincindeyim. Ancak, layık olmak, dürüst bir hizmetkar olmak en büyük amacım. Tüm seçmenlere son olarak şunu söylemek istiyorum: bu ülkede AKP ve CHP dışında farklı alternatifleriniz var. Sizlere sunulan ‘ya AKP ya CHP’ dayatmasını kesinlikle kabul etmemeli, farklı düşüncelere - renklere şans tanımalısınız. DTP’nin desteklediği bağımsız adaylar sizlerin gerçek temsilcileriniz olabilecek nitelikteki adaylardır. Denenmişleri-sınanmışları yeniden parlamentoya göndermeyin!
Evrensel gazetesi vasıtasıyla 3. Bölge’de bana oy verecek seçmenlerime şimdiden teşekkürlerimi sunuyorum.
Sizlere de ayrıca bana bu imkanı sunduğunuz için teşekkür ediyorum.

Türkiye’yi bir gül bahçesi olarak düşlüyorum

Nasıl bir Türkiye özlüyorsunuz? Seçimleri kazanıp parlamentoya girerseniz neler yapmayı hedefliyorsunuz?
Türkiye’yi bir gül bahçesi olarak düşlüyorum. Her renk ve kokudan güllerle donatılmış bir bahçe. Buna halklar bahçesi de diyebiliriz. Türkiye gerek tarihsel ve kültürel mirasıyla, gerekse de çok kültürlülüğe dayalı toplumsal yapısıyla Ortadoğu’nun en güzel coğrafyalarından biri. Ne yazık ki bu çoklu kültürü yadsıyan, dıştalayan bir rejimin yönetimi altında can çekişiyor, kan kaybediyor Türkiye. Tek dil, tek din ve tek millet anlayışı Türkiye’nin kültürel ve toplumsal zenginliğini tüketiyor. Her geçen gün daha da fakirleşiyoruz.
Bir düşünsenize aynı mahallede Türkler, Kürtler, Çingeneler, Çerkezler, Araplar, gayrimüslimler aynı çeşmeden su içiyorlar, aynı sofrada karınlarını doyuruyorlar. Herkes kendi diliyle konuşuyor, ama karşısındakini müthiş anlıyor. Geçmişte böyle yaşamadık mı? Peki bugün neden çitler, sınırlar örüyoruz aramıza.
Sevgiyi yüceltmemiz gerekiyor. Aramıza serpiştirilmeye çalışılan nefret tohumlarını asla yeşertmemeliyiz. Farklılıklarımız ne olursa olsun işe, birbirimizi sevmeli ve anlamakla başlamalıyız. Bu dünyada herkese yer var. Neden, başkalarına yaşam hakkı tanımayalım ki?
Türkiye hepimize yeter. Hepimize ait, hepimizi anlatan, hepimizi temsil eden bir Türkiye. Evet, böyle bir Türkiye hayali kuruyorum ve diyorum ki, özgünlükleri çoğaltmaktan korkmayalım. Özgünlükler bizi ancak güçlendirir, zayıflatmaz.
Parlamentoya mevcut koşullarda gücünün çok üstünde bir anlam ve rol yüklemiyorum. Derin odaklardan bahsetmiştim. Dolayısıyla ülke yönetiminde Meclis’in ezici bir etkisi ne yazık ki mevcut değil. Ancak, önemli bir tartışma alanıdır. Oradan sesimizi daha net duyurabiliriz. Sonuna kadar zorlayıcı olacağız. Sol muhalefeti layıkıyla gerçekleştireceğiz.
YARIN: Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Adayı Akın Birdal
Fatih Polat
ÖNCEKİ HABER

Altın Portakal 19 Ekim’de başlıyor

SONRAKİ HABER

Miting yasağı tartışma yarattı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...