24 Haziran 2007 00:00

SÖZ OLA, TORBA DOLA

İnsanın ömründen yirmi dörder, yirmi dörder saatleri söke söke alarak nasıl da geçip gidiyor günler. Cumhurbaşkanlığı ne olacak derken seçim coşkusuna kapıldık, geldik seçimli; ama geçimsiz sıcak yaz günlerine.

Paylaş

İnsanın ömründen yirmi dörder, yirmi dörder saatleri söke söke alarak nasıl da geçip gidiyor günler. Cumhurbaşkanlığı ne olacak derken seçim coşkusuna kapıldık, geldik seçimli; ama geçimsiz sıcak yaz günlerine. Hem sıcak; hem de kurak üstelik. Küresel ısınma dediler, hem küresel; hem de bütünsel olarak kavurmaya başladılar her bir şeyi. Zor geçiyor günler, zor. Hem de çok zor. Zor da geçecek gibi.
Nasıl geçerse geçsin, belli ki şarkıda söylendiği gibi habersiz geçmeyecek bu zor günler. Öyle de geçse, böyle de geçse, sulu da, olsa susuz da kalsa, her türlü mahkumiyetine karşın yine halkın vekili olmaya kalkan adamın yıllar önce söylediği gibi kanlı ya da kansız da olsa, neyse ki her birinin ayrı bir anlam ve önemi var da öyle boşu boşuna geçmeyecek bu günler. Bir yolla dolduruluyor onca günün içi.
Analar günü, babalar günü, dedeler, nineler günü, doğum günleri, kuruluş günü kurtuluş günü, yıldönümü, ay dönümü, hafta ve de gün dönümü ve benzeri pek çok dönüm günleri yaşamımızı şenlendiriyor. Bu koşullarda da bayağı bir oyalıyor bizleri. Üç beş yıldır da bir yüzüncü yıl tutkusu ve türküsü sarıp sarmaladı spor kulüplerimizi. Öyle bir tuttt ki bu tutku, yüzüncü yılda her bir şeyi almak için her türlü olanağı kullanmadan çekinmediler de, bir şeyler vermek için aynı olanakları kullanmaktan çekindiler nedense. İyi kötü bir şey verelim diye düşünen çıkmadı, çıkamadı bir türlü. Belki çıkan çıktı da öne çıkaramadı düşüncesini. Örneğin kara kartallar ve aslanlar yüzüncü yılı kendi ölçülerine göre başarılı(!) geçirseler de sarı kanaryalar, kentdaşlarına büyük üstünlük sağlama fırsatını kullanamamalarına karşın yine de bir adım öne çıkmasını bildiler. Bir tek Türkiye Kupası’nın alınamamasının öfkesi var sevinç yerine gözlerden taşan, gözlükleri de aşan. O da alınsaydı şen ola düğün şen ola olacaktı; ama engel olanlar utansın. Onlar da, sanırım, hakem denilen adamlar oluyor. Kaldı ki onlar, bütün takımların her bir şeyine engel olmuşlarken(!) nasıl oluyor da bir takım birinciliği alabiliyor, anlaşılabilemez.
Kanaryalar, diğer iki büyükten sonra yüzüncü yıla kavuşmanın üstünlüğünü iyi kullanamadılar gibi geliyor bana. Çünkü, önlerinde iki örnek varken, hiç değilse, onların yapamadığı yapmak için uğraşabilirlerdi. Kuşkusuz, yüzüncü yıl kutlamalarını hangi süreyle yapacaklarsa, kesinlikle salt ayaktopunda değil, her daldaki tüm birincilikleri alarak hiç değil, onlarla ya da onlarsız bir spor şenliğine dönüştürebilirlerdi bu süreyi. Her yöneticinin kazanılan; hele de yitirilen her karşılaşma sonrasında öfke kusmaları yerine, her birinin ayrı sorumluluğunda değişik dallarda, değişik konularda söyleşiler, tartışmalar, açık ya da kapalı oturumlar yapabilir, sormaca düzenleyebilirler, araştırma yapabilirlerdi. Dinletilerle, gösterilerle kutlamaları daha şenlikli bir duruma getirebilirlerdi. Ulusal ya da uluslararası düzeyde toplantılarla etkinliklerini çeşitlendirebilirler, hep almayı düşünürken vermiş de olurlardı. Yıllar boyu sürekli kavga ortamı yaratmalarının yanında, hiç değilse yüzüncü yıllarında barış ortamı için bir adım atmış olurlardı. Başbakanı çağırmak için gitmeleri haber değeri taşıdığından olsa gerek Fazıl Say dinletisini duyabildik bir. Bir de başka bir haber verilirken bir toplantı düzenlenmiş olduğunu öğrendik. Başka etkinlikleri var mıydı, vardı da basın yayın organları kavgalı, sataşmalı bir değer bulamadıkları için mi ilgilenmedi onlarla bilemedim. Her türlü kavgayı ve kargaşayı duyurmayı çok iyi bilen yönetici takımı bu etkinlikleri duyurmak için yeterince ya da hiç uğraşmadı belki de. Oysa, kulübün, özellikle ayaktopu takımının her yaptığı saati saatine duyuruluyordu. Basın yayın organları bunu yapmıyorsa, kulüp kendi olanaklarıyla “100. Yıl Etkinlikleri” başlığıyla duyurabilirdi her bir şeyini. Belki de benim rastlantı olarak duyduğum etkinliklerin dışında etkinlikleri yoktu.
Oysa olmalıydı. Üstelik salt bir kentte değil, koşa koşa gittikleri, övüne övüne açtıkları yandaş derneklerinin ve de ürün satış yerlerinin bulunduğu illerde de yapabilirlerdi bunu. Yapmalıydılar da. Salt ceplerindeki paraya göz dikmekle olmuyor bu iş, beyinlere de bir şey koyabilmekte hüner. Ancak o zaman 100. yılın ya da geçmiş yüz yılın bir anlamı olurdu. 101. ve 201. yılda da başkan Şeref’in yerinde, yandaş kendi yerinde gözden ve ağızdan öfke kusmayı sürdürecekse, günler hep ve çok kurak geçecek demektir. Ne yaparız bilmem bu kuraklıkla...
Üstün Yıldırım
ÖNCEKİ HABER

Anayasa gitti, sözleşme geldi

SONRAKİ HABER

Kerem’in çabası yetmedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa