24 Haziran 2007 00:00

MERCEK

Ajanslar, Hamas’ın, İsrail işgali altındaki Filistin’in Gazze Şeridi’nde (burada 1 milyon 400 bin kişi yaşıyor), kendi yönetiminde bir “İslam Cumhuriyeti” kurmak istediğini; sınırları kapatarak Batı Şeria ve Mahmud Abbas yönetimi ile ilişkileri kestiğini bildiriyorlar.

Paylaş

Ajanslar, Hamas’ın, İsrail işgali altındaki Filistin’in Gazze Şeridi’nde (burada 1 milyon 400 bin kişi yaşıyor), kendi yönetiminde bir “İslam Cumhuriyeti” kurmak istediğini; sınırları kapatarak Batı Şeria ve Mahmud Abbas yönetimi ile ilişkileri kestiğini bildiriyorlar. Gazze’nin giriş çıkışları İsrail kontrölü altında. Siyonist yönetim Filistin topraklarını her fırsatta ve kesintisiz uyduruk gerekçelerle bombalıyor. Hamas’ın Gazze’de Yeşil Bayrak dikmesi karşısındaki ilk tepkisi de bu saldırı politikalarını sürdüreceği; Hamas’ı ve Gazze’deki Filistin halkını “şiddetli bir saldırı” altında tutacağını açıklamak oldu.
Filistin 60 yıldır işgal altında. Filistin halkı 60 yıldır bağımsızlık savaşı yürütüyor. Ulusal bağımsızlık için direniş içindeki Filistin Arap halkı bu altmış yıllık süreçte bombardımanlarla, sürgünlere ve katliamlara tabi tutularak, işsizlik, açlık ve yoksullukla boğuşmak zorunda bırakılarak yıldırılmaya ve teslim alınmaya çalışıldı. Yalnızca siyonistler değil onların emperyalist koruyucuları da Filistin halkını tecrit, zor ve baskıyla davalarından vazgeçirme, önderlerini yok ederek yıldırma, bölüp etkisiz duruma düşürme politikalarını desteklediler. İsrail’in her tür saldırısı ve işgali “onun kendini savunma hakkı” kapsamında desteklenirken, Filistinlilerin eylemleri “terör” ve “İsrail’in varlığına yönelik saldırılar” olarak saldırı hedefine kondu. İsrail işgalinin ABD ve Batılı emperyalistler tarafından korumaya alınması, Arap ülkeleri çoğunluğu açısından, kral ve şeyhlerin emperyalizm işbirlikçisi politikaları ve sosyalizmin yenilgiye uğratılmış olması nedeniyle de en önemli moral ve manevi desteğinden mahrum kalan Filistin davası zafere ulaşamadı. Ama Filistin halkı ve bir döneme kadar daha tutarlı politikalar izleyen eski önderliğinin kararlı ve kesintisiz bağımsızlık için direnişi tüm dünya halklarının desteğini ve sempatisini kazandı.
Filistin halkına karşı izlenen yıldırma ve etkisizleştirme politikasının bir yönünü de Filistinli örgütler arasındaki ilişkilerin sabote edilmesi, işbirlikçiliğin geliştirilerek güçlendirilmesi çabası oluşturdu. Filistinlilerin kitlesel silahlı direnişlerin, ayaklanmaların ve onların bir biçimi olarak intifadaların yanı sıra “bireysel” ve grupsal terör eylemlerine de yönelmeleri bu süreçte, olayların ve bölgesel-uluslararası ilişkilerin sonucu olarak gerçekleşti. Hamas’ın ortaya çıkışı ve Filistin direnişini “İslami esaslar temelinde” yönlendirmek üzere öteki Filistinli yurtsever örgütlerle “rekabete girişmesi”, işgalci düşmana, bölme ve etkisizleştirme amaçlı entrikalarını çeşitlendirme olanağı da sundu. İşgalin sürdürülmesi önemli oranda Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve El Fetih’in etkisizleştirilmesine bağlıydı. Arafat’ın yaygın iddiaya göre zehirlenerek öldürülmesi, bir bakıma yeni bir dönemin de başlaması demekti. “Başkanlığa gelen” uzlaşmacı Abbas’ın çizgisi ve İsrail’in, arkasına ABD ve “Batı” desteğini alarak saldırılarını sürdürmesi bir yanda, El Fetih ile Hammas’ın iktidar savaşı öte yanda, süreç halk açısından giderek ağır, sorunlu hale gelmekteydi. İşin içine mali sorunlar da girince ve uzun süreli mücadelenin zorluklarının halk üzerindeki etkisi sonucu Hamas’a destek arttı ve o seçimlerde çoğunluk oyunu alarak hükümeti kurma hakkını elde etti. Bu durum, Filistinli örgütler arasındaki güç ve iktidar kavgasının daha da sertleşmesine neden oldu. Arada, “birleşik hükümet” girişimleri, ayrılmalar, yeniden “koalisyon” girişimleri olmasına karşın, ABD ve İsrail’in tutumunu El Fetih ve Mahmud Abbas’tan yana belirlemelerinin de etkisi altında, Hamas ve El Fetih arasındaki çelişki silahlı çatışmaya kadar vardırıldı ve sonuçta da Gazze ile Batı Şeria ve Ramallah işgal altında, ancak birbirlerinden ayrılmış duruma getirildiler.
Bu gelişmeler yalnızca Filistin halkının yaşadığı “trajedi” açısından değil, bağımsızlık mücadelesi yürüten tüm ezilen halkların “kaderlerine sahip olma”ları açısından da çarpıcı özellikler taşımaktadır. İşgal altındaki ve işgalciler tarafından iradeleri ayaklar altına alınmış, ancak buna karşı altmış yıldır yılmadan ve tüm zorlukları göğüslemeye çalışarak bağımsızlık savaşı yürüten “ulusal güçler”in, önlerinde savaşmaları gereken uluslararası desteğe sahip büyük bir düşman duruyorken, birbirleriyle savaşa tutulmalarından daha “trajik”, daha kötü ve yanlış bir durum olabilir miydi? Ama işte Hamas şimdi bunu yapıyordu. Görünür gerekçeleri arasında ikisi özellikle dikkat çekiciydi: El Fetih’i uzlaşmacılıkla suçluyor ve seçimlerde elde ettiği başarısının ve meşru hükümet olmasının tanınmaması yönündeki İsrail ve “Batı” baskısını öne çıkarıyordu. Hamas, farklılıklarının en temelli olanlarından biri de “İsrail’in tanınmaması”nı istemesiydi! Şeriat kurallarına dayalı bir toplumsal sistemden yanaydı ve Gazze’deki Fetih kurumlarına yönelik saldırılarının en önemli nedenlerinden biri de, onun “laik politikaları”ydı.
Filistin’de yaşananlar ve bölünmenin somut bir durum oluşu, karşı karşıya bulundukları en önemli ve temel sorunlardan biri durumuna gelmiş bulunuyor. Filistin direnişinin gücünün Filistin halkının birliği ve birleşik mücadelesinde olduğu, altmış yıllık siyasal pratiğin dersidir. Bölünmüşlük ve dahası Filistinli örgütlerin birbirleriyle savaşından ancak işgalciler yararlanabilirler. Bölünme ve Filistinli örgütlerin birbirleriyle savaşını fırsat sayarak M. Abbas yönetimine İsrail ve ABD başta olmak üzere Batılı emperyalistlerin destek vereceklerini açıklamaları ve “bloke edilen vergi gelirleri”nin serbest bırakılması gibi tutumlar, onların bu durumdan işgal politikalarının zaferi için yararlanacaklarının çok belirgin kanıtları durumundadır. İşgalciler -ki İsrail ile sınırlı saymak doğru değildir- Hamas’ın halk desteğini ve seçimler yoluyla elde ettiği hükümet olma durumunu kabul etmeyerek Filistin politikasını sabote ettiler ve çatışmayı körüklediler. Terörü eken, terörist politikaların en alasını uygulayan bizzat emperyalist ABD ve uşağı İsrail olmasına karşın, Filistin törörünün öne çıkarılması, yine emperyalist propaganda gücü tarafından sağlanabilmiştir.
Filistin’in kurtuluşu ve bağımsızlığı için mücadelenin gücü Filistin halkının birliğinde ve bölge halklarının ona desteğindedir. İşgalcilerin defolup gitmeleri, işgal edilen toprakların gerçek sahiplerine devri, on yıllardır sürdürülen saldırılarla tahrip edilen altyapının imarı için gerekli tüm kaynağın işgalciler ve destekçileri tarafından sağlanması, barışın temel koşuludur.
Filistin halkına karşı sürdürülen işgal ve katliam politikalarının pratiğe geçirilmesinde Türkiyeli emperyalizm işbirlikçilerinin de sorumluluğu vardır. İsrail ve ABD ile imzalanan askeri-politik anlaşmalar ve İsrail’in savaş pratiğinin güçlendirilmesi için Türk hava sahasını kullanma olanağına sahip olması gibi nedenlerle de, işbirlikçi gericilik, partileri ve hükümeti suçludur. Türkiye’nin seçimlere gittiği ve bölgenin daha kapsamlı savaş politikalarının tehdidi altında olduğu bir dönemde, Filistin halkının yaşadığı acıyı sessizlikle izleyenlerin suçları da sorumlulukları da artmıştır.
A. Cihan Soylu
ÖNCEKİ HABER

Derdini söyledi yeşil kartından oldu

SONRAKİ HABER

Erbaş, Mülkiyelileri ziyaret etti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa